Hayreddin Karaman: “İslam, Kur’an İslam’ından ziyade, Peygamber İslam’ıdır”
“Bursa Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi tarafından yayınlanan Âsım (ismine tıklayarak dergiyi okuyabilirsiniz) dergisinin son sayısında Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hocamız kendi hayatına dair az bilinen hususları ve gündeme dair sorularımızı yanıtladı. Korona günlerine ilişkin yazdığı bir şiiri de paylaştığı bu zengin söyleşiyi Âsım dergisinden sizler için alıntıladık.” Yunus Emre Altuntaş
Muhterem Hocam, hatıralarınızın yayınlanmasıyla hayatınıza dair pek çok ayrıntıyı okuma imkânına kavuştuk. Rabbim sizlerden razı olsun. Biz daha çok sizin çocukluğunuz, anne babanız ve ailenizle ilgili hatırınızda kalan ilk hatıraları dinlemek isteriz. Rahmetli anne ve babanızın hayatınızdaki yerini, sizlerin yetişmesindeki katkılarını yine sizden dinlemek isteriz?
Babamın ve annemin çocukluk yılları Osmanlı’nın son döneminde Balkan savaşları ve I. Dünya Savaşı ortamında geçtiği için okuma imkânı bulamamışlardır. Babam on onbeş yaşlarında iken Ermeni mezalimi yüzünden Erzurum’dan Çorum’a göçen bir ailenin çocuğudur. Annem de 93 Ahıska muhacirlerinden olan bir ailenin kızıdır. Her ikisi ben okuduktan sonra heveslenip altmışar yaşlarını geçmiş olarak Kur’an-ı Kerimi yüzünden okumayı öğrendiler ve sekseni geçkin yaşlarında vefat edinceye kadar Kur’an okuyarak pek mutlu oldular. Babam yeni yazıyı da askerde öğrenmişti.
Beni ailede dini öğrenmeye sevk eden amiller arasında yarım hafız olan anneden dedemin ve eşi Zahide ebemin dost ve akrabasının evimizde yaptıkları sohbetler vardır. Babamın iyi bir derviş ve köy imamı olan Şükrü emücesi (amcası) tasavvufu sevdirmiştir. Ebem Zahide Hanım ise ilk Kur’an Hocam’dır ve bir gün onun fısıltı halinde Kur’an okuyuşu olağan dışı bir cazibe ile beni kendine çekmiş on altı yaşımda hayatımı değiştirmiştir.
Babam ve annem okumuş olmamakla beraber âlimleri sever, çocuklarının da okuyup âlim olmasını isterlerdi. Bu yüzden hep gurbette geçen tahsil hayatım boyunca hasretime dayandılar, ayrıca babam, gücünün yettiği kadar maddi destek sağladı. Yıllarca çalışarak satın aldığı basit bir evi ve bir iki dönüm tarladan yaptığı bir bağı vardı. Bu bağ onun için çok önemli olduğu halde beni okutabilmek için satmaya karar vermişti ve ben Konya’da imamlık vazifesi alarak bunu engelledim.
İnsanın en kalıcı tecrübesi yaşadıklarıdır derler. Hem ilim adamı olarak, hem muhteşem evlatlar yetiştiren bir baba olarak, pek çok ilim adamı yetiştiren bir Hoca olarak, hem sivil toplumda aktif rol alan bir gönüllü olarak hem de gazetelerde irşad vazifesini sürekli diri tutan ve her dönemde sözünü esirgemeyen bir kanaat önderi olarak sizlerin tecrübesi bizler için altın değerinde bir anlam ifade ediyor. 80 yılı aşkın bir tecrübeyle söyleyecek olsaydınız, ilim yoluna girmek isteyen gençler ne yapmalıdır? Nereden başlamalıdır? Nasıl yol almalıdır? Nelere dikkat etmelidir? Hayatına nasıl bir istikamet çizmelidir?
Hedef, plan, disiplin ve azim…
Bunlar olmadan başarı olamaz.
İlim yolcusunun bir hedefi olacak; yani “ben şunları okuyup hazmederek dinimin âlimi olacağım” diyecek. Okuyacağı okulları, şahısları ve kitapları hedefine göre, danışmalar da yaparak belirleyecek, okuldan alabildiklerini okuldan, alamadıklarını da okul dışındaki âlimlerden ve kitaplardan almak üzere bir program ve plan yapacak. Günlük hayatını gelişigüzel değil, bir düzen ve disiplin içinde yaşayacak. İbadet, istirahat, yeme içme, okuma yazma, meşru ve nezih eğlence… Bütün bunları amaca uygun vakit cetveline bağlayıp mümkün olduğu kadar aksatmayacak. Güçlü irade ve azim sahibi olacak. İnsanın irade ve azmini güçlendiren şey inançtır, hedefine aşk ile bağlı olmaktır ve yolu katettikçe her adımda elde ettiği başarıdır, aynı yolun yolcusu ve aynı hayat tarzını benimsemiş arkadaşlardır.
Günümüz İmam Hatip Okullarının müfredatı ile sizlerin dönemindeki ilk İmam Hatip Okullarının müfredatını karşılaştırdığınızda neler söylersiniz? Bugün itibariyle “İmam Hatipler eski havasını yitirdi” görüşüne katılıyor musunuz? Eğer ki böyle bir şey varsa bu konuda neler yapılabilir?
İlk İmam Hatip Okullarında müfredat daha iyi değildi. Hatta başlangıçta milli eğitim tarafından, Kur’an-ı Kerim’in asıl harfleriyle değil, latinize edilmiş nüshadan okunması istenmişti. Hocalar da çok çeşitli ve çelişkili idi. Buna rağmen İmam Hatiplerin ilk nesillerinin başarısı, bulduğu ile yetinmeyip aradığını bulabilmek için her çareye başvurmalarıyla olmuştur. İmam Hatipler açılıncaya kadar yıllar süren yasaklar, mahrumiyetler, bu yüzden toplumda hasıl olan beklenti ilk nesiller için güçlü bir motivasyon oluşturmuştur. Bugün de İslam’ın ve Müslümanların maruz kaldıkları meydan okumalar, insanımızın bir kısmında oluşan savrulmalar ve sapmalar imanı, hissi, vicdanı ve davası olan ilim yolcularını ateşlemelidir.
Mütedeyyin bir Müslüman'ın ve özellikle bir İmam Hatip Lisesi öğrencisinin özellikleri neler olmalı sizce?
Her dindar (mütedeyyin) Müslüman ilim yolcusu değildir. Başka işi gücü olan Müslümanlara gerekli olan; yeteri kadar din bilgisi, iman, ibadet, güzel ahlak, kendine, ailesine ve ümmete faydalı olacak bir iş görmek ve bunu en iyi yapmaya çalışmak, iyi bir aile kurmak, çoluk çocuğunu da dindar Müslümanlar olarak yetiştirmek için gerekli tedbirleri zamanında almaktır.
İmam Hatip öğrencisinin ise iman, ibadet, güzel ahlak yanında asıl işi, İslam’ı asıl kaynaklarından sahih olarak öğrenip yaşadığı zaman ve zeminde insanlara anlatmak ve sevdirmek için gerekli ilmi ve eğitimi elde etmektir.
Günümüzde hadis ve sünneti sistematik şekilde itibarsızlaştırmaya çalışan karşıt bir kesim oluşmaya başladı. Bu durum özellikle İmam Hatip okullarındaki öğrencilerde kafa karışıklıklarına sebep oluyor. Kuran, Hadis ve sünnetin hayatımızdaki yeri ne olmalıdır, bir de sizden dinlemek isteriz?
“İslam, Kur’an İslam’ından ziyade, Peygamber İslam’ıdır” desek yanlış söylemiş olmayız. Peygamberimize gelen vahiy iki çeşittir: Biri Kur’an ayetleridir, diğeri bunları açıklayan ve uygulama bakımından boşlukları dolduran sünnet vahyidir. Birincisinin sözü de manası da vahyedilmiştir, ikincisinin manası vahyedilmiştir ve Peygamberimiz (s.a.) onu, ümmetin anlayacağı şekilde ifade buyurmuşlardır. Bu iki vahyi tebliğinde birleştiren ve böylece İslam’ı ortaya koyan Peygamberimizdir. Hz. Peygamberi ve O’nun sünnetini devreden çıkarırsanız ortada değişmezleri olan ve uygulamada problemleri bulunmayan bir İslam kalmaz. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de birçok âyet, Peygamberimizin İslam’daki vazgeçilemez yeri ve işlevini açık seçik ifade etmektedir.
Cumhuriyet öncesi ve sonrası Türkiye'de dini eğitimi değerlendirebilir misiniz? Neydik? Ne olduk?
Cumhuriyet öncesi din ve din eğitimi milletimizin önceliği idi. Cumhuriyetin kurucuları dini ve eğitimini millet hayatından çıkarmak istediler, tek partili rejim süresince din, kültür ve medeniyetimizi değiştirmek için cebir uyguladılar, millet bu iğreti gömleği giymek istemedi, direndi, çok partili demokrasiye geçildi. İmam hatip okulları, okullarda din dersleri, diyanetin yoğun irşad faaliyetleri, basın yayın ve medya yollarıyla din eğitimi müsbet yönde ilerliyor. Şimdi milletimizin ne yazık ki, önceliği din ve eğitimi değil, öncelik dünya hayatında mutluluk ve başarıya yönelmiş durumda, bu yüzden arz ve talep dengesi karmaşık bir hal aldı. Müslümanım diyenlerin önemli bir kısmı mevcut din eğitimi ve öğretimi imkânından yararlanmaya sıcak bakmıyorlar ve mesela okullardaki seçmeli din, Kur’an ve Peygamberimizin hayatı derslerini seçmiyorlar.
28 Şubat sürecinden günümüze kadar olan dönemi; Türkiye'de din ve düşünce özgürlükleri açısından değerlendirebilir misiniz? Ne kadar mesafe kat edildi? Hala eksiklikler var mı?
28 Şubat bildirisinin tamamı irtica adı altında dine ve din eğitimine karşı bir duruşu ifade ediyordu. Gerçi kontrolsüz eğitim ve öğretim faaliyetlerinin zararı konusunda bizim de uyanık ve tedbirli olmamız gerekiyordu, bu noktada bazı hatalar ve ihmaller oldu. Gerekli mücadele yapıldı, bedeller ödendi, sonunda din ve düşünce özgürlüğü demokrasilerde ve insan hakları belgelerinde öngörülen seviyeye geldi. Artık ülkeyi bölme, şiddeti kışkırtma ve şahıslara hakaret, kamuya zararlı olma gibi makul sınırlamalar dışında din ve düşünce özgürlüğünün önünde bir engel yoktur. Ülkeyi topyekûn ve fiilen İslamlaştırma söz konusu olduğunda buna mevcut rejim, anayasa, ilkeler ve yargı manidir, ancak bunu da konuşma, yazma ve tartışmanın önünde bir engel (mesela meşhur 163. Madde benzeri mevzuat) yoktur.
Sizin de kuruluşuna katkı koyduğunuz ve öncülüğünü yaptığınız pek çok Sivil Toplum Teşkilatı çalışmalarına devam ediyor. Bugün için söyleyecek olursak Türkiye'de İslami duyarlılığa sahip Sivil Toplum Kuruluşlarının çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çalışmaları açısından örnek gösterebileceğiniz kuruluşlar var mıdır? Bu alanda daha fazla neler yapılabilir?
Ensar, Önder, İlim Yayama Cemiyeti ve Vakfı, Türkiye Gençlik STK’ları Platformu (TGSP) gibi sivil toplum örgütleri çok önemli ve yararlı faaliyetlerde bulunuyorlar. Gereksiz yığılmaları engellemek, hizmeti dengeli dağıtmak, iyi sonuç almak ve tasarrufu sağlamak için STK’lar arasında koordinasyona ihtiyaç var. Bu amaçla oluşturulan platformları tahkim etmek gerekiyor.
Günlük siyasi dilde kullanılan İslam Dünyası kavramı sizce neyi ifade ediyor? İslam Dünyası dendiğinde biz ne anlamalıyız?
İslam’ın bütün ahkâmı ve uygulaması ile hâkim olduğu İslam ülkeleri ve bu ülkeler arasında kurulmuş birlik manasında bir İslam dünyasından söz etmek ne yazık ki, gerçekçi değildir. Halkı Müslüman olan, oranları değişik olarak İslam’ı yaşayan halkın vatandaşları olduğu ülkeler vardır ve bu manada bir İslam dünyasından bahsedebiliriz. Hedefimiz İslam’ı daha çok yaşayan ve aralarında olabilecek azami birliği sağlamış İslam ülkelerinin oluşması olmalı ve bunun için gayret etmeliyiz.
Son 10 yıldır Suriye’deki katliamlar nedeniyle ülkemize hicret etmiş kardeşlerimiz var. Bir Müslüman olarak bu kardeşlerimize karşı kimi zaman linçe varan saldırılar oluyor. Bu noktada biz Müslümanların ne yapması gerekir?
Mazlum ve mağdur dindaşlarımız canlarını ve namuslarını korumak için ülkemize sığınmışlar. Bunlar Müslüman olmasaydılar dahi bizim onları bağrımıza basmamız gerekirdi. Bizde misafir olan Suriyeli kardeşlerimize bir şekilde dil uzatan ve eziyet edenler bizden değildir.
Sizin gözünüzde Türkiye’nin dünya ölçeğinde Müslümanlara göre yeri nedir? Neresi olmalıdır?
Recep Tayyip Erdoğan Başkan’ın iktidarında Türkiye, İslam dünyasının ve mazlum toplulukların sığınağı ve ümidi haline gelmiştir. Bu yolda devam edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin bu vaziyeti işlerine gelmeyen kâfirler, zalimler ve sömürücülere karşı da bu istikrarı korumak elzem hale gelmiş bulunuyor.
Türkiye'de genç nesiller ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Sosyal medya, eğitim ve kültür alanlarında değerlendirebilir misiniz?
Türkiye’de tabii olarak tek tip bir genç nesilden bahsedilemez.
Seküler, dünya hayatı ve menfaatinin ötesinde bir amacı, hedefi, derdi olmayan gençler var.
Buna ek olarak işi gücü sosyal medya, modern iletişim ve eğlence araçları ile oynayıp eğlenmek olan, külfetten kaçan, en az emekle en çok haz ve menfaat sağlamak isteyen, ana babaya yük olan, gelecek düşüncesinin yanından geçmeyen gençler var.
Aklı başında, şuurlu, kendi kültür ve medeniyetini tanıyıp özümsemiş, bunu yaşatmayı ve yaymayı hedef/dava edinmiş gençler var.
Biz, mevcut şartlarda bütün gençleri, temel değerlerimizle hem-hal olmuş gençler haline getiremeyiz. Hedefimiz bütün çağdaş imkânları en verimli bir şekilde kullanarak üçüncü maddede tanımladığım genç sayısını arttırmak olmalıdır.
15 Temmuz darbe girişimi İslami camiada bir travmaya neden oldu. Maalesef pek çok güzel kavramı kullanamaz olduk. Bu hain darbe girişiminden çıkarmamız gereken dersler nelerdir? Bundan sonrası için Müslümanlar ne yapmalı? Nelere dikkat etmeli ki benzer olaylar tekrarlanmasın?
Başımıza gelenlerin iki önemli sebebinden söz edebilirim: Kontrolsüz güç ve kontrolsüz teslimiyet.
Devlet, millete ve memlekete zarar verecek güç birikimlerine izin vermemeli, şeffaf ve kontrole açık olmayan oluşum ve yapıları kontrol altına almalıdır.
İnsanımızı din istismarından koruyabilmek, din kullanılarak insanların akılsız köleler haline getirilmesini engellemek için her seviyede sahih İslam’ı anlatmak, öğretmek ve özümsetmek gerekiyor ve bunun için resmi ve sivil bütün kurum ve kuruluşların işbirliği yapmaları zaruret haline gelmiş bulunuyor. İslam’ı insanımıza doğru anlatır ve öğretirsek Allah’ı, Peygamberi ve sıradan beşeri birbirine karıştırmaz, kırmızıçizgileri bilir, haddi aşanların peşine düşmezler.
Batı’da ne yazık ki yaygın bir kavram olan İslamofobi hakkında neler söylersiniz? Kavramın ortaya çıkısı ve yaygınlık kazanması nasıl olmuştur?
İslam düşmanları asırlar öncesinden kendi toplumlarını İslam’dan korkutmak için yalan yanlış açıklamalar yapmışlar, kitaplar yazmışlar ve telkinlerde bulunmuşlardır. Batı’da bir zamanlar “Türk” kelimesi “Müslüman” manasında kullanılıyordu ve Batı’da, çocuklarını korkutmak için anneleri “Türkler geliyor”, “Seni Türklere teslim ederim” diyorlardı. Batı ekonomik, askerî ve teknolojik güce kavuşup da bunlardan mahrum dünyayı soyup sömürmeye karar verince yapacaklarını halklarına meşru göstermek için bu defa daha yaygın araçları da kullanarak “İslam ve Müslüman korkusu/tehlikesi” kavramını işlemeye, halklarını buna inandırmaya yöneldiler. Kendilerinin özel olarak yetiştirip Müslüman kılığında topluluklarımıza soktukları ajanlar ile bizden olup da yolunu sapıtmış olanların yaptıkları İslam ve insanlık dışı davranış ve cinayetleri de bu maksatla kullandılar, kullanıyorlar.
İslami açıdan örnek ve öncü şahsiyetler dendiğinde bize hangi isimleri önerebilirsiniz?
Bu sorunun cevabı hem uzun hem de tamamını kapsamayacağı için sakıncalıdır.
İki şey söyleyebilirim:
Eskilerden İmam Gazzali ve İmam-ı Rabbânî’yi okumalısınız.
Son yüz elli yıl içinde gelip geçmişlerden yüz kişi tespit ettim. Bunların hayat, düşünce ve faaliyetlerini yazmak istedim. 24 şahsı yazdım ve “İslami Hareket Öncüleri” adıyla dört cilt halinde İz Yayıncılıktan çıktı, sonra hastalandım, şimdi tedavi görüyorum, Allah izin verirse tamamlayacağım.
Günümüz Müslüman halkları ve İslam coğrafyalarının bölünmüşlüğü ve bu anlamda oynanan oyunlar ve gerçekleştirilen projeler düşünüldüğünde dünya Müslümanlarının dünyadaki gönül/İslam coğrafyalarının tefrikadan vahdete/tevhide dönüşüm formülleri var mıdır? Nelerdir? Gönül coğrafyalarımızı birleştirici unsur olarak argümanımız ne olmalıdır? Bu bağlamda dünya ölçeğinde gerçekleşmekte olan bir çalışma mevcut mudur?
Adına “İslamcılar” dediğimiz zevatın –ki, bir önceki cevabımda bunlardan söz etmiştim- tamamının programında “ittihad-ı İslam” vardır. Bugün de az sayıda bazı siyasetçiler ile oldukça çok sayıda “Âlimler Birliği” oluşumları bu amaca ulaşmak için çalışıyorlar. Ülkemizde önemli bir kuruluş ve faaliyetleri için de ASSAM WEB Sitesine girip okumanızı tavsiye ederim.
Ömrünüzü ilme vakfetmiş bir insan olarak gelecekte nasıl hatırlanmak isterdiniz?
“İman ettiği ve iki cihanda saadet yolu olarak gördüğü İslam’ı özümsemek, yaşamak ve yaymak için ömrünü tüketmiş, faniyi verip bakiyi kazanmayı hedeflemiş bir Allah kulu, İslam insanı” olarak hatırlanmak isterim.
Beşeri hukukun cari olduğu günümüzde Müslümanlar, işlerini (miras hukuku gibi) bu hukuka uygun çözmek zorundalar. Böylece gönlü razı olmasa da Müslüman, Allah'ın hükümlerine uymamış oluyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz.
Eğer Müslümanın gönlü İslam’dan başka hukuka razı değilse, ferdin yükümlü olmadığı ceza hukuku ve yönetim gibi alanlar dışında İslam hukukunu gönüllü olarak ve karşılıklı anlaşarak uygulamanın önünde bir engel yoktur. Mesela miras hukuku. Mirası, fıkha göre paylaşmak üzere anlaşanları laik devlet kanunları illa da beni uygulayacaksın diye zorlamıyor. Faize bulaşmak istemeyen Müslümanı illa da faiz yiyeceksin diye mecbur etmiyor. İbadetler serbest. Haramı dayatmak yok…
Günümüzde ortaya çıkan ve genç neslin de rağbet ettiği selefilik/neo-selefilik ile selef-i salihin (ayrıldıkları noktalar varsa dirsek temasları vb.) hakkında bizi aydınlatır mısınız?
Selef, İslam’ın ilk üç neslidir; onların din anlayışı, anlatışı ve yaşayışı “selef-i salihîn anlayış ve yaşayışı” olarak kabul edilir. Bu nesillerde iman daha sağlam, takva daha güçlü, kafa karıştıran sorular daha az, başka din ve felsefelerin İslam’a zıt bilgi ve hükümleri ile temas yok denecek kadar azdır. Bu sebeple itikadı ve ameli Kitab ve sünnetten olduğu gibi (tevil etmeden) almışlar ve uygulamışlardır.
Selefîlik İbnTeymiyye gibi imamları sayesinde selef anlayışını, zıt inanç, fikir ve uygulamalara karşı savunmak durumunda kalan bir kesimin yoludur. İş tartışma ve savunmaya dönünce bazı aşırılıklar da gerçekleşmiştir. Matürîdîlik ve Eş’arîlik ise hem İslam’ın sabitelerinden sapmamak hem de insanların akıl ve kalplerini tatmin etmek, saptırmaları da delillerle defedilmek için gerektiği kadar tevil (yorum) yapma yolunu tutmuşlardır.
Son dönemlerde bazı kesimlerin fetva makamlarını kendi lehlerine onaylama makamı olarak gördüklerini ve mevcut ortamda bu alana yönelik fetva üretme mekanizmalarının çokluğu göz önünde bulundurularak; çağımızda önüne gelen güncel konulardaki problemlere çözüm üretmede fakihin veya Müftünün duruşu nasıl olmalıdır? Bu bağlamda DiB ve DİYK halkın güncel konulardaki sorunlarına çözüm üretmede işin neresinde yar almalıdır?
Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu, tam da İslam’ın emrettiği gibi işi geniş danışmalar ve müzakereler ile yürütüyor. Orada sahasında yetkin birçok üye ve yardımcı eleman çalışıyor. Şu veya bu şahsın veya tarafın keyfine ve isteğine göre fetva verdikleri de olmamıştır. Bu sebeple Kurul’un fetvalarına önem verilmelidir. Farklı bir fetva veren âlim olursa onun da ilim ve ahlak cihetlerinden itibar görmüş bir kişi olması şartı aranmalıdır.
Müslümanların ekserisi için vazgeçilmez kabul edilen kadim fıkıh kitaplarında yer alan ulemanın verdiği hükümler yerine bugünün fıkıhçıları tarafından değişen ve gelişen hayata uygun alternatif hükümler verilebilir mi?
İctihadla verilmiş hükümler, âlimin zamanına ait örf, adet ve zaruretlere dayalı çözümler gerektiği ve şartlar değiştiği zaman elbette yenilerini söylemeye açıktır. Kadim fıkıh kitaplarının içermediği konularda ise zaten çözümler üretmek çağın âlimlerinin vazifesidir.
Öğretmenlere olmazsa olmaz diyeceğiniz nasihatleriniz nelerdir?
Ey öğretmen,
Senin işin ekmek ve para için yapılan bir meslek, bir zenaat değildir. Sana en değerli varlık olan insan namzedi emanet edilmiştir. Bir ibadet duygu, düşünce ve şuuru içinde vazifeni yapmaya çalış. Sevgi, şefkat, anlayış, empati, fedakârlık, emanet duygusu senin donanımın olsun. Öğrencilerini okul içinde ve dışındaki bütün imkân, durum ve şartlarını kavrayarak, kabiliyet ve eğilimlerini keşfederek yönlendirmeye ve eğitmeye çalış. Vazifeni hakkıyla yapabilmek için kendi eksiklerini bil ve ikmal etmeyi asla ihmal etme!
Hayreddin Karaman hocamızdan genç nesillere 10 öğüt
Ey Oğul:
-Yıllar çabuk geçiyor, fani ömür bir de bakıyorsun ki, sona yaklaşmış. Sen işin başındasın, kaçınılmaz sonu düşünerek hareket et.
-Allah Teâlâ her kuluna imtihan için dertler de vermiştir, nimetler de. Dertlere sabret, günaha girmeden aşmaya çalış, nimetlere şükret.
-Sende olanın kadrini bil, başkasında olan “iyi, güzel ve doğru” ise onu meşru yoldan edinmeye çalış, ama haset etme, onu takdir et, kendi eksiğini de tamamlamaya çalış.
-Başına istemediğin bir hal geldiğinde bunun da geçeceğini düşün, dünyanı karartma, günahkârlık ise tevbe et.
-Dünyada ve ahirette seni utandıracak, rezil rüsvay edecek davranışlardan zinhar uzak dur; çünkü hem bu dünyada bir gün ortaya çıkabilir, hem de ahirette mutlaka aleni sorguya çekilirsin.
-Seni iki cihanda mutlu edecek bir hedefin olsun; bu hedefe ulaşabilmek için planlı, programlı ve disiplinli olarak çalış.
-Ailesiz mutluluk olmaz. Ölçülerimize uygun bir ailen varsa onun kıymetini bil, üyeleriyle temel kurallar ve edep dâhilinde ilişkini kur ve koru. Uygunsuz bir aile içinde isen seni saptırma ihtimali bulunmadığı sürece onu terk etme, ya sözle ya davranışlarınla düzelmeleri için en uygun yolu ısrarla uygula.
-Uygun zamanda evlen ve bir aile kur. Evleneceğin kişi hedefine olan yolculuğunda sana destek olacak biri olsun. Bahane ve engel bitip tükenmez, bunları öne sürerek evlenmeyi normalden gece bırakma.
-Başta namaz olmak üzere ibadetlerini aksatma.
-Peygamberlerden başka bütün beşerde hata ve günaha girme durumu vardır. Dinin sabitelerine (değişmez temel kurallarına), akıl ve bilim ölçütlerine vurmadan kimsenin görüşüne ve sözüne körü körüne teslim olma. Her insanın fikir ve inanç problemleri (bunalışları, içinden çıkamadığı soruları) olabilir. Böyle bir durumda erdemli ve bilge kişilerle konuş, bir müminin ulaşabileceği hakikate teslim ol.
Değerli Hocam, bu değerli sohbetiniz için sizlere teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim. Âsım dergimize ve emeği geçen öğrencilerimize muvaffakiyetler diliyorum.
Yunus Emre Altuntaş alıntıladı
*
Korona günlerine dair
Bağın bahçen var olsun gidip de göremezsin
Dostlar meclis kuramaz sen varıp giremezsin
Paran pulun çok olsun elini süremezsin
Ölü böyle değil mi söylen, hanımlar beyler!
Atın araban hazır gidemezsin dostuna
Oturup kaldın dostum evindeki postuna
Tedbir alıp karşı dur koronanın kastına
Kendini bilen kişi ancak bildiğin söyler
Korona hal diliyle şunu söylüyor bize
Ne kadar güçlü olsan ecel getirir dize
O zaman çöp batacak hep sakındığın göze
Hazırlığı olmayan göçüp gidince neyler
Geride kalır mal mülk seninle gider amel
Ömür tükenir dostum ama tükenmez emel
Cennette köşk istersen yap hayatında temel
Ahirete yaramaz hayırdan başka şeyler
Berzahta ruh duysa da cuma için ezanı
Dönüp kılmak istese geri istese canı
Geçti Bor’un pazarı bırakmazlar insanı
İnsan ne eyler ise ancak dünyada eyler
Bu da geçecek ya hu ama fırsat bilelim
Öz eleştiri yapıp hata nerde diyelim
Defteri temizleyip kalpten pası silelim
Tevbe edelim uçsun ruhu kaplayan küller
“Hak şerleri hayreyler” ibret alırsan eğer
Kazandığın seninle giderse bulur değer
Ölümü düşünmekmiş hapsin hikmeti meğer
Hayri, ölmeden ölen Allah kulunu över
Asıl vatan aşkıyla inliyor bakın neyler
Hayreddin Karaman
15. 04. 2020
* Bu söyleşi okul yönetiminin izni alınarak Âsım dergisinin 7. Sayısından alıntılanmıştır.
Derginin linki:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.