Ahmet Taşgetiren
Türkiye-İran farkı..
Aksiyon dergisinde "Türkiye'nin farkı" başlıklı bir dış politika değerlendirmem yayınlandı.
Bu farkın bugün, İran'ın politikaları söz olduğunda yeniden vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ifade ediliyordu bu fark:
"Türkiye'nin farkı nedir?
Bana göre, kendi geleceğini düşünürken, bunu tüm İslam coğrafyasının, hatta bir adım daha ileride, tüm dünyanın geleceği ile birlikte değerlendirmektir.
Bu stratejik bir dış politika tercihidir."
O yazıda, bu stratejik tercihin "İslam dünyası"na yönelik kısmına ise şöyle değiniliyordu:
"Küresel güç odakları, İslam coğrafyasındaki, çok uzunca bir zamandır "sömürgecilik-yeni sömürgecilik" diye nitelenebilecek olan çıkarlarını sürdürebilmek için, kimi zaman etnik hassasiyetleri, kimi zaman mezhebi aidiyetleri araç olarak kullandılar. Onlar, çıkarları şu mezhebi oluşumda ise ona, bu etnik alandaki bloklaşmada ise ona oynamışlar, birlikte oynadıkları aktörler de şu veya bu zamanda değişegelmiştir. Bu güç odaklarının, zaman zaman, gerek mezhebi aidiyeti sebebiyle gerekse diyelim laik hüviyetinden yola çıkarak Türkiye üzerine oynadıkları da görülmüştür.
Türkiye'yi İran'a karşı kullanmak, Türkiye'yi İsrail'in yanına yerleştirmek gibi...
Batı dünyasının Türkiye'ye karşı İran'a oynadığı ya da Suriye'ye karşı Mısır'a oynadığı zamanlar da olmuştur. Bir dönem her bir İslam ülkesi, Batılı küresel güç odakları nezdinde satranç tahtasında birer taş muamelesi görmüştür. Doğrusu İslam ülkelerindeki yönetimler de, çoğu zaman bu oyun elemanı rolüne razı olmuşlardır."
Türkiye'nin çizgisi
"Türkiye, son dönemde, oyun kurucu olmaya soyunmuş, bunun için stratejiler oluşturmuştur.
İşte ben, bu stratejik bilincin özünde, tüm İslam dünyası için, etnik farklılaşmaların, mezhebi fay hatlarının depreme dönüşmesini önleme duyarlılığı olduğunu düşünüyorum. Türk dış politika yapımcıları, bütün İslam coğrafyasında bu anlamda çaba sarf ediyorlar. Mesela Irak'ta Ahmet Davutoğlu'nun, neredeyse kabile boyutunda verdiği emek bunun bir örneğidir. Aynı çabayı, bildiğim kadarıyla, birbiriyle diplomatik ilişkileri bulunmayan İslam ülkelerinin, birbiriyle konuşabilir hale gelmesinde de sergilemiştir.
İslam coğrafyasının geleceği açısından soru şudur: Türkiye'nin bu hassasiyeti ne ölçüde, zemin ya da karşılık bulacaktır?" (Aksiyon, s. 886, 14. 11 2011)
İran'ın sınavı
Bu son sorunun cevabı her zaman olumlu olmayabiliyor. Yani Türkiye'nin iyi niyeti karşılık bulmayabiliyor. Etnik veya mezhebi duyarlılıklar öne çıkıp, stratejik hesaplar o fay üzerinden kurgulanabiliyor.
Bu belki Türkiye'yi de hâlâ aynı kategoride görmekten veya uluslararası güç odaklarının İslam coğrafyasını o fay hattı üzerinden dizaynlama çabasının mutlak sonuçlar vereceği kuşkusuna saplanmaktan kaynaklanabiliyor.
İran'ın mezhep ağırlıklı nüfuz politikası bu açıdan dikkat çekiyor. O, diyelim Suudi Arabistan'da ve başka pek çok yerde karşıtlık oluşturuyor. Bu da İslam coğrafyasında Sünni-Şii nüfuz mücadelesi tarzında bir denklemi gündeme getiriyor.
Türkiye, diyelim nükleer çalışmalar konusunda İran'ı savunur konuma girerken, böyle bir nüfuz hesabını göz ardı ederek hareket etti. Batı aleminin bu noktadaki bütün baskılarına karşı durdu. Ama İran'dan mesela Suriye konusunda karşılık gelmiyor.
Oysa mezhep ağırlıklı bir stratejinin, İslam dünyasının birlikteliğine katkı sağlamayacağının görülmesi lazım. Bu, hemen karşıtını üretecek bir şeydir ve diyelim Şiilik karşıtlığı bir blok oluşturduğunda, İran orada çok zayıf düşer. Kendisi ile birlikte tüm coğrafyayı da zayıf düşürür. Bu noktada İran bir özeleştiri yapar mı yoksa Türkiye'yi de karşıtlık pozisyonuna itmeyi mi tercih eder, bence bu da bir sağduyu sınavıdır.
Ahmet TAŞGETİREN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.