İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Türkiye Afrin’e neden girdi?

Türkiye Afrin’e neden girdi?

Türkiye Afrin’e neden girdi? *Sadece PKK ile mi çatıştık? *O gün kapıyı kapatmasaydık bugün Hatay’ı yakacaklardı.. *Bu coğrafya hepimiz için bir kaderdir. Ayrılmak ölümdür..*

Bir yıl önce Türkiye Afrin’de sadece PKK/PYD ile çatışmadı.Bu örgütün arkasına gizlenmiş bölge ülkeleriyle, bu örgüt üzerinden Anadolu’yu çevrelemeye çalışan ABD, İsrail ve müttefikleriyle mücadele etti.

Afrin müdahalesi bir terörle mücadele değildi, bir yabancı işgalle, bir dış tehditle mücadeleydi, Türkiye’nin geleceğini güvence altına alma mücadelesiydi. Bu anlamda Afrin’de, Suriye toprağında biriken bir tehdidi ortadan kaldırmanın çok ötesinde bir hesap vardı.

Bu hesap; ilmik ilmik işlenen, her aşaması bir başka bahaneyle “yutturulan” bir büyük coğrafya tasarımıydı. Irak işgaliyle, Suriye savaşıyla, Türkiye sınırlarının aşındırılmasıyla ulaşmak istedikleri yeni bir coğrafya haritasıydı.

İran sınırından Akdeniz’e: Yüz yıl önceki oyunu bu sefer bozacağız..

Yüz yıl önce yaşadıklarımızı bize yeniden dayatanların, bütün zaaflarımızı, kimliklerimizi çatışma diline dönüştürerek bizi yeniden derin bir uykuya sürükleyecekleri, gerçekleştirecekleri bir büyük yıkımdı. Türkiye dâhil, parçalama planı yapmadıkları, yeni haritalarını çizmedikleri ülke yoktu.

Türkiye’nin Afrin’e müdahalesi, DEAŞ ve PKK üzerinden coğrafyayı ve Anadolu’yu imha etmek isteyenlere yönelik en ağır cevap, en ciddi karşı koyuştu. Terörle mücadelenin çok ötesinde bir hesaplaşma, bir jeopolitik müdahaleydi. O harita planlarına en ağır darbelerden biriydi.

İran sınırından Akdeniz’e kadar şekillendirdikleri haritaya çok ağır bir darbeydi. “Koridor”un Batı kapısı, Akdeniz kapısı kapatılmış, bütün hesaplar sıfırlanmıştı.

Biz o kapıyı kapatmasaydık bugün Hatay’ı yakacaklardı

Bir yıl önce o kapı kapatılmasaydı bugün Hatay’ı tartışıyor olacaktık, Hatay terörle kasıp kavrulacaktı. Bugün Fırat’ın Doğu’suna müdahaleyi engellemek için Türkiye’nin kapısını çalanlar, oyun üstüne oyun kuranlar, içeriden bu operasyona katılanlar, o zaman bütün mesailerini Hatay için harcıyor, öneri üstüne öneri getiriyor olacaktı.

Akılalmaz bir zihinsel tutulmaya mahkûm edilecektik, içeride olağanüstü hassasiyet ve zihin karışıklığı oluşturulacaktı. Türkiye’nin pozisyon alması bile engellenecekti. Belki de bir toplumsal infialle karşı karşıya kalacaktık.

Çünkü “Harita”nın önündeki tek engel Hatay’dı. Her şey bittiğinde bütün örgütler ve güçler oraya dayanacaktı. İşte o zaman Fırat’ın Doğu’su için bir seçeneğimiz bile, konuşacak cümlemiz bile olamayacaktı.

Kuşatma aynen devam ediyor ama ‘kurtarıcı akıl’ sahaya indi

Fırat Kalkanı ile DEAŞ, Afrin müdahalesiyle PKK sınırlarımızın bir kısmından uzaklaştırıldı. Ama bu örgüt ve arkasındaki güçleryüzlerce kilometrelik “Türkiye Cephesi”ni güçlendirmeye devam ediyor. Kuşatma, çevreleme aynen devam ediyor. Batı Kapısı kapatıldı ama İran sınırına kadar büyük tehdit devam ediyor.

Eğer bu operasyonlar yapılmasaydı, bugün her iki bölge için de diplomatik kıvırmalarla, entrikalarla baş etmeye çalışıyor olacaktık ve hiçbir sonuç alamayacaktık. O iki operasyon yapılmasaydı bugün Türkiye tamamen kilitlenmiş, köşeye sıkışmış halde büyük bir çaresizlik içinde kıvranıyor olacaktı.

20 Ocak 2018’de başlayan Afrin müdahalesinin arkasındaki “kurtarıcı akıl” bunlardı. Bundan sonra bölgeye yönelik akıl da böyle olacaktır. Fırat’ın Doğu’suna yönelik hesap da böyle bir hesaptır. Bölgenin ve dünyanın bütün yıkım planlarına karşı bir ülkenin kendini ve coğrafyasını savunma çabası olacaktır. Sadece bugünü değil geleceği kurtarma mücadelesi olacaktır. 20. yüzyılın ilk döneminde yaşadıklarımız bize ihtiyaç duyduğumuz bütün akıl ve basireti sunmaktadır.

O gün Afrin’deydik: ÖSO, “Irak sınırına kadar gidelim” diyordu

Müdahale sona erdiği gün Afrin’deydik. Çatışmalar yeni bitmişti. Her yerden silah sesleri geliyordu. Yol boyu çatışma izlerini gördük, şehrin ilk anlarına tanık olduk. Orada bir terörle mücadele değil, çok ciddi bir harita planının boşa çıkarıldığını biliyordum, bölgesel denklemi tersine çevirdiğimizi biliyordum. Buna tanıklık etmek için istiyordum. Afrin’de dolaşırken -ki, sanırım orada o gün tek takım elbiseli kişi bendim-, bunları düşünüyordum.

Şehrin dışında, bir tepeden şehri izliyorduk. TSK ile birlikte operasyona katılan ÖSO liderleri ile konuşuyorduk. “Türkiye yolu açsın, karar versin Irak sınırına kadar gidelim”demişlerdi. Niyetleri Suriye’nin kuzeyinin, Türkiye’nin güneyinin tamamen temizlenmesiydi. ABD ve müttefiklerinin PKK ve DEAŞ üzerinden bu kuşakta “kalıcı” bir işgal planı uyguladığını çok iyi biliyorlardı.

Devletten devlete savaş için hazırlıklar yapılmıştı!

Afrin’deki silah yığınaklarını, depoları gördük. Asla bir örgüt meselesi, terör meselesi değildi. Binlerce kişilik askeri birimleri donatacak yığınaklar yapılmıştı. Yeraltında kamyonlarla girilebilen, NATO standartlarına uygun hazırlıklar yapılmıştı. Bütün planlar “devletten devlete savaş”a hazırlıktı. Bizzat tanık olduk.

Afrin’de kaldık. O gün bugündür ABD’nin Münbiç yalanlarını izliyoruz. Barack Obama dönemiyle başlayan yalanlar, Donald Trump’ın “çekilme” kararı ile devam ediyor. Bu haliyle hiçbir yere varamayacağımızı, Fırat’ın Doğu’su meselesinin asla çözülemeyeceğini bilelim. Fırat Kalkanı ve Zeytin DalıOperasyonu yapılmasaydı buraya kadar bile gelemeyecektik. Çünkü onlar bize 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana aynı yalanları söylüyor, aynı yalanlarla devam edecekler.

Türkiye, içeride, sınırlarında, coğrafyasında hiçbir sorunu yabancı inisiyatiflerle çözemez. O dönem geçti. Dünyanın, bölgenin içinde bulunduğu durum, yeni yöntemleri öne çıkardı. Bunlardan geri düşersek, uyursak, ertelersek mahvoluruz. “Zor oyunu bozar” dönemindeyiz. “Elini nereye uzatabiliyorsan o kadarsın” dönemindeyiz. Zaten öyle de oluyor. Bunu hepimiz görüyoruz.

Coğrafya kaderdir. O kader toprak, ağaç, petrol değildir. Ayrılmak ölümdür, bilirsiniz!

Bazı şeyler iç politika malzemesi değildir. Bazı şeyler ölümcüldür, diplomatik değildir. Asırlıktır, kalıcıdır, esaslıdır. Ülkenin, milletin, tarihin ve coğrafyanın gerçeğidir. O kuşaktaki hiçbir mesele etnik değildir. Çokuluslu bir işgal vardır, bu işgal bütün coğrafyayı ve Türkiye’yi imha etmeye ayarlıdır. O işgalle birlikte hareket eden kim varsa “dış tehdittir”, “yabancı unsur”dur.

Evet, coğrafyamız kaderimizdir. Ama o kader sadece toprak, su, ağaç, maden, petrol değildir. Milletler, toplumlar da birbirine bağlıdır. Duygular, geçmiş ve gelecek birbirine bağlıdır.

yenisafak.com / yazının devamı..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi