Ahmet Taşgetiren
Şehvet
Gülay Göktürk'ün dünkü yazısı "Hakkaniyete çağrı" niteliğindeydi.
Ben de bugün, "Hakkaniyet"in önündeki engeli yazmak istiyorum. "Şehvet"tir o.
Şehvet, aşırı tutku-arzu demektir. Aklı giderir. Düşünceyi devre dışı bırakır.
İktidar, bir sorunu çözme gücüdür. İktidar şehvet haline gelirse, azmanlaşır, tecavüze dönüşür.
Muhalefet, bir sorunun çözümünde farklı olana dikkat çekmek, yanlış karşısında uyarıda bulunmaktır. Muhalefet şehvet haline gelirse, her şeye itiraz haline dönüşür.
Kürt sorununu dile getirmek, bir yanlışın tashih edilmesini taleptir. Kürt sorunu konusunda şehvet, o konunun ırzına geçme çabasıdır.
Türk şehveti Kürt şehveti, sağ şehveti sol şehveti, liberal şehveti muhafazakâr şehveti, hatta İslamcılık şehveti bile mümkündür. Bazen bir topluluğa aidiyet duygusu da şehvet ölçüsüne varıp, başka her türlü oluşumu dışlamaya dönüşebilir.
Güvenlikçilik duygusu da şehvete dönüşebilir, güvenlik kaygısına karşıtlık da...
.....
Şimdi gelelim Uludere'ye...
Hasip Kaplan 'a bakıyorum. Eline bir şey geçirmişliğin şehveti içerisinde konuşuyor: Buraya hiçbir bakan gelmesin. Burada herkes silahlı. Ne olur bilinmez.
Bakıyorum: Selahattin Demirtaş, içindeki arzuların şehveti içinde sesleniyor: Bu ülke bölünmüştür.
Ahmet Türk şehvetle konuşuyor: Bu bir soykırımdır.
Birçok liberal yazarımızda şehvet tırmanış halinde.
Ben İçişleri Bakanı'nın her eylemde terör izi arayan sözlerine de şehvetin tırmanışı olarak bakarım.
Taziye çadırına gelen Uludere kaymakamına saldıranlar da etnik ve devlet karşıtı şehvetleri kışkırtılmış militanlardan başkası değil.
...
Yeni bir Habur tezgâhı
Oysa çocuklarını kaybeden köylülere bakın. Annelere, babalara bakın. Onların hiçbirinde ne Hasip Kaplan'ın gözü kararmışlığı var, ne Ahmet Türk'ün, ne Selahattin Demirtaş'ın şehvetle abanışı... Ne Hasan Cemal'in, ne Nuray Mert'in... Ne Ahmet Altan'ın ne Ali Bayramoğlu'nun katliam söylemleri... Ahmet Türk'e yakıştırmazsınız bu söz şehvetini... Ama iklim içine girince her şeyin formatı değişiyor anlaşılan.
35 tabutun üstüne PKK bayrakları örtülmüş. Bu bayrakları cenaze sahipleri mi örttü? "İçim yanıyor" diyor bir baba, çocuğunun tabutunun üstüne örgüt bayrağı örtüldüğü için...
Oralarda işin ne kadar sahtekârca yürütüldüğünü anlamak için sadece bu görüntüye bakmak yeter oysa...
Gelmişsiniz, el koymuşsunuz vatandaşın cenazesine...
Orası bir korucu köyü.
Köy halkı bugüne kadar PKK ile boğaz boğaza gelmiş.
Ve siz, onlara çocuklarının cenazesini kaldırma hakkı tanımamışsınız.
Ortasu köyünün nüfusu 600 civarında.
Güzelyazı köyünün nüfusu 3 bin 500 civarında...
Peki, o binlerce insan nasıl doluştu oraya?
Bu belli ki yeni bir Habur tezgâhı...
Kaymakamı linç etmek
Orada kaymakamı linç edecektiniz belli ki... Kaymakam kim? Muşlu, çocukluğu tarlada, bağda bahçede geçmiş bir halk çocuğu. Bölgenin acısını en iyi bilen, kendisini Uludere'nin çocuklarına adamış bir insan. Bir çocuk daha kurtulsun diye eğitime, okula yatırım yapan bir insan. Onu linç edecektiniz. Bu mu insanlık? Çocukları operasyonda ölen köylü zor alıyor kaymakamı elinizden? İnsanlık bu mu?
Hasip Kaplan 'a kalsa, demek ki, bakanlara da aynı şey yapılacaktı. Hem de öyle yumrukla, taşla sopayla değil, silahla... Hasip Kaplan hukukçu ya... Suret-i haktan görünmeyi hesap ediyor belli ki... "Ben uyardım" diyecek ama sözlerinin altında "Bakanları buraya sokmayın, gerekirse silahla..." mesajını okumak, okuması yazması olan herkesin kolayca yapabileceği bir iş.
Gül 'ün, Erdoğan'ın hassasiyeti sarar bu yarayı, Uludere kaymakamı sarar bu yarayı. "Halkla birlikte ağladım" diyen kaymakamın sözlerinde en küçük bir yapmacıklık yok. Ve o köylü o fitneyi aşar.
Keşke sözün şehvetine kapılanlar da içlerinde bir acı duysalar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.