Ahmet Taşgetiren
Öcalan'ın özür borcu
Bir süredir zihnimde, "Öcalan neden özür dilemiyor" sorusu dolaşıp duruyordu.
"Bağımsız devlet"ten de "Demokratik özerklik"ten de vazgeçtiği, hatta "Demokratik üniterlik"te karar kıldığı ifade ediliyordu. Üniter yapı içinde demokrasinin en yüksek seviyeye çıkması ise, zaten mesela AK Parti iktidarının hedeflediği şeydi. Peki o zaman, 40 bin kişi neden ateşin içine sürüklenmişti?
Hiç olmazsa bir özrü hak etmiyor muydu, bunca can ve yüreklerine ateş düşen bunca anne-baba?
Bunu yazayım diye düşünüp dururken, dün Radikal'de Ezgi Başaran'ın yazısını okudum. Öcalan'ın, "Kürdistan-Devrim Manifestosu" isimli kitabından alıntılar yapıyordu.
Alıntılar, Öcalan'ın müthiş bir zihni devinim yaşadığını, İmralı'daki tecridin kendisinde "pozitivist bir dogmatik olduğu" noktasına götürdüğünü ve bunu sorguladığını ortaya koyuyor ve sonunda "Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğunu fark ettim" diyordu.
Ne denir? Günaydınlar, günaydınlar efendim!
Bakın şu uyanışa!
Ezgi Başaran, Öcalan'dan alıntıları "Buyurun, Öcalan'ı dinleyelim" diyerek başlatmış. Biz de onu yapalım, buyurun okuyalım o uyanış hikayesini:
"Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştü.
Pozitivist bir dogmatik olduğumun derinliğine farkına varmam tecritle oldukça ilişkilidir. Farklı modernite kavramlarını, ulus inşalarının çok çeşitli modellerinin olabileceğini, genelde toplumsal yapılanmaların insan eliyle yaratılmış kurgusal yapılar olduğunu ve esnek bir doğaları bulunduğunu tecrit koşullarında idrak ettim.
Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi...
Reel sosyalizm ulus devlet kavramını aşamadığı ve temel modernite gerçeği olarak kavradığı için, başka tür bir ulusçuluğun, örneğin demokratik ulusçuluğun olabileceğini düşünmemiştik. Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi!
Ulus devletçilik boşmuş!
Hâlbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus devlet modelinin toplumlar için demirden bir kafes olduğunu kavradıkça hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim.
Ulus devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu. Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğunu fark ettim."
Öcalan sonunda, bu zihni devinimin devletle ilişkilere nasıl yansıdığını da şöyle anlatıyor:
"Bu kavramsal ve kuramsal birikim temelinde devlet yetkilileriyle geliştirdiğimiz diyaloglar daha verimli oluyor ve pratik çözüm yolları için yaratıcılık sağlıyordu." (16 Ocak 2013)
Ya giden canlar ne olacak?
Evet, okudunuz. Bir kere daha okuyun lütfen. Bir lider tecrit yaşıyor ve binlerce insanı can pazarına süren düşüncelerinde köklü değişim oluyor. "Kapitalist modernitenin kurbanı!"
Ya dağda can veren Kürt çocukları neyin, kimin kurbanı?
İşte ben, toplum önüne çıkan yazar, örgüt lideri, siyasetçi vs'nin, aradan yıllar geçtikten sonra ve onların öncülüğü ile binlerce insan can verdikten sonra "uyanış" yaşamaları karşısında illet oluyorum.
Ahmet TAŞGETİREN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.