Göksultan Abdülhamid Han Ve Nihal Atsız
Göksultan Abdülhamid Han Ve Nihal Atsız
22-24 Eylül târihlerinde “2. Abdülhamid Han ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu” düzenlenecek. Sempozyum, TBMM’nin himâyesinde Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşecek. TBMM’nin böyle bir sempozyum düzenlemesini gönülden destekliyorum.
TBMM Başkanı İsmâil Kahraman, sempozyumun tanıtım toplantısında, Sultan 2. Abdülhamid'in tahta çıktıktan sonra anayasal-parlamenter sisteme geçişle ilgili çalışmaları Dolmabahçe Sarayı'nda başlattığını; ardından da Birinci Meşrûtiyet'i 23 Aralık 1876'da i’lân edip, Meclis-i Mebûsân'ın ilk toplantısını 19 Mart 1877'de yine bu sarayda gerçekleştirdiğini; millî irâdenin temsil edildiği yer olan TBMM'nin de kendisini böyle bir yerde anmasının özel bir anlamı olduğunu söyledi.
İsmâil Kahraman’ın bu açıklamasına i’tirâz ediyorum. Çünkü Dolmabahçe’de i’lân edilen Meşrûtiyet, Abdülhamid Han’ın tercihi değildi ve gücü elinde toplayınca ilk fırsatta bu yanlışı düzeltip memleketi 33 yıl daha ayakta tuttu. Yine tercihi dışında İkinci Meşrûtiyet’i i’lân etmek zorunda kalınca memleket, felâketten felâkete sürüklendi.
Nitekim Meclis Başkanı’nın bu ifâdelerine, “Bilakis Meclis’i kapattı.” tepkisi verenler oldu ki doğruya doğru. Bunu diyenlere şimdiki neslin ifâdesiyle soralım: “Bi sor bakalım, niye kapattı?”
Sorunun cevâbını, Nihal Atsız’ın 1955’de yazdığı Göksultan makâlesinden verelim:
“Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan liberalizmi V. Murat, muhâfazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor; muhâfakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idâreye lüzûm görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.
İlk Meşrûtiyet Meclisi’ndeki Hıristiyan mebûslar, Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, Meşrûtiyet’i devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebûslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclis’i kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hristiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmî dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümâyişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?”
2. Abdülhamid Han’ın hakkını teslim etme konusunda, genellikle Necip Fâzıl Kısakürek’in “Ulu Hakan” övgüsünden hareket edilir. Oysa Kısakürek, Ulu Hakan ifâdesini Atsız’dan on yıl sonra kullandı.
Nihal Atsız’daki ecdâd sevgisi, Osmanlı hayranlığı çok az münevverde vardır. Hânedândan birini görünce hemen ayağa kalkarmış. Atsız’ın, ittihatçılar, Çanakkale ve Lozancılar konusunda da bilinç düzeyi çok yüksektir. 1933 yılında Çanakkale şehitliklerine organize olarak ziyâretleri başlatan kişidir. Lozancıları ve Kemalistleri hiç sevmez. Fakat her nedense gerek Kemalist Türkçüler gerekse Millî Görüşçüler Atsız’ın bu yönlerini konuşmuyorlar.
Kemalist Türkçülerin derdi belli. İttihatçılıklarına dokunuyor. Peki, diğer taraf niye böyle yapıyor? Sebep, Atsız’ın inancıyla ve İslâm dini aleyhindeki sözleriyle ilgili. Gerçekten bir dönem çok tâlihsiz sözleri var. İyi de Atsız böyle şeyler söylerken Necip Fâzıl beşe beş katmıyordu. Onun da geçmişinde inanç adına sıkıntılı devreler vardı. O da değişti.
Fethi Gemuhluoğlu’nun deyimiyle Nihal Atsız, Kemalizmle mücâdelede beş vakit namazlıların göstermediği cesâreti gösterdi. Bunu görmezden gelmeye veya hafife almaya, hiç kimsenin hakkı yoktur.
İsmâil Kahraman, açıklamasında Sultan’a vefâ borcumuz olduğunu söyledi.
2. Abdülhamid Han’a vefâ borcumuzu öderken onu bize “Göksultan” olarak cesurca tanıtan Nihal Atsız’ın da hakkını teslim edelim lütfen.
Kerime Yıldız
En Politik, 21.9.2016
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.