Feyyaz Yiğit: Seyirci anlamadı diye bir şey yok, sen anlatamamışsındır
Feyyaz Yiğit: Seyirci anlamadı diye bir şey yok, sen anlatamamışsındır
Yazar, senarist, müzisyen ve oyuncu Feyyaz Yiğit, "Bir iş yapıp da 'Seyirci anlamadı.' diye bir şey yok. Sen anlatamamışsındır." dedi.
İlk kez Disko Kralı programında oynağı skeçlerle tanınan, "Olduğu Kadar", "Aptal" ve "8-9 Senedir Kendimi İyi Hissetmiyorum" kitaplarının yazarı, Ali Atay ve Aziz Kedi ile birlikte "Ölümlü Dünya" ve "Cinayet Süsü" filmlerinin senaristliğini yapan Feyyaz Yiğit Çakmak, "Bir iş yapıp da 'Seyirci anlamadı.' diye bir şey yok. Sen anlatamamışsındır. Ben de bir seyirciyim, sinemaya gidiyorum. Biz bir şeye gülerken seyirci de bizimle gülecek düşüncesini taşıyoruz." dedi.
Senaristlik ve oyunculuğun yanında yazar, çizer ve müzisyenliğiyle de dikkati çeken Çakmak, oyunculuk, resim, sinema ve müzikle olan ilişkisini, Ali Atay'la birlikte yer aldığı işleri ve sinema hakkındaki düşüncelerini AA muhabirine değerlendirdi.
Yazarlığa ilginiz hep var mıydı, nasıl başladı bu macera?
Sanatla meşgul olmaya, çocuk yaşta resim yaparak başladım. Sonra resim okudum. Ankara'da Güzel Sanatlar Lisesine gittim sonra Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Grafik Tasarım okudum. Üniversite okurken de aynı zamanda reklam ajansında yazarlık yapmaya başladım.
Sonra İstanbul'a geldim, Aziz ile tanıştım. Bizim senaryomuzdaki (Cinayet Süsü) üçten biri. Onunla birlikte, ondan çok fazla şey öğrendim. Aramızda bir 10 yaş var. Bayağı usta çırak gibi oldu. Beni yazarlık kısmına sokan, orada bana destek olan kişi o oldu. Programda yazdım, Disko Kralı'nda editör kadrosunda çalıştım, orkestrada gitar çaldım, skeçlerde oynadım aynı zamanda ajansta çalışıyordum. Ajansta yazarlık yapıyordum, resim okuduğum için ajansta storyboard çizdim. Çok düşük paralara ne diyorlarsa yaptım.
Meslek olarak bu işlere nasıl girdiniz?
Bu işlere bodoslama girmiş oldum. Ortaokulda, Türkçe hocam aileme diyor ki 'Bu çocuğun resim yapması lazım. Çünkü çok güzel resim yapıyor. Onu bir sanat okuluna bence yönlendirelim.' Akademik olarak sanat eğitimi benim hayatıma öyle giriyor aslında.
Peki resim nerede şu an hayatınızda, ne seviyede devam ediyor?
Hala devam ediyorum.
Sergileriniz oldu mu?
Hiç 'bir sergi açayım' diye düşünmedim ama evim dolu. Evin her tarafında resim var. Kendimi bildim bileli benim bir eskiz defterim var. Kaç tane defter bitirdim onu bile bilmiyorum.
Paylaşıyor musunuz bunları?
Instagramdan bazen eskizlerimi falan paylaşıyorum. Resim devam ediyor, hiç bitmedi. Hatta en sık devam eden şey o. Her gün mutlaka bir şeyler çiziyorum.
Peki, Ali Atay ile yollarınız nasıl kesişti?
Ali'ye bir şov programı teklif edilmişti. 5 sene önce falan herhalde. Aziz ile bana da o programın editörü olmamız teklif edilmişti. Biz o işin toplantısında tanıştık fakat ne Ali'yi ne bizi şov programı heyecanlandırmıyordu. Ali dedi ki 'Film yapalım.' Biz de 'Neden olmasın.' dedik sonra hemen buluştuk. 'Ölümlü Dünya'yı yazdık. 2 sene durdu o senaryo. Biz yazıp peşine de düşmedik. Hadi senaryo yazdık, götürelim film olsun diye çaba da harcamadık. Normal hayatımıza devam ettik. Çay içtik, kahve içtik, oturduk, kalktık. Sonuç olarak iki film birden çekilmiş oldu. Biz tanıştığımız günden beri birlikte bir şeyler yazıyoruz, çekiyoruz, oynuyoruz.
"Birbirimize karşı dürüst davranıyoruz"
Nasıl oldu öyle bir anda mı birbirinizin uyumlu olduğunu fark ettiniz?
Evet yani o çıktı ortaya. Birkaç insanın aynı işte, bir ahenk yakalayıp çalışması zor bir şey. Şu çok iyi, mesela biz 3 kişi bir şey yazıyoruz. Yazdığımız her şeyin 3 kişinin onayından geçmesi gerekiyor. Bazen birkaç kere yazılıyor. Bazen yazıyor, beğeniyoruz sonra beğenmiyoruz bir daha yazılması gerekiyor. Bir şey kötüyse direkt söyleniyor. Bir şey komik değilse komik değil deniyor. O güven veren bir şey. Ben hata yapabilirim, o hata yapabilir, Aziz hata yapabilir ama birlikte hata yapmak daha zor. O yüzden ne kadar kalabalık, ne kadar beyin o kadar daha güvenli, daha zevkli. Zaten tek başına çok güzel şeyler yapmak sıkıcı. Onun çok güzel olduğunu sadece sen düşünüyorsun ve bunu paylaşacak kimsen yok. O zaman sadece bir şeyler yapıyor olursun. Çok güzel, efekti bile başkalarına ait, sen tadını çıkaramazsın. O yüzden üç arkadaşın bayağı eğlenerek birlikte bir şey yapması, bence sonuca artı değer sağlayan bir şey. Hata yapmayı zorlaştırıyor.
Başarınızın sırrı birbirinize karşı dürüst olmanız mı?
Ali ve Aziz benim çok yakın arkadaşım, aynı zamanda abi gibiler. Onlara herhangi bir konuda yalan söylersem zaten kötülük yapmış olurum. İnsan sevdiği insana böyle bir şeyi niye yapsın. Ali'nin yaptığı bir şeyi beğenmezsem, 'Abi ne kadar kötü.' derim. O da aynısını bana diyor ki birbirimizi çekip çevirelim. Ortada bazı büyük tuzaklar var ve her insan düşüyor o tuzaklara. Onlardan insanı arkadaşları korur zaten. Bence şanslı olduğumuz kısım o. Yarın öbür gün çok kötü bir şey yaparsak en azından bunun farkında olacağız. Diyeceğiz ki 'Çok kötü bir şey yapmışız. Biz bunu nasıl atladık.' diyeceğiz.
"Komedi filmi yaparken şaka yapmamaya çalışıyoruz"
Hikayeleriniz sıradan ama sıra dışı bir üslupla işliyorsunuz onları. Filmlerinizin beğenilmesi hikayelerinizin bu özelliğinden mi kaynaklanıyor?
Biz bunu 'Ölümlü Dünya'da oturduk, konuştuk ve onay vererek bu şekilde çalışmaya başladık. Komik bir durum, komik bir öykü ya da insanı gıdıklayan bir şey ortaya koyduğumuz zaman, bunun altını çizmemeliyiz çünkü zaten komik olması gereken bir şeyi bir de komik yapmaya çalışırsan ortaya çirkin bir şey çıkıyor, kaosa dönüşüyor. Herkesin deliyi oynadığı bir film komik olmaz ama bir tane deli on tane akıllının içerisinde çok komiktir. Çok fazla abartmak, bazı şeylerin görünür olmasını engelliyor. O yüzden seyircinin bizim anlattığımız hikayeye öncelikle inanmasını istiyoruz. Bu böyle olursa, seyirci filmi izlerken inanır çünkü bir şeye inandığında o hikayeye dahil oluyor. Bir kere dahil olduktan sonra zaten bir espriye gülüyor gibi olmuyorsun. Sinirini bozuyor, senin dalağından yakalayıp sürekli güldüren bir şeye dönüşüyor çünkü gerçek hayatta bunlar başımıza gelse sinirlerimiz bozulur. Biz de izleyince gerçekten sinirlerimiz bozulsun istiyoruz aslında. Kısacası biz komedi filmi yazarken şaka yapmamaya çalışıyoruz.
Durumun kendisi, gülmek için yeterli mi?
Çünkü anlattığımız şeyin kendisi bir şaka olmalı. Biz onun içerisine bir de şaka yazmamalıyız. Şakanın kendisi bizzat film olmalı.
Bu da sizin zaten mizah türünüzü ve tarzınızı belirliyor sanırım...
Yani bu, bizim de eğlendiğimiz, zevk aldığımız, yapmak istediğimiz şey. Bizim bulduğumuz bir şey değil.
Durum komedisi mi diyorsunuz?
Evet, bu 'situation comedy' denilen şey. Sitcom denilince parlak ışık ve dekor geliyor sadece aklımıza ama 'Seinfeld'in 9 sene yaptığı şey aslında bu. Ne kadar saçma karakterler olsa da seyirci ikna oluyor insanların böyle olduğuna. Belki Türkiye'de yapılmıyordu bu. Belki insanlar bu şekilde güldürmeyi tercih etmiyordu ama bizim kendi güldüğümüz, eğlendiğimiz ve yaptıkça da öğrendiğimiz şey bu.
"Bizde seri katil diye bir şey yok"
Özellikle 'Cinayet Süsü' filminin senaryosu nasıl oraya çıktı?
Bizi harekete geçiren fikir aslında şu, senelerce Hollywood'da yapılmış seri katil filmleri izledik, seri cinayetler, psikopatlar, şunlar bunlar. Bizde seri katil diye bir şey yok, bizde sapık, manyak, içkici, deli falan diyorlar. Adıyla sanıyla seri katil kavramı ülkemizde yok. Bizim düşündüğümüz şey, ülkemizde böyle bir şey olsa gerçekten ne tepki veririz? Tamamen yabancıyız buna. O yüzden bu, tamamen yabancı olma durumunun ikna edici olması lazım. Çünkü sadece filmlerden bildiğimiz bir şey bu bizim. Polis bir katili yakalamak için ne yapar, biz filmlerden biliyoruz sadece. Gerçekten olması gereken şey ne ise onu düşünmeye çalıştık hep aslında.
Hikayelerinizin sonunu sürprizli, vurucu, etkileyici bitirme gibi bir tarzınız mı var acaba?
Sinema estetiği açısından 'nasıl' sorusunu Ali (Atay) ile konuşmanız lazım ama senaryo için ben şunları söyleyebilirim: 'Ölümlü Dünya'da pek yoktu ama 'Cinayet Süsü', gerçekten insanı yakalayıp sürükleyen, sürprizi olan bir hikaye. Çünkü istediğimiz şey aslında günün sonunda başlı başına bir film izlemek. Hikayesi başlayan, yükselen, finale götüren, seyirciyi kendine bağlayan, şaşırtan vs. bu gibi hisler uyandıran bir film.... Seyirciye salonda geçirebileceği çok güzel 2 saat ve başından sonuna kadar çok güzel bir film vermek isterim ben yazar olarak.
Özellikle sürpriz yapalım diye düşünmedik tabii ama farklı farklı finaller düşündük. Yazdığımızın iki katı kadar attığımız vardır bizim. Diğerinde de vardı bir sürü. Onlar bir havuza geri dönüyorlar. Bir daha çalışacağımız zaman oradan bakıyoruz, eviriyoruz, çeviriyoruz. 'Cinayet Süsü'nün finalinde bayağı bocaladık. On gün kadar öyle mi olsa böyle mi olsa dedik. Çünkü düşündüğümüz bir şey vardı, hikayede ilerlerken yavaş yavaş tatmin etmemeye başladı ve insan kendi işine acımasız olmalı. Biz 'Çok fazla bir şeyi yok abi' diyerek atıp, başa dönüp ilerlediğimiz için bunun finali gerçekten içimize sinen bir final oldu.
"Türk sinema sektörü yeni şeyleri denemek için daha cesur olmalı"
Türk sinemasında 'Şu durum değişmeli' dediğiniz bir şey var mı?
Sektörel olarak bir sorun teşhis edebilecek konumda değilim ben. Birincil olarak kendimi tanımladığım şey yazarlık olduğu için ben hikaye, öykü, durum peşindeyim. Türk sinemasının bir sorunu var mı yok mu? Bunu sektörün büyükleri daha iyi teşhis eder? Bana sorarsanız Türk sineması ve bu sektörün büyükleri daha cesur olabilir. Mesela 'Ölümlü Dünya' filminde beni oynatmak cesaret isteyen bir şeydi. Anlatabiliyor muyum? Ama güzel bir sonuç verdi ve ben dahil kimse oynamamı istemezdi ama sonuçta, adı sanı hiç olmayan, oyuncu olup olmadığı belli olmayan birisine filmin lokomotif rollerinden bir tanesini teslim etmek cesaret isteyen bir şey. Bence Türk sinemasının bunu daha fazla yaşaması, daha fazla şeyi denemesi gerekiyor.
"Seyirci anlamamıştır diye bir şey yok, sen anlatamamışsındır"
Senaryoyu yazarken gişe kaygısıyla gönülsüz değişiklikler yaptığınız oluyor mu?
Yok. Biz yazarken, gerçekten söylüyorum, 'Biz buna çok güleriz ama gerçekten komik mi bu ya?' hissi oluyor. Ama seyirciyi kendimden ayrı görmüyorum. Ali de Aziz de öyle. Seyirci başka, biz başka bir şey değiliz bizim için. Ya da bir iş yapıp da 'Seyirci anlamadı.' diye bir şey yok. Sen anlatamamışsındır. Ben de bir seyirciyim, sinemaya gidiyorum. Biz bir şeye gülerken seyirci de bizimle gülecek düşüncesini taşıyoruz. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki acaba biz çok içine daldık da bambaşka bir sebepten mi gülüyoruz alarmı çalıyor. Çünkü yaptığımız şey bir film ve bunu insanlara açacağız. 'Hep beraber izleyelim, gülelim.' diyeceğiz. Orada çok fazla kişisel olmamak gerekiyor. Koca bir film yapıyorsun, sadece bana referansı olan bir şaka olduğunu düşün, 80 milyon arasından sadece Feyyaz gülsün diye yapılmış bir şey, bu olmamalı. Ben bunu evde yapar, gülerim kendim. Bunun için meşgul etmeye gerek yok çok fazla insanı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.