Faruk Beşer: Kaçıncı derecede bir Müslümanız?

Faruk Beşer: Kaçıncı derecede bir Müslümanız?
Faruk Beşer: "Zaman zaman aklıma gelir, dünyadaki bütün Müslümanları bir derece sıralamasına tabi tutsalar yerimiz neresi olur diye?"

Kaçıncı derecede bir Müslümanız?

Zaman zaman aklıma gelir, dünyadaki bütün Müslümanları bir derece sıralamasına tabi tutsalar yerimiz neresi olur diye?

Önce yatay düşünelim, şu anda dünyada bir buçuk milyar Müslüman varsa, hepsi eşit olmayacaklarına göre, bir buçuk milyar farklı derece var demektir. En alt derecedeki mümini düşünelim. Şirk koşmadan sadece Allah’ı ve Resulü’nü kabul etmiş, ama bunun dışında zerre kadar hayrı olmadığı gibi, yapmadığı hiçbir melanet de olmamış olsun. Buna biz yine de mümin ve Müslüman demek zorundayız. Çünkü Allah’a iman etmiş, çünkü bunu teslim etmiş. Sadece bu kadar diyenler içinde bile muhtemelen duygularına bağlı olarak yine milyonlarca derece farkı vardır.

İşte böylece en alt derecedeki Müslüman ile Allah’ın ilmine göre en üst derecedeki Müslüman arasında şu an itibariyle tam bir buçuk milyar farklı derece var demektir. Dikey olarak düşünür ve Resulüllah’tan sonra Hz. Ebubekir’i en tepeye koyarsak, onunla şu andaki en düşük Müslüman arasında milyarlarca derece fark ortaya çıkar.

Yani önümüzde yükselecek bu kadar çok basamak ve bu kadar çok kalite farkı var demektir. Kul her iyi düşüncesi ve her iyi ameliyle bir ya da birkaç basamak yükselir. Aksine her kötü düşüncesi ve her kötü ameliyle de böylece alçalır, basamak yani irtifa kaybeder. Allah’ın bir lütfu olarak O bizim her bir iyiliğimize en az on sevap verdiğine göre yükselmemiz çok daha çabuk olabilir.

Kul için tökezlememek mümkün değildir. ‘Hepiniz hata eden insanlarsınız, ama hata edenlerin iyisi, hatasından tövbe edenlerdir’ buyrulur. Biz tökezleriz, bir ya da bir kaç basamak birden düşebiliriz ama kalkıp yolumuza ve yükselmemize devam ederiz, etmeliyiz. Ta ki, bizim için mümkün olan en yükseklere çıkalım ve oralardan daha neler görüldüğüne bir bakabilelim. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘mümin ekine benzer, rüzgâr onu devirir ama o tekrar kalkar eski halini alır, yoluna devam eder. Kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgar onu devirirse bir daha kalkamaz, kökünden filiz de bitmez’ buyurur.

Hani bir kutsi hadiste şöyle buyruluyordu: ‘Kulum bana farzlar kadar hiçbir şeyle yaklaşamaz. Yaklaşmaya nafilelerle devam eder ve öyle bir noktaya gelir ki, ben O’nun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Artık benden bir şey isterse kesin veririm, bir şeyden bana sığınırsa ondan onu kesin korurum…’. Demek ki, kul yükseldikçe, kast edilen mana ne ise öylece Allah’la görür, Allah’la işitir… Böyle bir kulun görmesi ve işitmesi de elbette farklı olur. Her yukarıdakinin ufku genişleyeceği için o alttakilerin göremeyeceklerini de görür ve bu hep böyle devam eder. Nihayet bütünüyle varlığı ve hasseten Allah’ı olduğu gibi tanır, manen Allah’a ulaşır. Artık buna ister marifetullah deyin ister fena fillah deyin fark etmez. Bunlar belli durumları anlatmak için sonradan icat edilen kavramlardır. Önemli olan delalet ettikleri manadır.

Bunu şunun için söylüyoruz: İnsan ha demekle milyonlarca basamağı bir anda geçemez. Onun için Allah insana seksen doksan yıllık ömür vermiştir, ta ki, derecesini yükseltme ve koruma imkânı bulabilisin, düşerse ve birkaç basamak birden yuvarlanırsa kalkıp yoluna devam etsin, hiç bir zaman ümidini kesmesin. Çünkü ümit kesme kâfirlik alametidir ve gayyanın dibine yuvarlanma demektir. Bunun için hiçbir güzel ameli küçümsememek ve her fırsat bulduğu iyiliği yapmak gerekir. Yine bunun için Resulüllah (sa) ‘bir kötü iş yaptığınızda hemen iyi bir iş yapın ki, kötü olanı silsin’ buyurur.

Bu seyr-ü sülükü sürdürebilmek için öncelikle hak ile batılı birbirinden ayırabilecek bilgiye ihtiyacımız vardır. Onun için ‘meseleyi kavrayan bir âlim şeytan için bin abidden daha zor bir avdır’ buyrulmuştur. Ülkemizdeki paket program Müslümanlığının handikabı buradadır.

Vaazlar ve hutbeler bu bilgilenmeye yetmiyor. Çünkü bu vaazlar önce coşkuyla akıp kalplere kadar ulaşamıyor. Tıpkı kurak bir ağustos sıcağında çimlere püskürtülen anlık bir su gibi, sıcağın etkisiyle hemen buharlaşıp uçuyor. Bunun için vaazların hem gönül pınarından aşkla şevkle fışkıran gür sular gibi olması, hem de mevsimine ve tarlasına uygun bulunması gerekir. Muhatapların seviyesinin altında olmaması gerekir. Güncel olması, yeterli bilgiyi içermesi gerekir. Bunun için bir vaizin ya da hatibin ayda en az üç kitap okuması gerekir.

Yetmişli seksenli yıllarda bilgi seviyesi çok yüksek olmasa da ateşin vaizler vardı ve en azından gençler onları zevkle ve şevkle dinliyorlardı. Onlar yeterli düzeyde bilgi vermeseler de heyecan tazeliyor ve herkesi okumaya ve öğrenmeye teşvik ediyorlardı. Onlar önceki dönemlerde dışlandılar, şimdikiler de onların yerini bir türlü dolduramıyor.

Faruk Beşer

yenisafak.com / yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum