Esed'in işkencesinden geçen kadınlar zulmü anlattı
İDLİB/İSTANBUL - Burak Karacaoğlu/Mohamad Misto
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) verileri, rejim güçlerinin, gözaltı merkezlerindeki en az 864 kadına ve 18 yaş altındaki en az 432 kız çocuğuna yönelik 7699 tecavüz vakasına karıştığını gösteriyor.
- Esed rejiminin alıkoyduğu 10 kadın takasla özgür kaldı
- Esed'in cezaevlerinde tecavüze uğrayan kadınlar konuştu
Ancak gerçekte tutuklu ve tecavüz edilen kadın sayısının, bu rakamların çok üzerinde olduğu biliniyor. Bunun nedeni tutuklamaların çoğunun kayıt altına alınmadan gerçekleştirilmesi veya tecavüz mağduru kadınların sessiz kalmak zorunda bırakılması.
"Kemiklerim ve dişlerim kırıldı"
Suriye'de 7 yıldır süren iç savaş süresince Beşşar Esed rejiminin cezaevlerinde yasa dışı olarak tutulan, işkence gören ve tecavüze uğrayan kadınlar, serbest kalmalarının ardından yerleştikleri güvenli bir bölgede yaşadıklarını AA'ya anlattı.
Halep'te bir güzellik salonu işleten Lazkiyeli M.F, Esed rejimi tarafından, insani yardım yaptığı için gözaltına alındığını, 50 gün boyunca işkence gördüğünü, aldığı darbeler sebebiyle kemiklerinin ve dişlerinin kırıldığını söyledi.
M.F, Halep'teki hapishaneden Şam'a nakledildiğini, orada işkenceler sebebiyle gençlerin ve kadınların öldüğüne şahit olduğunu belirtti. M.F, "Rejimin tutuklu kadınlara ve Suriye halkına yaptıklarını anlatacak kelime yok. Zulmün haddi hesabı yoktu. Ebu Haydar, Ebu Abdo ve Ebu Yezen adındaki (rejim milisi) Şebbihalar bir çok kişiyi işkence ile öldürdü." dedi.
"Ölüm, tutuklu olmaktan daha insaflı"
Adra Hapishanesinde de kaldığını ve oranın kadın ve çocuklarla dolu olduğunu ifade eden M.F, "Özellikle Tartuslu Mulazim Muhammed bize çok işkence yaptı. Anneler gününde tahliye edilecektim ama reddedildi. Beni 285 numaralı güvenlik birimi teslim aldı. 3 ay boyunca her fırsatta işkence ettiler. Dayaktan ziyade küfürler daha çok canımızı yakıyordu. Bize her şeyi yaptılar; işkence, aşağılama, tecavüz... Ölüm, tutuklu olmaktan daha insaflı bizim için." diye konuştu.
"Hamile kadını döverek karnındaki çocuğu düşürdüler"
Rejim hapishanelerinde fiziki işkencenin yanı sıra psikolojik olarak da sürekli işkence gördüklerini aktaran M.F, şöyle devam etti:
"İşkence odaları koğuşun yanındaydı. İnsanlara nasıl işkence yaptıklarını görüyorduk. Hatta bir defasında bir kadın kocası ve kardeşiyle hapse girmişti. Kadını, eşi ve kardeşinin önünde soydular, odaya alıp tecavüz ettiler. 17 yaşında bir kıza bile tecavüz ettiler. Rejimin yaptıklarını kimse yapmadı. Bir kadın hamile kalmıştı, kadını döverek karnındaki çocuğu düşürdüler. Bizi sürekli İran'a savaş esiri olarak vereceklerini söylüyorlardı. Gece 12'de akli dengesi bozuk olan birini getirip bizi korkutmak için koğuşumuzun önünde tecavüz ettiler."
"Onlar için rakamlardan ibarettik"
Hapishanede insani hiç bir muamelenin olmadığını, yaşadıklarını hatırladıkça hala ağladığını anlatan M.F, "Yemeklerimize böcek koyuyorlardı. Sularımıza insan pisliği karıştırıyorlardı. Namaz yasaktı. Sabun, temizlik hepsi yasaktı. Yağmurda bile tutuklulardan birisi suya yönelse "Seni varil bombasına bağlayıp uçakla ailenin üzerine atacağız" diyorlardı. Muamele tarif edilemez şekilde kötüydü. Onların elindeyken bizleri her şeyden mahrum bıraktılar. Onlar için rakamlardan ibarettik. " ifadelerini kullandı.
Halen içeride bir çok tutuklunun işkenceye maruz kaldığını ve seslerinin duyulması gerektiğini aktaran M.F., "Bizler bu ülke için çok şeyler yaptık, her şeyimizi verdik. Hak için çalıştık. Tek isteğimiz bizleri hissetsinler. Suriye içinde ve dışında hep aşağılanıyoruz. Biz sadece insani yardım yaptık, başka bir şey yapmadık." dedi.
Esed hapishanelerinde işkence gören Suriyeli kadınlardan 32 yaşındaki Lona Ağa ise 2013 yılında kucağındaki bebeğinin elinden alınarak göz altına alındığını söyledi.
Lona, "Gözaltı merkezine gidince beni direk arama için banyoya soktular. İri yarı birisi geldi ve 'hadi arama yapacağız' diyerek zorla kıyafetlerimi çıkarttılar. Çok utandım ama elimden bir şey gelmiyordu. Karşı çıktıkça bana vuruyordu." dedi.
Hapsedildiği 3 metre kare bir koğuşta bir kız daha olduğunu ve ondan nerede olduklarını öğrendiğini aktaran Ağa "Kız 'burada kimse Allah'tan korkmuyor' dedi. Kızın çok fazla dövüldüğü belliydi. Sonra beni güya sorguya aldılar ama ortada sorgu yoktu. Sadece dayak ve 'Sen teröristsin' suçlaması vardı. Ben de 'tamam bana suçumu söyleyin sorun soruşturun' dedim. 'Senin burada hiç bir hakkın yok sorgulama bile talep edemezsin' diyerek beni yere attılar. Birisi kafama askeri botla basarak 'bu ayakkabı senden ve ailenden daha şerefli' dedi." diye konuştu.
Lona, 10 gün boyunca her gün aynı şekilde sorgulandıktan sonra serbest kaldığını ancak kendisinden iki gün sonra kocasının da gözaltına alındığını öğrendiğini belirtti. Lona, ilk gözaltından 3 ay sonra Askeri Güvenlik tarafından arandığı için kontrol noktasından geçerken tekrar gözaltına alındığını ifade etti.
Lona ikinci gözaltı sürecinde yaşadıkları hakkında ise "Askeri Güvenlik daha berbattı. İşkence daha ağırdı. Elektrikle işkence ediyorlardı. Allah'tan yardım ve sabır diledim. Bundan daha fazlasını kaldıramam dedim. Orada ceset gibi insanlar vardı. Her türlü işkenceyi görüyorlardı. Elektrik kablolarıyla dövüyorlar, sonra elektrik veriyorlardı. Bir çoğu dayanamadı ve öldü. Bize böcek gibi muamele ediyorlardı. Ölene hiç önem vermiyorlar 'hadi battaniyeye sarın' diyorlardı." dedi.
Filistin birimi "Giriş zorunlu çıkış yasak"
Bir ay sonra nereye gönderildiğini bilmeden bir otobüse bindirildiğini ve otobüste ülkenin her yerinden 14 yaşından 70 yaşına kadar insanlar olduğunu söyleyen Ağa, şunları söyledi:
"Günahları neydi ki? Astım hastası 16 yaşında bir genç vardı. Astımı iyice kötüleşmişti, yine de serbest bırakmadılar. 'Annemi istiyorum' diyordu. Bu beni etkilemişti, yani hasta olmasına rağmen ve içinde bulunduğu duruma rağmen annesine dönmeyi ümit ediyordu. Sonra Humus'a vardık. Oradan Şam'a gönderdiler. Filistin birimine geldik. O zamana kadar Filistin birimi ne bilmiyordum. Girişteki tabelada "Giriş zorunlu çıkış yasak" yazısını görünce anladım."
Ağa, Filistin birimindeki 9 odada yaklaşık 30 kız olduğunu, kendi odasında ise cesetler olduğunu belirterek "Bize verdikleri battaniye bile kurtluydu. Kolera baş göstermiş ve yayılıyordu. İlk başta iki kızda vardı. İki gün sonra 5 kişiye bulaştı. Daha sonra diğer odalarda da kolera olduğunu öğrenince açlık grevi yaparak doktor istedik. Çok şükür doktor geldi." dedi.
Askeri güvenlikte 3 ay kaldıktan sonra Atra hapishanesine gönderildiğini, burada bir yıl kaldığını ve siyasi tutuklu oldukları için çok kötü muamele gördüklerini belirtti. Ağa, konuşma hakları olmadığını ve ayda bir defa telefon hakkı verildiğini, hastalanıp revire gitseler bile yalan söyledikleri için ceza aldıklarını söyledi.
Bir tanıdığının korkusundan revire gitmediği için vefat ettiğini, ancak hastaneye götürülürken öldüğünün söylendiğini aktaran Ağa, "Gördüğüm ikinci ölüm vakasında ise 40 yaşında bir kadın yaşamını yitirdi. Kadının buraya geldiğinde verem hastalığı vardı. Maalesef onu hücreye attılar. İsteselerdi onu havadar bir yerde tutabilirlerdi. O kadında iki hafta dayanabildi ve vefat etti. Sonra bize öldüğünü bile söylemediler, sadece 'tahliyesi geldi' dediler."
Atra hapishanesinde bir yıl kaldıktan sonra tahliye edildiğine işaret eden Ağa, "Tahliye edildikten sonra siyasi birime gitmem gerekiyordu. Normalde dosya kapanacaktı. Gittiğimde neden buradayım diye sordum. Aynı dosyadan olduğunu söylediler. İkinci gün siyasi birimde gözlerimi kapattılar. Maalesef kötü sözler işittim onlardan. Oraya giren her kadına iftara atıyorlardı. Cihatçılarla, cihat nikahı yaptın dediler. Buna benzer suçlamalarda bulundular. 70 yaşındaki kadını bile bununla itham ettiler." dile konuştu.
Birim başkanı tarafından sorgulandığını kaydeden Ağa, "İlk defa birim başkanı, bir kadını sorguya almış. Sorgu yeri bodrum kattaydı. İsmi Mesleh'ti. Kabir azabı gibi bir yerdi. Gözlerimi kapattılar. Her yerden işkence görenlerin sesleri geliyordu. Kan kokusu vardı. Birim başkanının ilk sorusu nereden geliyorsun oldu. Adra’dan geldiğimi söyledim. Eşin silahlılarla mı diye sordu. Öyle bir ilişkisinin olmadığını belirttim ama kabul etmediler. Eşimin silahlı gruplarla ilişkisinin olduğunu iddia ettiler. Sonra bana sesimi çıkarmadan bir tarafta durmam söylendi. Eşimin Halep’teki birimde yediği dayaktan her yeri şişmişti. Sesinden tanıdım. Eşim, benim de sorguda olduğumu bilmiyordu. Bu kez eşime sormaya başladılar. İtiraf etmeye zorlanmıştı. Silahlı gruplarla çalıştığını söyledi. Beni sorduklarında benim de gösterilere katıldığımı dile getirdi. Sonra bana şimdi ne diyeceksin dediler ben de eşimin devlette memur olduğunu, olaylarla hiçbir alakasının olmadığını söyledim. Bunun üzerine eşim ifadesini değiştirip olaylarla hiçbir ilişkisinin bulunmadığını dile getirdi, darp yüzünden böyle konuştuğunu söyledi. Yeniden işkence yaptılar, dayanamayıp eski ifadesine geri döndü. Yeniden dayak atmaya başladılar. Eşim artık dayanamayıp yere düştü, bayıldı zannettim. Sonra beni dışarı çıkardılar." dedi.
Birkaç gün sonra yeniden sorguya çağrıldığında eşinin öldüğünü söylediklerine işaret eden Ağa, yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Onlara inanmak ve inanmamak arasında tereddütteydim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Konuşmayınca kollarıma kelepçe takıp yerlerde sürüklediler. 6 saat beni tek başıma soğukta tuttular. Sonra tekmeleyerek uyandırdılar ve hücreye attılar. Hücre 2-3 metrelik, tuvaleti içinde, karanlık bir yerdi. Su damlaları ile psikolojik baskı yapmaya başladılar. Bir hafta sonra beni çıkardılar, 'eşinin işlediği suçları itiraf et' dediler: İşkenceden sonra itiraf edeceğimi düşünmüşler. Ölse bile ben ona bir şey diyemem, vebalini alamam dedim. Kendim için ne yaptıysam zaten itiraf etmiştim. Ama eşim için hiç bir şey demedim. İtiraf etmeyince her gün yeni birini gönderdiler soruşturma için. Her gün farklı yöntemlerle ağzımdan laf alamaya çalıştılar, ama onların yöntemlerini bildiğim için oyunlarına gelmedim."
İki ay boyunca sürekli sorgulandığını belirten Ağa, serbest kaldıktan sonra bu kez de cinayet suçlamasıyla Adra’ya gönderildiğini ve 2 yıl hapiste kaldığını söyledi.
Ağa, hapiste kaldığı sürede psikolojisinin bozulduğunu, gördüğü psikolojik baskıya dayanamaz hale geldiğini kaydetti. Adra’daki pis sulardan dolayı kan hastalığına yakalandığını belirten Ağa, hapishaneye dair şu ifadeleri kullandı:
"Hapishane sorumlusu Albay Adnan idi. Hasta olmama rağmen hiç ilgilenmediler, aksine 'öleceksen öl' dediler. Ateşim 42 dereceyi buldu. Sonra hücremdeki kızlar, dayanamayıp bölüm sorumlusunu çağırdılar. Durumumu görünce beni revire gönderdiler. Oradaki erkek hemşire, bana bir serum takıp ateş düşürücü verdi. Üstlere bilgi vermeden kanımı tahlil ettirdi. Kirli sulardan dolayı kanımda mikrop çıktı. Albaya bilgi vermeden bana ilaç getirdi. Allah’a şükür bir ay sonra kendime geldim, iyileştim. Ama psikolojim düzelmedi."
Hapishanedeki koşulların çok kötü olduğuna dikkati çeken Ağa, "Her şey için para isteniyordu. 3 dakikalık ücretsiz konuşma hakkın vardı. Bazı kızların parası yoktu. Yataklar 5 bin Suriye lirasına satılırdı. Bir kızı cezalandırıp yatağını elinden alırlar ve başkasına satarlardı. Ceza olarak tek kişilik hücreye gönderilenler, 15 bin Suriye lirası karşılığında yeniden koğuşlarına dönerdi." dedi.
Bazen gardiyanların değiştiğine işaret eden Ağa, "Biz de umutlanırdık. Belki gidenlerin yerine daha iyileri gelir derdik ancak her gelen gideni arattı. Cezaevinde çok namaz kılan veya Kur'an okuyanları çağırıp, Sidnya Cezaevine göndermekle tehdit ederlerdi. Dua kitapları toplanıyordu. Çok mezhepçilerdi. Orada çok kalmadım çok şükür. Serbest bırakılmadan önce idam haberimi yaydılar ki kimse beni sormasın. 500 bin Suriye Lirası ödedim çıkmak için." diye konuştu.
Ağa, tahliye olduktan sonra iki defa mahkemeye çıkarıldığını ve hiç beklemediği halde 16 yıla mahkum edildiğini söyledi. Hakimin kendisine süre verdiğini kaydeden Ağa, "Ya teslim olacaktım ya da kararı temyize götürecektim. Ertesi gün İdlib'e geçtim. Oradan da muhaliflerin bölgesine geçtim." ifadelerini kullandı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.