Dr. Necdet Subaşı: Sahi cennetin oraya nereden çıkılacak?

Dr. Necdet Subaşı: Sahi cennetin oraya nereden çıkılacak?
Acaba biz çoktandır tuhaf bir yolda mı debelenmekteydik de bundan hiç mi hiç haberimiz olmamıştı?

Yoksa birileri herkesin iyiliği için yerleştirilmiş bu levhaları yerlerinden söküp millete yeni bir cehennem yolculuğu mu yaşatmaktaydı? Sahi gerçekten de cennetin oraya nereden çıkılacaktır? İşaretsiz kaldığımız yollar bizi nerelere sürüklemektedir? Göz kararıyla ilerleyemeyiz. Rüyalarla, basit çıkarımlarla bu bilmediğimiz dünyada yol alamayız. Bir yol haritasına, yolda arada bir bakıp kendi konumumuzu belirleyeceğimiz işaret levhalarına ihtiyaç duyarız. Ne var ki bazen bu levhaların üzerindeki yazılar solmuş, silinmiş, çarpılmış hatta kimi kötü niyetliler tarafından tahrif bile edilmiş olabilir.


Gideceğimiz bir yer vardır; aklımıza koymuşuzdur, kesindir. İyice düşünmüş, içimize sindirmişizdir; ne yapıp edip vakti zamanı gelince yola çıkacağızdır. Gidilmesi gerekmektedir, bellidir, sanki bir farz gibidir; vazgeçmek imkansızdır, hem durup da ne yapacağızdır? Buralar fazlasıyla kirlenmiştir. Bütün bunların kulağımıza fısıldanmış olması yetmez; anlamak ve sindirmek için de sadece duymakla yetinemeyiz; ondandır bizde sahici bir karşılık bulması için biraz kafa yormamız ve gideceğimiz zamanı kollamamız gerekir.

Kendini yola hazırlamak

İçinden idrak, tefekkür, hesaplaşma, ecir ve mükâfatın geçtiği temrinlerle kendimizi bu yola hazırlarız. Ne var ki yola çıkmanın da bir meşruiyeti vardır. Bizi yerimizden edip harekete geçirecek güçlü gerekçelerimiz olmalıdır. Karşımızda eğer türlü fedakarlıklarla ancak tamamlanabilecek bir yol varsa bu durumda her şeyden önce göze aldığımız şeylerin getirip götürdüklerine bir bakmak gerekir. Basit bir seçim değildir yola çıkmak; insana tercihlerinden sorulur.

Daha yola çıkmadan sanki kalkmış da gitmiş ve oraları bir güzel dolaşıp görmüş gibiyizdir. Zihinsel bir ufuk turuna çıkmışızdır, inanç bizi kuşatmış, sarıp sarmalamıştır. O kadar ki kendimizi yola ve menzile kaptırmışızdır. Neredeyse bu yola baş koymuş gibiyizdir. Konuya aşina olmuşuz, artık "ne diye orada değiliz" diye içimizde bir tane soru bir tane kuşku kalmamıştır. Zaten yol da sonuna kadar açılmış ve habire bize "gel" demektedir. İçimizde bir ses mütemadiyen bizi itekler, fazla beklemenin bir alemi yoktur, hem yola revan olmak için beklenecek başka ne kalmıştır? Bütün hazırlıklar tamamdır. Yol bizi kendine davet etmektedir, biz de zaten çoktan hazırızdır. O zaman ne diye durmakta, ne diye oyalanmaktayızdır?

Alelade yollar için üzerinde kafa yormak pekala lüks bir duraksama olarak görülebilir ancak yüksek bir amaç, baskın bir özlem, deruni bir vuslat taşıyan menzillere ulaşmak biraz daha durup beklemeyi, oturup üzerinde derinlemesine düşünmeyi gerekli kılar. İçimize bir şekilde sinmiş hedefler, kalbimize yerleşmiş amaçlar için alelade hazırlıklarla yetinmek daha en başta beklentilerimize karşı duyduğumuz savruk ilgilerimizi ifşa eder. Bize her şeyden önce bir inanç bir itikat ve sadakat lazımdır.

Anlamlı ve derinlikli yolculuklar bizi adı sanı belli bir seferin esaslı bir parçası kılar. Her yolculuğun kendine özgü usulleri vardır, her yol bir değildir. Önümüze çıkan yollar bizi istediğimiz yere götürmez. Yol vardır yol vardır. Ondandır kulaktan duyma bilgilerle harekete geçemeyiz. Bir iz takip ediyor ya da bir iz bırakma telaşında değilizdir. Eninde sonunda var olan bir çizgiyi kararlılıkla bulabilmenin ve tutturabilmenin derdindeyiz. Bizden öncekiler aynı yola sağlık ve afiyet içinde vasıl olmuşlarıdır. Bizim de aynı hikayeye dahil olmamız için başka neler gerekmektedir?

İkilemler ortada bırakır

Sadece kendimizi değil arkamızdan uğurlayanları da nereye gittiğimiz konusunda ikna etmemiz gerekir. Nereden çıkmıştır bu sefer, ne diye çıkılmıştır açıklamak gerekir. Sonraları başkaları da arkanızdan gelsin, onlar da sizin gibi cesaretlensin, onlar da harekete geçsin, onlar da aynı yolu tutsun, başka diğerleri de sizin bu yaşadığınız hikâyeyi birebir yaşasın, sizin gördüğünüzü görsün istiyorsanız yerinizi, yurdunuzu ve istikametinizi açık bir şekilde belirlemeniz gerekir.

Yaşadığımız ikilemler bizi ortada bırakır, nereye gideceğimize karar veremeyiz. Oysa yoldaki işaretler bize gideceğimiz yere nasıl varacağımız noktasında güçlü birer deneyim haritaları sunar. Takip ettiğimiz her levha bizden öncekilerin tutturduğu yollardan kalma kadim tecrübeleri yansıtır. Geçmişe yaslanarak ilerleriz, önümüzde daha gidilecek çok yol vardır. Eski zamanlardan kalma işaretler sık sık güncellenerek bugün, itinayla yerleştirildikleri noktalarda gelip geçen herkese yol göstermektedir. Yoldaki işaretler dünden yarına insanlara doğru yolun muteber kanalları hakkında birer işaret levhası olarak hizmet vermektedir.

Uyduruk bir izin peşinde...

Yola çıksak gerisi kolay sanırız ama bu pek de öyle mümkün değildir. Önümüzde kıvrım kıvrım uzanan yolları arzu ettiğimiz bir şekilde tamamlayabilmek için bu güzergahın nasıl olup da bir yol olarak kayda geçtiğini, tescillenmiş bir istikamet olarak zihinlerde yer ettiğini bilmek gerekir. Yolları kim belirlemiş, istikameti kim tayin etmiş, nereden nereye gidileceğini kim nasıl tasarlamıştır? Önümüzde sıra sıra dağların, ırmakların, çayların arasından süzülüp geçen yollara güvenebilir miyiz? Bizi menzile götürecek bu yollar mıdır? Ya sahteyse, ya uyduruk bir izin peşine takılıp buralara kadar gelip sürüklendiysek? Böyle bir durumda ne yapabiliriz ki?

Yeni bir yol hep var

Nerede olursak olalım bize yeni bir yol açılacağından şüphemiz yoktur. Burada bile bize lazım olan biraz yön biraz da önümüze çıkan levhaları doğru okumak olmalıdır. Kuzeyi güneyi bilmeden, doğuyu batıyı bilmeden kıbleyi nasıl doğrultabiliriz? Önümüze çıkan işaretlerin bir şey söyleyemez durumda olmaları durumunda bize düşen nedir? Belli ki gözümüz vardır görmüyoruzdur, kulağımız vardır duymuyoruzdur, kalbimiz vardır ne yazık ki artık bize bir şey dememektedir. Levhaların bir günahı yoktur, sorun yolu doğrultmakta yaşadığımız amansız gerilimdir.

Sürprizler ve acelecilik

Bilmediğimiz yollara girmekten her daim çekiniriz. Bazen kestirme yolların bizi nerelere çıkaracağını bilmek bile ürkütür. Sürprizler hep aceleciliğin terkisinde mayalanır. Ondandır çok özel ve istisnai yollara düşmek bize kalıcı bir yorgunluk olarak ilişir. Hedefi önceden bilmek ne kadar yakınlaştırıyorsa belirsizlik, müphemlik ve muğlaklık da yolu bir o kadar uzatmaktadır. Bütün bu kayboluşlara hazır mıyızdır? Vakit nerdeyse bizi geri döndürecek kuvvette akıp giden bir hayıflanma edebiyatıyla ilerler. Oysa yola devam esastır. Öyle ya belki de mesela yolda başımıza bir şeyler gelecektir. Bizi arayan izimize nerede denk gelip bizi bulacaktır? Kuşkusuz insanın başına pek çok şey gelebilir ve bu da yolun ve yolculuğun cüzlerinden sayılır.

Yolda bize işaret levhaları eşlik eder. Onların her biri önceden yerli yerine konulmuştur; zaten bundan emin olmasak sağlam bir yol tutturmakta epeyce bir zorlanırız. Nereden nereye döneceğimize, işte karşımızda çatallanan yollardan hangisine yöneleceğimize, tehlikelerin bizi nerede beklediğine, nerede yavaşlayıp nerede hızlanacağımıza, önümüze beklenmedik bir şeylerin en çok da nerede çıkacağına hep bu levhalar sayesinde dikkat kesiliriz. Gözümüz ne kadar yolda olursa olsun aklımız fikrimiz hep bu levhalarda olacaktır. Hangi durumlarda yüzümüzü nereye döneceğimizi, gideceğimiz yeri hangi arada kaybedebileceğimizi bilmek için bu işaretleri sıkı bir şekilde izlemek gerekir.

Levhaların kaybolması

İnsanı en çok tedirgin eden de yolculuğumuza belli aralıklarla eşlik eden levhaların birden etrafımızdan çekilip kaybolmasıdır. Kendimizi rehbersiz kalmış hissederiz, bizi yola bağlayan niyet birden aradan çekilmiş gibi olur. Bir an Arasat'taymışız gibi hissederiz. Araf'tayızdır çünkü neredeyse bütün yollar birbirine karışmıştır, yönler allak bullak olmuştur. Acaba biz çoktandır tuhaf bir yolda mı debelenmekteydik de bundan hiç mi hiç haberimiz olmamıştı? Yoksa birileri herkesin iyiliği için yerleştirilmiş bu levhaları yerlerinden söküp millete yeni bir cehennem yolculuğu mu yaşatmaktaydı? Sahi gerçekten de cennetin oraya nereden çıkılacaktır? İşaretsiz kaldığımız yollar bizi nerelere sürüklemektedir?

Göz kararıyla ilerlenir mi?

Göz kararıyla ilerleyemeyiz. Rüyalarla, basit çıkarımlarla bu bilmediğimiz dünyada yol alamayız. Bir yol haritasına, yolda arada bir bakıp kendi konumumuzu belirleyeceğimiz işaret levhalarına ihtiyaç duyarız. Ne var ki bazen bu levhaların üzerindeki yazılar solmuş, silinmiş, çarpılmış hatta kimi kötü niyetliler tarafından tahrif bile edilmiş olabilir. Oysa yol hep vardır, gidilecek bir yer, bir melce olduğu sürece yol hep açık olacaktır. O hâlde sadece yola revan olarak kendimizi doğru bir istikamette bulamayız. Bizi kazasız belasız menzile ulaştıracak yol hatırına doğru ve güvenilir kılan işaret levhalarını da ihmal etmemek gerekir. Bütün bunları hem kendi iyiliğimiz hem de başka gelip geçenler için arada bir gözden geçirmemiz, gerekirse onarmamız ve yolun selameti için ne gerekiyorsa yapmamız gerekir.

Gideceğimiz yere bir şekilde düşmek, tesadüfi yollarla oraya varmak istemeyiz. Bilerek, isteyerek, sıkı bir dikkat içinde vuslata ermek isteriz. Ondandır ki bizi varacağımız yere sağ salim eriştiren levhalar her daim yeniden yeniden hatırlanmayı, gözden geçirilmeyi ve güncellenmeyi bekler. Yoldaki işaretler bizi sadece yolda tutmaz aynı zamanda da hedefimize ulaştırır.

@darulmedya

Kaynak: www.star.com.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.