Burhaneddin Duran: Sezai Karakoç’un Batı Algısı

Burhaneddin Duran: Sezai Karakoç’un Batı Algısı
Karakoç, İslâm ile Batı arasındaki karşılaşmayı sıklıkla çatışma şeklinde ele alır. Bu çatışma kimi zaman ak ile karanın iyi ile kötünün ezeli mücadelesine benzer.

Burhaneddin Duran: Sezai Karakoç’un Batı Algısı

Karakoç, İslâm ile Batı arasındaki karşılaşmayı sıklıkla çatışma şeklinde ele alır. Bu çatışma kimi zaman ak ile karanın iyi ile kötünün ezeli mücadelesine benzer.

Batı algısı İslâmcılardan solculara ve Kemalistlere kadar Türkiye’deki rakip fikir akımları arasında bir mücadele alanı olmuştur. Her ideolojik pozisyon hem bir modernleşme projesi önerme hem de alternatiflerini eleştirme noktasında önce­likle Batı’nın üstünlüğünün kaynakları konusunda bir açıklama yapma zorunlu­luğu hissetmiştir. Bu açıklama Batı’dan nelerin alınıp nelerin alınmayacağını da gösteren bir malzemeyi ürettiği kadar Doğu’nun hatta İslâm’ın ne olup olmadığı­na ilişkin de bir algı yaratmıştır. Böylece her ideolojik pozisyon hem reddedeceği bir Batı algısına ve hem de istifade edeceği “gerçek Batı” algısına sahip olmuştur. Batıcı aydınlar Avrupa’daki pozitivist akıma (dolayısıyla terakki, akıl ve bilim) bu medeniyetin gücünün kaynağı olarak bakarken İslâmcılar, bazı muhafazakâr aydınlar gibi, Avrupa’daki spiritualist düşünürlere önem atfetmişlerdir[1].46 Batı medeniyetinin tabiatı hakkında değerlendirmeleri de içeren bu farklı Batı algıla­rı Oksidentalist bir literatür oluşturmaktadır. Batı’nın meydan okumasına cevap arayan İslâmcı aydınların ve Karakoç’un bu literatüre önemli katkıları olmuştur.

Karakoç diğer İslâmcı aydınlar gibi Batı dediğinde Avrupa’yı kastetmektedir; Amerika ise bir uzantı olarak görülmektedir. Ayrıca Hıristiyanlığın ahlaki öğ­retilerinin modern Batı’nın oluşumunda sınırlı bir etkide bulunduğu kanaatine sahiptir. Karakoç’a göre Hıristiyanlık modern Batı’da artık alelade bir gelenek haline gelmiştir ve medeniyet dirilişinde bir kaynak olarak görülemez. Batı em­peryalizminin Hıristiyan insan sevgisi ile hiçbir ilişkisi yoktur[2].47 Karakoç’un Batı medeniyetinin kimliğine ilişkin tanımlamalarında bu medeniyetin kendini üs­tün görmesi ve Yunan-Roma geçmişinden modern döneme insanlığı sömürdüğü iddiası önemli bir yer tutmaktadır. Batı’nın materyalist ve güç düşkünü olduğu ve dünyanın diğer kısımlarındaki halkları sömürmeyi medeniyet kurmanın tek yolu olarak gördüğü değerlendirmesi İslâmcıların sıklıkla tekrar ettiği argüman­lar arasındadır[3].

İslâm ile Batı arasında özcü bir fark gören İslâmcılar İslâm’da gerçek medeniye­tin (vahyi) temsilini görürken Batı’nın tabiatını materyalist ve kolonyalist olarak teşhis ederler. Karakoç bu Oksidentalist argümanı daha da ileri götürerek insan­lığın dirilişi ile Avrupa’nın üstünlüğü arasında negatif bir ilişki görür. O’na göre Avrupa kendi iç çatışmalarına döndüğü zamanlarda insanlık nefes almaktadır. Zaten Avrupa Roma’dan bu yana üstünlük duygusunun etkisi altında insan dedi­ğinde Avrupalıları kastetmektedir[4]. Batı medeniyetini “tehlike medeniyeti” ola­rak niteleyen Karakoç’a göre, medeniyetler tarihi içerisinde ilk defa bu medeni­yet kendi yıkımının şartlarını bünyesinde taşımaktadır. Dış bir tehdit olmaksızın bu medeniyet kendi iç sorunlarından dolayı intihar etmektedir. Zira bu medeni­yette pozitivist ve materyalist yön ruhçu yön üzerinde hâkimiyet kurmuştur[5].

Karakoç, İslâm ile Batı arasındaki karşılaşmayı sıklıkla çatışma şeklinde ele alır. Bu çatışma kimi zaman ak ile karanın iyi ile kötünün ezeli mücadelesine benzer.

Batı’nın kendine özgü yanlarını tarif ederken Oksidentalist bir söylem üreten Karakoç’a göre Batı duyulara bağlı, bir “görüntü” medeniyetidir. Bilimsel keşif­ler ve televizyon ve telefon gibi teknik buluşlar bu görüntü medeniyeti olmanın tezahürleridir[6].

Karakoç doğu, batı ve İslâm arasında (yer yer Oryantalist yer yer Oksidentalist) özcü ayrımlar yaparken İslâm’ı doğudan da ayrıştırır. Batı insanı duyulara, akla, tabiata, objelere ve bu dünyaya önem verirken doğu insanı içe dönüktür ve tabia­ta karşı ilgisizdir. Batı müdahaleci ve değişim yanlısı olmasına rağmen Doğu pa­sif ve barış yanlısıdır. Orta yol olarak İslâm ise bu iki yaklaşımın sentezini temsil eder; aktivist olmasına rağmen mücadeleyi hayatın ana prensibi olarak görmez. Tabiat üzerinde kurulacak hâkimiyet insanlığı arındırmak için hedeflenir.

Doğu-Batı üzerine yapılan bu özcü ayrımlar İslâm’ın üstün ve eşsiz yönlerini ta­rif etmek için kullanılır. İslâm doğunun sentez, Batının analiz yaklaşımını alarak yeni bir yaklaşım ortaya koyar:

“İslam ruhu, genellikle sanıldığı gibi, doğu ruhuyla özdeş değildir. Batı ruhuyla da özdeş olmadığı gibi. Tek yanlı, ne sırf sentezci, ne de sırf analizcidir. Belki bu iki ruhun da üstünde, sentezi ve analizi de yapısında bulunduran bir başka düzeydedir. Mutlaktan yola çıkar, sonra kimi yerde sentez, kimi yerde analizle, Tanrı bağışı gerçeği dünya realitesine uygular[7].”

Türkiye İslâmcılığının genel kabullerine uygun olarak Karakoç da Batı medeni­yetinin İslâm medeniyetinden Ortaçağ’da öğrendiklerinden yola çıkarak modern dönemdeki gücüne kavuştuğu görüşündedir. Ancak bunu Batı ile İslâm arasında medeniyet anlamında bir ortaklık tespit etmek için zikretmez; aksine “egoist” Avrupa’nın İslâm’dan aldığı bilimi insanın tabiatına aykırı olarak sanayileşmeyi ve maddi terakkiyi üretmek için kullandığını vurgular. Bu maddi başarı aynı za­manda insanlığın ruhi ve ahlaki anlamda düşüşüne sebep olmuştur[8].53 İlginç bir şekilde Karakoç Müslümanların bilinçli bir tercihle sanayileşmeyi gerçekleştir­mediklerini iddia eder. Avrupalıların aksine Müslümanların sanayileşmeyi ahla­ki ve insani görmedikleri için üstünlüğü Avrupalılar kaybettiklerini öne sürer[9].

Medeniyetler arası etkileşim konusunda da eski medeniyetlerin eserlerini mü­zelerde korumasına rağmen Batı’nın tarihinin savaş, kölelik, sömürü, işkence, ekonomik eşitsizlik ve ırki kibir duygusuyla dolu olduğu kanaatindedir. Modern Batı’nın başlangıcı olan Rönesans, Yunan’ın serüven duygusu ile Roma’nın eşya­ya ve insana hâkim olma duygusunun birleşmesinden oluşmuştur. Yeni Batı’da serüven duygusu icatları ve keşifleri doğururken hâkimiyet duygusu da eşya gü­cüyle eşyayı, evreni ve insanları egemenliği altına alma duygusuna dönüşmüş­tür[10]. Karakoç’a göre Rönesans akla yaptığı vurgu ile ayrışırken (ki Hıristiyanlık bunu Ortaçağ’da ihmal etmişti), bu aşırı vurgu (aklın putlaştırılması) maddi ge­lişmeyi beraberinde getirse de aynı zamanda ruhi düşüşe (doğaüstü ve doğaötesi­nin ihmali) sebep oldu. Böylece “Akla inanışın doğurduğu tabii hukuk nazariyesi ve onun ekonomideki yansıması liberalizm, insanları köleleştiren emperyalizm bataklığına saplanıp kaldı[11].” Karakoç, Batı’yı tarif ederken sıklıkla İslâm’a refe­ransla, bağlantı kurarak ve kıyaslama yaparak açıklar. Sözgelimi Rönesans aslın­da Batı’nın İslâm karşısında savunma amacıyla Yunan ve Roma medeniyetlerine dönüşüdür. Korku ve gurur, tarihi egosentrizm Batı’nın İslâm’ı kabul etmesini engellemiş ve böylece Rönesans’ın insanlığa getirdiği tek ilerleyiş teknik alanda olmuştur. Bu da, Karakoç’a göre “gizli bir şekilde İslâm’dan alınmış bir araştır­ma ve ilim metod ve temellerine” dayanmıştır[12].57 Ayrıca, Batı Medeniyetinin diğer medeniyetlere ve tabiata karşı egoist davrandığını iddia eden Karakoç, bu eleşti­riyi gerçek Medeniyet olan İslâm’ın Batı’nın bu yıkıcı özelliklerinden azade oldu­ğu ve insanlığın en ileri aşamasını temsil ettiği argümanına bağlar[13].58

İkinci Meşrutiyet dönemi İslâmcıları modern Batı medeniyetinin İslâm medeni­yetinden ödünç aldıklarıyla oluştuğunu kabul etme eğilimdeydiler. Karakoç ise Batı’nın üstünlüğünün İslâm’dan öğrendikleriyle bağlantılı olduğunu kabul etmesine rağmen İslâm ve Batı arasındaki büyük farklara vurgu yapar. Karakoç’un gözünde Batı medeniyeti metafizik, ahlak, erdem, sanat ve edebiyat alanlarında İslâm medeniyetinden daha üstün değerler üretememiştir. Batı’nın üstünlüğü Müslümanların İslâm’dan uzaklaşmaları sebebiyle içine düştükleri derin bir buhran dönemine denk gelmiştir. Batı İslâm’dan öğrendikleri sayesinde dünya­nın diğer kısmı üzerinde hâkimiyetini kurduysa da ruhi ve ahlaki krizi yüzünden bu hakimiyet kaybolmaya mahkumdur[14]. Karakoç’a göre Rönesans sonrası Av­rupa tarihi bir antipati ile karşı karşıyadır. Kendinden önce gelen her medeni­yet daha önceki medeniyetlerle bağdaşma yoluna gitmişken Avrupa gerçek bir hümanizmden yoksun olarak kendisine her müsbet alanda öğretmenlik yapan İslâm medeniyetini yok etmeye çalışmıştır[15].

İslâmcı ve Muhafazakâr aydınlar Kemalizm’in taklitçi batıcılığını eleştirirken sıklıkla onu pozitivizmi, materyalizmi ve özellikle komünizmi entelektüel ve eği­tim hayatına sokmakla suçlarlar. Buna paralel olarak Kısakürek’in Büyük Do­ğu’su da Karakoç’un Diriliş’i de İslâm’ı Batı kökenli kapitalizm ve komünizm karşısında alternatif ideoloji ya da medeniyet olarak sunmaktadır. Batı eleştirisi bağlamında komünizm konusu Kısakürek’in aksine Karakoç’un düşüncesinde önemli bir yer tutar. Soğuk Savaş döneminde yaşayan ve yetişen bir aydın ola­rak Karakoç, İslâm dünyasına meydan okuyan en büyük tehlikenin komünizm olduğu görüşündedir. Bu vurgudan daha önemlisi Karakoç’un medeniyet söyle­mindeki anti-kolonyalist unsurdur. Büyük Ortadoğu Devleti’nin kurulması çağ­rısını yapan Karakoç en büyük engelin Batı’nın İslâm dünyasındaki hâkimiyeti olduğunun farkındadır.

Karakoç’un medeniyet analizi Batı medeniyetinin insan ve tabiata materyalist bakışı ve vahyin doğru yolundan sapması sebebiyle oluşan ruhi krizine ve önle­nemez düşüşüne sıklıkla vurgu yapmaktadır. Bu “Batı’nın kaçınılmaz düşüşü” teması İkinci Meşrutiyet İslâmcılarından bu yana çeşitli formlarda İslâmcı ay­dınlar tarafından dile getirilmiştir[16].61 Karakoç’a göre İslâm medeniyetinin dirili­şi de yıkılması kaçınılmaz olan Batı medeniyeti karşısında insanlığın kurtuluşu için bir alternatiftir. Varoluşa ilişkin Batı’nın verdiği maddeci cevaplar insanlığı vahiy ve metafizikten uzaklaştıran mahiyet kazanmışken bu ruhi temelleri İs­lâm’ın dirilişi temin edecektir.

Karakoç, Batı ve İslâm arasında kültürel etkileşimi kabul etmekle birlikte diğer medeniyetlerden kültürel unsurlar, sosyal ilişkiler ve kurumlar alanında melez­lenmenin kabul edilmesini önermemektedir. İslâm medeniyeti geçmişte diğer medeniyetlerin iyi yanlarını almıştır zira herhangi bir medeniyetin kaynağı va­hiydir ve insanlığın başarılarını benimsemek bir sorun teşkil etmeyecektir. Di­ğer İslâmcı aydınlar gibi ilmin Müslüman’ın yitik malı olduğu nerede bulursa alacağı anlayışı Karakoç’ta da belirgindir[17].  Diğer medeniyetlerden öğrenme ve medeniyetin ortaklığı fikrini Karakoç İslâm medeniyetinin orijinalliğini savun­mak için kullanmaktadır.

Modern dünyanın ahlaki ve ruhi krizi daha derindeki bir bunalımın sonucudur: ruhun ve anlamın kayboluşunun sonucu olarak medeniyet krizi ya da varoluş bunalımı. Bu bunalım da Batı medeniyetinin son varyasyonu olan modernitenin krizinden kaynaklanmaktadır[18]. Karakoç Batı’nın krizini XX. yüzyılda atılım gü­cünün son uçlarına varan Rönesans’a kadar götürmektedir. Rönesans temelinde iki eksiği taşıyordu: yeterli orijinal özün bulunmayışı ve İslâm’a olan ilgisinin zayıflığı. Batı medeniyetindeki “ilahi ve insani öz yoksunluğunu” insanlığın bu yüzyıla kadar hissetmeyişinin sebebi Avrupa’nın uygarlık olarak kendi sınırla­rı içinde kalmasıydı. İki dünya savaşından sonra Avrupa medeniyetini dünyaya yayarken aynı zamanda krizini küreselleştirmiş oldu. Böylece bu küreselleşme iki olguyla sonuçlandı: Avrupa dışı dünyanın batılılaşması ve tüm insanlığın Ba­tı’ya başkaldırışı[19].64 Bu sürecin sonunda Karakoç, Batı sonrası bir dönem tahay­yül etmektedir: “...insanlığın varacağı yeni yaşama ortamı, Batı uygarlığının bir açılımı veya genişlemiş adaptasyonundan ibaret olamaz. Gelmekte olan yeni bir uygarlık, yeni bir insanlıktır.”[20]

İnsanlığın Avrupa’ya başkaldırısında antimakyevalizm, samimilik, doğruluk ve sabır gibi silahlar kullanılmasını önerir. Bunun kaba kuvveti yenecek tek yol ol­duğunu söyleyen Karakoç’a göre, “silah karşısındaki silahlarla güçlenir; karşıda silah olmayınca bir an gelir silah da ölür... Ya daha büyük bir kaba kuvvet, daha büyük bir hile yahut da tam tersi, hilesizlik ve kaba kuvvete tenezzülsüzlükle Av­rupa’nın karşısına çıkılabilir[21].” Çin’in birincisini denediğini başarılı olması du­rumunda insanlığın başına daha büyük bir bela olacağını savunur. Batı’ya karşı direnmenin savunma olduğunu düşmanlık olmadığını ve Avrupa’nın kötü etki­lerinden ancak bu şekilde arınmanın mümkün olduğunu ileri sürer. Batılı ideo­lojilerle, yani Batı’da oluşmuş gerekçe ve sebeplerle ona karşı olmanın yeni bir batıcılık olacağını belirtir[22].67 Batılı ideolojilerin çağdaş insanın ideoloji ihtiyacını giderirken din ihtiyacını karşılayamadıklarını söyleyen Karakoç’a göre insanlı­ğın hem din hem ideoloji ihtiyacını karşılayacak evrensel görüş İslâm’dadır: “...hem inanışı, hem hayatı düzenleyen.. hem kadim, hem çağdaş olan, hem geçmişi değerlendiren, hem geleceğe bakan İslamdır[23].”68

İslâm ve Batı arasındaki farka işaret ederek Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye­liğine karşı çıkan Karakoç’un düşüncesinde bu iki medeniyet arasındaki tek or­tak çizgi Akdeniz medeniyeti fikridir. Akdeniz’in insanlığın ortak medeniyetini çıkarmada en elverişli bölge olabileceğini savunan Karakoç, Avrupa’nın tekrar kendi egosunun duvarları içine kapanması sebebiyle bu medeniyetin ve insanlı­ğın kurtarılma teşebbüsünün ancak Müslümanlar tarafından ve Akdeniz çevre­sinde başlatılabileceği görüşündedir[24].

 

[1] II. Meşrutiyet İslâmcıları, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi başta olmak üzere, spiritüalist fel­sefeyi Batıcılığın pozitivist modernleşmesinin ölümcül etkilerine karşı dini ve kültürel değerleri korumak için seferber etmişlerdir bakınız Neşet Toku, Türkiye’de Anti-Materyalist Felsefe (Spiritu­alizm)-İlk Temsilciler Beyan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 9, 23, 320.

[2] Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s. 130-132.

[3] Aydın ve Duran, “Arnold J. Toynbee...”; Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 29-30, 139-140.

[4] Karakoç, Sur, s. 51-52; Sütun, s. 384.

[5] Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s. 56-59.

[6] Karakoç, Sur, s. 81.

[7] Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 142-144, Fizikötesi Açısından I, s. 81-83.

[8] Karakoç, Çağ ve İlham I, s. 83; İnsanlığın Dirilişi, s. 21; Sütun, s. 393; Sur, 30; Fizikötesi Açısın­dan I, s. 109-110.

[9] Karakoç, Fizikötesi Açısından I, s. 119-120.

[10] Karakoç, Çağ ve İlham I, s. 63-64.

[11] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 37.

[12] Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, s. 24-25.

[13] Karakoç, Çağ ve İlham III, s. 22-24.  

[14] Karakoç, Sur, s. 32.

[15] Karakoç, İslâmın Dirilişi, s. 9-10.

[16] Burhanettin Duran, Transformation of Islamist Political Thought in Turkey From the Empire to the Early Republic (1908-1960), Basılmamış Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara, 2001.

[17] Karakoç, Düşünceler I, s. 14-17; Diriliş Neslinin Amentüsü, s. 20.

[18] Karakoç, Gün Saati, s. 64-65, İnsanlığın Dirilişi, s. 140, 13.

[19] Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, s. 14-21.

[20] Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, s. 20.

[21] Karakoç, Sur, s. 80-81.

[22] Karakoç, Sur, s. 114-115, 144.

[23] Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s. 31-32.   

[24] Karakoç, Sur, s. 146-147.

Ulu Kanal

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.