Avrupa Birliği’nin Suriye ve terör açmazı

Avrupa Birliği’nin Suriye ve terör açmazı
Barış Pınarı Harekatı, uluslararası alandaki etkisi bakımından en büyük çözülmeyi Avrupa’da gösterdi; pek çok Avrupa ülkesi, Suriye’nin kuzeyinde son on yıl içerisinde oluşan PKK uzantısı PYD ve YPG gibi terör yapılanmalarına açıkça destek verdi.

Avrupa Birliği’nin Suriye ve terör açmazı

Barış Pınarı Harekatı, uluslararası alandaki etkisi bakımından en büyük çözülmeyi Avrupa’da gösterdi; pek çok Avrupa ülkesi, Suriye’nin kuzeyinde son on yıl içerisinde oluşan PKK uzantısı PYD ve YPG gibi terör yapılanmalarına açıkça destek verdi.

Suriye kriziyle birlikte yaşanan süreç ve bölgede değişen güç dengeleri, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin uzun vadede kabullenemeyeceği gelişmeleri beraberinde getirmişti. Türkiye’nin Suriye krizinin en başından beri savunduğu, “uçuşa yasak bölge” ve devamında “Suriye sınırı boyunca güvenli bir bölge” oluşturulması teklifi, gerek AB ve gerekse de o dönem ABD başkanı olan Obama tarafından kabul görmemişti. Buna rağmen Türkiye, Suriye’de yaşanan iç savaştan kaçan Suriyelilerin sığındığı bir kapı olması yanında, bu ülkeyle olan sınır hattı boyunca oluşan yeni terör yapılanmalarına da dikkat kesilmek zorunda kaldı. Bu terör yapılanmalarının Türkiye’nin varlığına bir tehdit haline gelmesi ve Suriye’nin kuzeyi ile doğusunda yeni bir göç dalgası doğuracak hareketlere girişmesi sebebiyle, Barış Pınarı Harekatı başlatıldı.

Avrupa’nın göremediği, Suriye ve bölgedeki terör meselesinin artık uluslararası bir mesele olduğu ve müdahale edilmediği takdirde, burada başlayan bir yangının, zaten yanmakta olan bölgedeki ateşi hızlandırmayacağı, bu ateşin kendilerine de sarkabileceğidir.

Türkiye’nin başlattığı Barış Pınarı Harekatına karşı, ABD ve AB içerisinde belirli çevreler, bölgede yer alan ülkelerden daha şiddetli tepkiler göstererek, Türkiye’nin harekatı derhal durdurmasını talep ettiler. Özellikle AB içerisinde Almanya ve Fransa tepkilerini, Türkiye’ye yönelik askeri savunma kalemlerine ihracat yasağı getirerek ortaya koydular. Hatta bazı Avrupa ülkeleri Birleşmiş Milletler nezdinde girişimlerde bulunarak, Güvenlik Konseyi’nde Türkiye aleyhine karar alınmasını dahi istedi.

Barış Pınarı Harekatı, uluslararası alandaki etkisi bakımından en büyük çözülmeyi Avrupa’da gösterdi, pek çok Avrupa ülkesi ve Avrupalı siyasinin, bilhassa Suriye’nin kuzeyinde son on yıl içerisinde oluşan PKK uzantısı PYD ve YPG gibi terör yapılanmalarına açıkça destek verdikleri görüldü. Pek çoğu, Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı NATO üyesi olan bu ülkelerin ve buralardan gelen siyasilerin, geçmiş dönemlerde Türkiye’nin AB üyeliği söz konusu olduğunda buna karşı çıkarak ortak tavır gösterenlerle örtüşmesi ise hayli dikkat çekici.

Avrupa ülkelerinin tepki gösterdiği kişilerin başında, ABD askerlerini Suriye’nin kuzeyinden çekme kararı alan Başkan Trump geliyor. Avrupa’da Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatına karşı çıkanlar, özellikle, ABD askerlerinin bölgeden çekilmesiyle, PKK terör örgütü uzantısı PYD/YPG’nin zor durumda bırakıldığı iddiasındalar. Aynı kişiler, ABD’nin buradan çekilmesinin, bölgede Rusya ve İran’nın hakimiyet alanını genişleteceğini, bunun Avrupa için iyi olmadığı endişesini taşıdıklarını söylemekteler. Ancak her nasılsa, ABD’ye gösterilen bu tepki sözde kalırken, fiili tepkiler kendi ülke güvenliği için hareket eden Türkiye’ye yönelik olmakta. Bu yönüyle AB ülkeleri ve siyasileri büyük bir açmaz içerisindeler.

Avrupa’nın içinde bulunduğu bu açmazı ortaya koyacak pek çok gelişme yaşandı. Ancak bu açmazı en iyi ifade eden, eski Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel oldu. Halen Almanya’da Avrupa-ABD arasındaki siyasi ilişkilerde belirleyici rol oynayan Atlantik Köprüsü (Atlantik Brücke) isimli bir lobi örgütünün başkanlığını yürüten Gabriel, geçenlerde katıldığı bir televizyon programında, günümüzde yaşanan sorunların müsebbibi olarak, bir taraftan, ABD askerlerini çektiği için Trump’a işaret ederken, diğer taraftan, baştan beri bölgede Türkiye’nin hassasiyetini gözden kaçıran ve dikkate almayan Obama ve dönemin Avrupalı siyasi aktörlerini gösterdi. Ancak, Gabriel’in unuttuğu kendisinin de geçmişte, eleştirdiği bu siyasilerle birlikte hareket etmiş olduğudur.

Başta Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn olmak üzere geçtiğimiz hafta gerçekleşen AB Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısına katılan yetkililerin yaptıkları açıklamalarda ortak iddiaları, Türkiye’nin, Suriye’de başlattığı harekatın uluslararası hukuka aykırı olduğuydu. Bu konuda yaşanan bir başka ilginç bir gelişme ise, geçtiğimiz hafta sonu Alman Federal Parlamentosu Bilimsel Araştırmalar Birimi tarafından hazırlanan, oldukça zorlama bir raporun da Maas ve Asselborn gibi siyasilerin görüşleri doğrultusunda, Türkiye’nin başlattığı harekatın uluslarası hukuka aykırı olduğu iddiasında bulunması. Bilhassa Almanya’da sol görüşlü siyasiler tarafından desteklenen bu raporun, hiçbir bağlayıcı etkisinin olmadığını, resmi bir görüş yansıtmaktan ziyade raporları hazırlayan kişilerin görüşleri olduğunu ifade etmekte yarar var.

Eski Alman Bakan Gabriel’in ifadelerine dönecek olursak; Suriye’nin kuzeyinde terör örgütleri PYD/YPG aracılığıyla buradaki Kürtlere kurdurulacak bir devletin, Trump’ın değil, Obama’nın planı olduğunu ve Avrupa devletlerinin bunu açıkça desteklediğini bir itiraf şeklinde ifade etti. Gabriel bilhassa, Türkiye’de konuşlu bulunan Patriotlarla bölgede olan Almanya’nın askerlerini bölgeden çektiğini, ancak bunun yanlış bir karar olduğunu belirtti. Gabriel, gerek Steinmeier’in dışişleri bakanlığı döneminde, gerekse kendi dışişleri bakanlığı döneminde Türkiye’de bulunan Alman askerlerinin çekilmesinde aktif rol oynamıştı. Bu bakımdan Gabriel’in sözlerinin, Almanya’nın bölgedeki daimi hedeflerini ortaya koyması açısından hayli önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.

Uzun yıllardan beri Almanya’da yasaklı olan ve AB’nin terör örgütleri listesinde yer almasına rağmen değişik sebeplerle, Avrupa ve Almanya’daki bazı siyasi hareketlerin PKK terör örgütüne destek verdikleri biliniyor; bu hareketlerin terör örgütüyle olan ilişkisi gizlemeye dahi gerek görülmeksizin, özellikle 90’lı yılların başından itibaren sürdürülegeliyor. Bu ilişkilerin başladığı yıllarda, örneğin Almanya’da, Yeşiller siyasi hareketiyle sıkı ilişkiler içinde olan ve siyasi destek toplamaya çalışan PKK terör örgütü, Avrupa ve Almanya’da değişen siyasi yelpazeye ayak uydurarak, ilişkide olduğu siyasi hareketleri çeşitlendirmişti. Terör örgütü bunu gerçekleştirirken Avrupa ülkelerinde, özellikle sol siyasi hareketler içinde de hızla yayılan ve artık bu siyasi hareketlerin de başlıca söylemleri arasında yer alan “İslam düşmanlığı” ve “Türkiye karşıtlığı” fikirlerinden faydalandı.

PKK terör örgütü Avrupa yapılanması, üye ve sempatizanlarına yaptığı çağrılarda, bulundukları ülkelerde siyasi partilere üye olmalarını ve üye oldukları siyasi partilerde terör örgütünün fikirlerini anlatmalarını tavsiye etmektedir. Günümüzde Almanya’da terör örgütünün en çok ilişki içinde olduğu hareket, Sol Parti’dir (Die Linke). Alman sol hareketinin son on yılına damgasını vuran bu ilişki, bu günlerde romantik bir devrimci ilişkisinden ziyade, organik ve iki tarafın birbirinden faydalandığı simbiyotik bir ilişkiye dönüşmüş durumda.

Avrupa’daki PKK sempatizanları, Avrupa aşırı sol hareketleri içinde yer alarak ciddi lobi çalışmaları yapmaktalar. Bu durum, Almanya’da iç istihbarat raporlarına dahi yansıdı. Almanya Anayasa’yı Koruma Kurulu, Şubat 2019 tarihinde güncellediği PKK terör örgütü broşüründe, Almanya’da Sol Parti’yle PKK terör örgütü arasında sıkı bir ilişki olduğunu, her iki tarafın da bu ilişkiden faydalandığını ifade ediyor. Bir yandan Sol Parti, PKK terör örgütünün Almanya’daki sempatizanlarının desteğini alarak seçim sisteminde yer alan yüzde 5’lik barajın üstünde kalırken, terör örgütü de hedeflerini bu platform üzerinden Almanya’ya, oradan da tüm Avrupa’ya taşıyor. Sol Parti bu ilişkiyi hiçbir zemin ve zamanda inkar etmemekte, pek çok federal ya da eyalet düzeyindeki parlamento üyesiyle PKK ve onun uzantıları olan terör örgütleri PYD/YPG ve devamında SDG/SDF örgütlerinin sürekli gündemde kalmasına bulundukları parlamentolarda çeşitli soru önergeleriyle katkıda bulunmaktalar ve her fırsatta 1993 yılından beri Almanya’da yasaklı olan örgüt hakkındaki yasağın kaldırılmasını talep etmekteler.

Almanya ve Avrupa’da uzun süredir terör örgütü olarak yasağı olmasına rağmen, bulundukları ülkelerde farklı isim ve örgütlenmelerle halen faal ve organize olan PKK terör örgütü ve uzantıları PYD/YPG, çeşitli istihbarat raporlarının da konusunu oluşturuyor. Alman iç istihbarat raporlarında takip edilen ve hakkında düzenli olarak istihbarat raporlamaları yapılan bu örgütler, genel olarak tüm ilişkiler ağı ile ele alınıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda DEAŞ terör örgütü ve bu örgütün ortadan kaldırılmasına yönelik Suriye’de verilen mücadele, maalesef PKK terör örgütü ve uzantılarının hanesine yazıldı ve bu şekilde istihbarat raporlarına da yansıtıldı. Bu durum, Avrupa kamuoyunda ve Avrupa siyasi çevrelerinde -Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen- terör örgütüne bakışı da maalesef yumuşatmıştır. Bu yumuşama, Avrupa ülkelerinin, Türkiye’nin bölgedeki terörü engelleyici askeri faaliyetlerini, bilhassa PYD/YPG’ye karşı yürütülen faaliyetlerini durdurması talepleriyle de kendini göstermekte. Avrupa ülkeleri ve siyasileri bunu yaparken bu terör örgütlerinin sanki bölgedeki bütün Kürtleri temsil ediyor gibi kabullenmeleri ise akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Almanya eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in yukarıda bahsi geçen konuşmasında, PKK terör örgütünün ve Suriye’nin kuzeyindeki PYD ve YPG terör örgütlerinin bölgedeki tüm Kürtleri temsil etmediği, Türkiye’nin geçmişte çözüm için elinden gelen her şeyi yaptığını belirttiğini ve Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki diğer Kürtlerle oldukça iyi geçindiğini ifade ettiğini burada ayrıca hatırlatmak gerekiyor.

Yaşanan 2008 ekonomik krizi, akabinde Avro bölgesinde yaşanan krizlerle siyasi açıdan büyük bir çalkantı içerisinde olan ve aşırı sağın kıskacından bir türlü çıkamayan AB siyaseti, dış politika bakımından Rusya ve ABD lobileri ve değişik lobi grupları arasında sıkışmış durumda. Geçmişte, Fransa ve Almanya’nın ortak menfaatleri sebepleriyle pek çok uluslararası konuda birlikte hareket etmeleri, ancak Hollande ile başlayan ve Macron ile iyice belirginleşen Fransa-Almanya ilişkilerindeki ayrışma, bu sıkışıklığı arttırdı. Uluslarası güç ve ve lobi gruplarının elinde büyük bir oyuncak haline gelen, içinde bulunduğu bu sıkışık durumdan çıkmak için yeni politikalar üretmekten aciz olan AB, geçmiş alışkanlıklarıyla, bölgesel sorunları bölgelerine hapsedip kendisinden uzak tutmaya ve zaman içerisinde kendi menfaatine göre çözme alışkanlığından vazgeçmiyor. Bu alışkanlığı, sadece Suriye’de, Irak’ta sergilemiyor; dünyanın değişik yerlerinde PKK, PYD/YPG gibi terör örgütlerine görünür ya da el altından destek vererek, onlarla işbirliğine gitmekten sakınmıyor.

Asıl niyetleri, terör örgütlerine yapılan operasyonları engellemek ve durdurmak olan Avrupa ülkeleri, bölgede yapılan askeri harekatların yeni mülteci hareketlerine yol açacağı iddiasındalar. Bu ülkelerin halen görmek ve bilmek istemedikleri; Suriye krizi çıktığından beri Türkiye’nin kabul ettiği Suriyeli sığınmacı sayısının dört milyonu aştığı. Aynı şekilde, çekirdek kıta Avrupa’sında yaşayan Avrupalının göremediği, AB sınırlarının sandıkları kadar güvenli olmadığı, Akdeniz ve Ege denizi üzerinden geçen mültecilerin Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa’ya yayılma tehlikesinin her zaman olduğudur. Barış Pınarı Harekatı’yla oluşturulacak güvenli bölgenin ve buralarda yaşayıp memleketlerine geri dönebilecek Suriyeli sığınmacıların, Avrupalıların da faydasına olduğunu, Avrupa ülkelerinin de görmesi gerekiyor.

Bölgede yaşanan gelişmeler artık sadece bölgenin sorunu olmaktan çıkmış durumda. Başta mülteci sorunu olmak üzere, değişen güç dengeleri, Suriye’deki gelişmeleri artık uluslararası, hatta bir dünya meselesi haline getirdi. Avrupa devletleri ise terör örgütleriyle işbirliğine giderek, uluslararası bir mesele haline gelen Suriye meselesini, bölgesel düzeyde kontrol edebileceğini düşünüyorlar. Avrupa’nın göremediği, Suriye ve bölgedeki terör meselesinin artık uluslararası bir mesele olduğu ve müdahale edilmediği takdirde, burada başlayan bir yangının, zaten yanmakta olan bölgedeki ateşi hızlandırmayacağı, bu ateşin kendilerine de sarkabileceğidir.

[Muhterem Dilbirliği Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü'nde çalışmalarını sürdürmektedir]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.