Araştırmacı yazar Şakir Diclehan: Ölüm Tellalları ve Sezai Karakoç

Araştırmacı yazar Şakir Diclehan: Ölüm Tellalları ve Sezai Karakoç
Ona göre: “Son yarım asırda Türk siyasetinde ufuk açan ve iz bırakan bütün siyasî lider ve devlet adamları, bu konuda anlaşılmaz bir basiret bağlanması yaşamış ve hâlen yaşamaktadır.

Gerçek bir mümin, İnancını yaşayan ve bunları yaşatmak için ömür boyu didinen merhum Ahmet Sezai Karakoç’un ölümü üzerine izlediğim linklerden anladığım kadarıyla, yetmişin üzerinde ve bunların çoğu -başta köşe yazıları olmak üzere- yazılar kaleme alınmıştır. Bu yazılara şu aşamada tek tek bakma imkân ve fırsatım olmadı, ancak ilgi, şaşırtıcı olduğu kadar baş döndürücü nitelikte...

Bir tespit yapalım ilk aşamada… Kanuni Sultan Süleyman döneminin büyük şairi ve Divan edebiyatının birinci sınıf sanatkârı Baki:

“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki

Durup el bağlayalar karşında yaran saf saf”

(Ey Baki! Dostların, senin değerini ancak musalla taşında, karşında saf tutup el bağladıklarında anlayacaklardır.)

Yıllar boyu bazı çevrelerce unutulmuşluğa mahkûm idealist ve inançlı bir düşünür-şair hakkında, hayatı boyunca yayın organlarında, sosyal medyada bu kadar yazı çıkmamıştı hiçbir zaman! Baki’nin tespit ve işaretiyle ölünce değeri anlaşılan bir insan var karşımızda bugün!!!

Kimi şairliğini öne çıkarıyor… Kimileri de, onun 1952 yılında Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi)’nin ikinci sınıfındayken Ankara/Söğütözü piknik alanında sınıf arkadaşlarının ısrar üzerine okuduğu “Monna Roza” şiiriyle gündeme getiriyor… Aslı astarı olmayan bir şehir efsanesi halinde anlatılıyor bu şiiri... Oysaki kaleme aldığım “MONNA ROZA’DAN LEYLA İLE MECNUN’A” (İstanbul, 2017) isimli eserimde, Mecazi aşktan İlahi aşka ulaşma şeklinde bu duyguyu açıklamış ve şu cümlelerle bağlamıştım eserin sonunu… “Aşk ve cezbe önünde akıl, yere serilmeğe mahkûmdur. Monna Rosa ile başlayan, Leyla ve Mecnun ile sürdürülen hikâyenin kahramanları, biri birlerine kavuşamazlar hiçbir zaman…

“Evden yükselen bir ışık sütunu

Yükselip tuttu ışık olan Mecnun’a

Gördü herkes gökte yarıştı iki ışık

Birbirine kavuştu iki ışık”

Peki, ya Ahmet Sezai Karakoç’un politik kimliği? Değinen pek yok! Oysa karşılarında siyasi bir parti başkanı var… Hem de çok farklı, İttihat ve Terakki’nin devamı olmayan bir parti… “YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ " ve lideri Ahmet Sezai Karakoç…

Kendisi, siyasetle ilgili başta koymuş olduğu temel ilkelere, sonuna kadar bağlı kalmıştır: “Politikacının, devlet adamının, ahlâk erinin, kısacası aksiyoncunun ileride iyilikle anılacak olanı, güçlü fakat haksız kuvvetlerin köleliğini yaparak günlük başarılar sağlayanı değil, millet ülküsünü sezeni, hedefinden hiç şaşmayanı, geçmişi tam değerlendireni, geleceği iyi göreni, şimdiki zamanın iğvalarına (ayartma ve aldatmalarına) kapılmayanı, ihtiraslarını dizginleyeni, millet düşmanlarının sürekli faaliyetine sarsılmaz bir iradeyle karşı koyanıdır.” Der ve günümüzde yapılan politikadan ve politikacılardan pek memnun olmadığını ve bunun, ülkeyi huzur ve selamet sahiline ulaştırıp çıkaramayacağını haykırır: “Bu dönemde yapılan iyi ve güzel şeylerin ana hedefe götürücü nitelikte olmadığı, ahlâkî ve kültürel yozlaşmanın giderek arttığı ve bu sebeple iktidar Partisi’nin de iz bırakmadan unutulup gideceği” düşüncesindeydi ve eleştirileri, büyük ölçüde bir uyarı niteliğindeydi Ahmet Sezai Karakoç'un…

Ona göre: “Son yarım asırda Türk siyasetinde ufuk açan ve iz bırakan bütün siyasî lider ve devlet adamları, bu konuda anlaşılmaz bir basiret bağlanması yaşamış ve hâlen yaşamaktadır.

Hiçbiri, kendinden öncekilerin akıbetinden ders çıkaramamıştır ve aynı hataları tekrarlayıp durmaktadır. Türkiye’de son yarım asırda “iç içe gelişen bir kadro” anlayışına sahip yani birbirini yemeyen ve inkâr etmeyen, üst üste koyan bir kadro ile “ikiyüzlü bir şeytanî kadro” anlayışından uzak yani açık sözlü, kendinden başkasını da düşünen, hakkı teslim eden, gerçekleri çarpıtıp gizlemeyen, ahlâk ve şahsiyet sahibi bir kadroyu maalesef hiçbir devlet adamı yetiştirememiştir.

Değil iktidar değişikliklerinde, aynı iktidar içindeki görev değişikliklerinde bile “ikiyüzlü bir şeytanî kadro” çok az istisnayla hep var olmuş ve var olmaya devam etmektedir.

Bu tür görev değişikliklerinde yaşanan bencillik, kibir ve inkâr psikolojisinin derinlerde ahlâk, terbiye, erdem, fazilet, fikir, kültür ve ideal yoksunluğuna işaret etmiş olmasının da kimseyi rahatsız etmemesi ayrıca vahim bir durumdur.

Uzun çabalar sonucu elde edilen kazanımlar bir çırpıda çöpe atılabiliyor, insanlar, muhalefet cephesinin ayartmasına itiliyor, böylece nefsiyle inancı arasında bir krize, bir çatışmaya ve bir tercihe sürükleniyor. Bu bir zulümdür ve buna gerek yoktur. Çok basit ve insanî bir yöntemle kazanıma dönüşebilecek bayrak değişimi meselesi dağılmalara, küskünlüklere, kişilik kaymalarına yol açmamalıdır. Neticede bu olay, ülkenin yetişmiş insan kaynağına karşı bir ihanet olarak görülmelidir. Peki, neden böyle oluyor? Belki bunun psikolojik, sosyolojik, ekonomik, tarihî ve siyasî birçok sebebi vardır ama bizce en temel sebep ahlâkîdir.”

Ahmet Sezai Karakoç, günlük yaşamda içe dönük, sakin ve kendi halinde birisi olmuştu daima... Buna karşın, idealist ve mücadeleci bir yapıya sahipti, en kötü durumlarda bile ümidini kaybetmeyecek kadar kararlı bir kişiliği vardı... Yaşamı boyunca, düşünce ve hayalleri yolunda mücadele etmiş ve hiçbir dönem, bu düşünce, düş ve eylemlerinden ödün verme gereği duymamıştı... 55 yıl süren bir üstat ve rahle-i tedrisi önünde diz çöken bir yakını, bir düşünce ve kültür dostu olarak ben, zaman zaman ağabey, zaman zaman da üstat diyordum kendisine… Bana gelen onlarca başsağlığı telefonlardan bunum mükafatını da gördüm Elhamdü lillah..

Tarikatı yoktu…Cemaati yoktu… İktidarlardan makam beklentisi yoktu ve onların randevu taleplerine asla iltifat etmez ve olumlu bir cevap da vermezdi hiçbir zaman... Hatta bir defasında Diyarbekir Milletvekili değerli dostum ve Karakoç seveni Mehdi Eker Bey kanalıyla iletilen Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Fındıkzade semtinde bulunan yazıhanesindeki görüşme randevusuna: “Aman aman bir polis ordusuyla gelir buraya ve ertesi gün yazıhanem, insanların iş talebi için İş ve İşçi bulma kurumu haline dönüşür” şeklindeki bir açıklama ve ifadeyle olumlu cevap vermemişti bu isteğe…

Yandaş yayın organlarından köşe yazarı olma beklentisi de yoktu Ahmet Sezai Karakoç’un... Televizyonlara çıkayım, şöhret olayım istek ve arzusu da yoktu… Kendisiyle ilgili düzenlenen gecelere, toplantılara ve belgesellere de, ne katıldı ve ne de katılmayı düşündü… Kendisini bir toplantıya çağırma isteğime, aynen şunları söylemişti: “Benim yüzüme karşı övgü dolu sözler kullanacak, beni layık olmadığım kelimelerle övecek ve göklere çıkaracaklar ve ben de bunları dinlemek zorunda kalacağım. Oysaki Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerifi vardır: “Sizi yüzünüze karşı övenin yüzüne toprak serpiniz” diye…

“Kültür Bakanlığı'nın (2006)’da verdiği plâket ve para ödülünü de, Cumhurbaşkanının verdiği ödülü de (2011) almaya gitmedi. “ Kültür Bakanlığı ödülü için verdiği cevapta "Plaketi postayla yollayınız, bu parayı, kültür hizmetinde kullanmak üzere veya ihtiyaç sahibi birine veriniz” dedi.

Bir defasında, Ankara’ya konferans vermeğe gitmiştim. O dönemin plâket ve ödülünü vermek isteyen Kültür Bakanı’yla karşılaşmış ve sohbet imkânını bulmuştum. Kendisine demiştim ki: “Üstat! Karakoç, kendisine vermek istediğiniz ödülü, postayla yollamanıza dair bir mektup yazmıştı size ve parayı da almamıştı. Bunun üzerine eski vali ve Bakan Atilla Koç: “Ama kendisi de bir siyasi parti kurdu” demişti.

Sezai Karakoç'un düşünceleri, ümitleri, beklentileri ve hayalleri vardı. Ve en önemlisi de, onun tek bir örgütü vardı o da: Diriliş…

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.