Ahmet Kot: Mona Roza’yla yola çıktım
Ahmet Kot: Mona Roza’yla yola çıktım
Eskişehir’de dergi çıkararak yayın dünyasına adım atan Ahmet Kot bugüne kadar üç yayın evi kurdu ve Türk okurlarını ilk kez Batı dünyasındaki önemli yazarlarla tanıştırdı. Kot, yayıncılık serüvenine Ankara’da öğrenciyken Sezai Karakoç’un Mona Roza şiirini evdeki teksir makinasından korsan basıp çoğaltarak girdiğini söylüyor.
AYŞE OLGUN
Ahmet Kot sağ yayıncılık sektöründe önemli bir isim. Özellikle Batı dünyasındaki Müslümanların kitaplarını Türk okurlarına kazandıran Kot’un yayıncılık serüveni Eskişehir’de lise yıllarındayken çıkardıkları Deneme dergisiyle başlıyor. Kot ile dünden bugüne yayıncılık serüvenini konuştuk.
Yayıncılığa nasıl adım attınız?
Eskişehir’de lise yıllarında yayınladığımız aylık sanat edebiyat dergisi Deneme ile… Biz Eskişehir’de okuldan arkadaşım Nabi(Avcı) ve bazı arkadaşlarla Deneme dergisini çıkarıyoruz. Bir matbaada harf harf elle diziliyor dergimiz. Harflerin tek tek dizildiği beş bin yıllık gelenek henüz sürüyor. İstanbul’da kurşun dizgi olduğunu duyuyoruz. Sınıf atlayalım dedik ve 13 ve 14. Sayımızı Akçağ Yayınları’nın kurucusu İsmail Ünalmış ağabeyin desteğiyle İstanbul’da bastık. Yazıları toplayıp hazırlıyoruz dergiyi. Ben İstanbul’a matbaaya getirip dizdiriyorum, tashihlerin yapıp teslim ettikten sonra geri dönüyorum. Derginin tashihlerini yapmak için de Marmara Kıraathanesi’ne gidiyordum. Hatta Cahit Koytak’la da o vesileyle tanıştık..
Nasıl tanıştınız hatırlıyor musunuz?
Bir masada oturmuş Deneme dergisinin tashihlerini yapıyordum, o da diğer masadaymış. Yanıma geldi ‘Bu dergiyi siz mi çıkarıyorsunuz?’ dedi. Zaten ismini Diriliş’teki şiirlerinden biliyordum. Kimya Fakültesi’nde öğrenciydi. Sezai Karakoç’la tanışıyor musun? Diye sordum. “Yok ben hiç yanına gitmedim şiirlerimi postayla gönderiyorum’ dedi. Ben de o zaman Kadıköy’de aynı öğrenci evinde kalan Metin Önal Mengüşoğlu, Mustafa Miyasoğlu, Ebubekir Eroğlu ve Abdullah Uçman’dan bahsettim evin adresini de verdim. Onların yanına uğra onlar Karakoç’un yanına gidip geliyor tanışırsın dedim.
YAZMAK SAKINCALIYDI
Kimler vardı ekipte?
Çok isim vardı ama az yazar. Hepimiz birçok müstearla yazıyorduk. Hatta, hiçbirimiz asıl ismimizle yazmadık. Mesela Nabi Avcı Veysel Vedat, müstearını kullanıyordu, en az 7-8 müstear… Atasoy Müftüoğlu Salah Buhara ismiyle ilk yazısını yayınladı o çıkardığımız dergide. Uzun süre de bu ismi kullandı. Şiirimiz başka bir isimle, denemelerimiz başka, eleştiri yazılarımız başka bir isimle yayınlanıyordu. Böylece çok yazarımız olduğu izlenimi veriyorduk. Zaten o yıllarda, hele lise öğrencisiyken bir dergide yazmak takdir almıyordu; tam aksine, yazdığımız için başımız belaya girebiliyordu.
Sonraki yıllar?
Nabi de ben de ODTÜ’ye girdik. Aynı bölümde okuyup aynı evde kaldık.
Öğrenci evinizin ortamı nasıldı?
Bahçelievler’de bir apartmanın bodrum katındaydık. Eskiden apartmanların bodrum katlarında oda oda kömürlükler olurdu ve bu apartmanlar kaloriferli sisteme geçinde bu odaların biri mutfak biri banyo yapılmış ve diğer odalarla birlikte öğrencilere kiraya verilmişti. Öyle bir evde kalıyorduk. Akşamları bizim mutfak misafirlerin buluşma mekanıydı. Dumandan göz gözü görmüyor ama tam bir entelektüel arenaya dönüşüyordu.
Kimler gelirdi?
Atilla Koç o zaman genç bir kaymakam olarak Ankara’ya gelmiş ve İçişleri Bakanı Oğuz Asiltürk’ün özel kalemi görevini yürütüyordu. Teyzesinde kalırdı ve işten çıkınca bize gelirdi. Fehmi Koru gelirdi yine. Cahit Zarifoğlu bir yıl bu evde kaldı. Ersin Nazif Gürdoğan kaldı. İsmet Özel de gelip giderdi bu eve. Akşamları iş çıkışı da bir kahvede sohbet için buluşurduk. Oraya da Sezai Karakoç gelirdi iş çıkışı.
İSMET ÖZEL İLK SEZAİ KARAKOÇ'A AÇIKLAMIŞ
İsmet Özel’le nasıl tanıştınız?
Sezai Karakoç o zaman Ankara’da Maliye Bakanlığı’nda müfettiş olarak çalışıyor, aksamları da dediğim gibi bir kahvede sohbete geliyordu. Bir gün kahveye geldi ve dedi ki ‘arkadaşlar size güzel bir haberim var İsmet Özel Müslüman oldu’. Biz de İsmet Özel’in Yeni Dergi’den, Halkın Dostları dergisinden şiirlerini okuyoruz o günlerde. Güneş henüz doğmamış ama şafak söküyor, yeni bir değişimin ipuçlarını şiirde görüyor ve kendi kendimize ‘bak ne müthiş’ diyor seviniyoruz, takip ediyoruz, hatta ‘keşke bizimle olsa’ diyoruz. Bir iki yıl sonra da Sezai Karakoç bu sevinçli haberi verdi.
Ona mı söylemiş?
İsmet Özel Maliye Bakanlığı’nı aramış, Sezai Karakoç’a ulaşmış ve görüşmek istediğini söylemiş. Sonra ziyaretine gelmiş ve demiş ki ‘ben Müslüman oldum ve bu kararımı da ilk kez büyük bir Türk şairine açıklamak istiyorum’.
Sonra sizle mi tanıştı?
Aradan 10-15 gün geçti-geçmedi şair Ragıp Karcı geldi yanımıza, ‘İsmet Özel sizinle mutlaka tanışmak istiyor bir gün eve getireyim’ dedi. Biz de buluştuğumuz bir otel lobisi vardı oraya getirmesini söyledik. Karcı o zaman Fars dilinde İsmet Özel de Fransızca bölümünde okuyormuş öyle tanışmışlar. Tanıştıktan sonra samimi olduk sık görüşmeye başladık.
CEMİL MERİÇ'E OKURDUM
Otel lobisinde kimlerle buluşurdunuz?
Fethi abi (Gemuhluoğlu) Ankara’ya geldikçe bizi toplardı. Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan gelirdi. Sezai Karakoç yeniden Diriliş’i çıkarmaya karar verince müfettişlik görevinden istifa edip İstanbul’a yerleşti. 1973-74 yılları. Biz de Ankara’dan yazıları toplayıp Karakoç’a gönderiyoruz. İsmet Özel Müslüman olduktan sonra ilk şiirini Diriliş’te yayınladı. Bu arada biz de Gelişme adında bir edebiyat dergisi çıkarmaya başladık Ankara’da. Üç aylık bir dergiydi. Rasim Özdenören ile ilk röportaj bu dergide yayınlanmıştı mesela.
İstanbul’a gelip gidiyor muydunuz?
Sık sık geliyordum ve her geldiğimde Necip Fazıl’a Büyük Doğu Yayınları’na uğruyordum. Yine Sezai Karakoç’a, Cemil Meriç’e uğruyordum. 80’li yıllara kadar Cemil Meriç’e İngilizce kitap okudum.
Okuldan sonra mı İstanbul’a yerleştiniz?
ODTÜ son sınıfa geçeceğim yıl, uzun boykotlar oldu. Bu boykotlar sırasında solcu öğrenciler beni halk mahkemesine çıkarmaya karar vermişler, sınıftan silahlı bir grup marifetiyle çıkarıldım. Mahkeme yaptıkları odaya yönelttikleri sırada ellerinden kurtulmayı başardım. İstanbul’a gelip bunu Cemil Meriç’e anlattım. ‘Evladım, bırak okulu gel, burada sosyolojiye girersin, Ümit (Meriç) de burada asistan’ dedi. Onun tavsiyesiyle okulu bırakıp İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Okula devam mecburiyeti yoktu, ben de Sezai Karakoç’a Diriliş’in hazırlanmasında yardım ediyorum.
Kitap yayıncılığına ne zaman başladınız?
Herkesin bildiği bir gerçeği itiraf ediyorum, benim ilk bastığım kitap Sezai Karakoç’un Mona Roza’sıdır. Öğrenci evinde kalırken teksir makinası almıştık orada 500 adet basıp öğrencilere dağıtmıştık. İlk ve son korsanımız, para ile satın alınamayan. Biliyorsunuz şiirin ilk hali Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin çıkardığı dergide yayınlamıştı , o dergiden alıp yayınladık. Daha sonra Sezai Karakoç kendisi bu şiiri kitap olarak yayınladı ama bazı değişiklikler yaptı. Bizim baskımız orijinal olanıdır.
Başka kitap çıkardınız mı?
Nabi Avcı’yla birlikte Ankara’da İsmet Özel’in Cinayetler Kitabı’nı basmıştık yine. Çıdam Yayınları adıyla yayınladık. Kapağını Nabi Avcı tasarladı, ben uyguladım.
Çıdam Yayınları İsmet Özel’in İstanbul’da kendi kurduğu yayınevinin adı değil mi?
Evet sonra aynı isimle kendi yayınevi kurdu.
SEZAİ KARAKOÇ ELLE YAZAR BENDAKTİLO EDERDİM
İstanbul’da Diriliş’te mi çalışmaya başladınız?
TRT İstanbul Televizyonu’nda çalışıyorum. Sezai Karakoç el yazısıyla yazdıklarını ben de daktilo ediyorum mesela. Tashih yapıyoruz. Yazı edit ediyoruz.
Gazetecilik nasıl başlıyor?
Milli Gazete bünyesine bir yerel gazete almış bunu fikir gazetesi olarak çıkarmaya karar vermişti. Cumhuriyet gazetesi gibi bizim de bir fikir gazetemiz olsun diye bir hazırlık başladı. Mehmet Durlu Yazıişleri Müdürü. Ben de dışardan katkıda bulunuyorum. Dış politika, edebiyat, kültür, ne gerekiyorsa oturup yazıyoruz. İlk tematik sayfaları bu gazetede başlattık diyebilirim. Ben Dış Haberler sayfası yapmaya başladım. Yine ilk kez kültür sayfası adıyla bir sayfa yaptım. Dış haberler için yazıları tercüme ediyoruz. Bir yandan da TRT’de çalışıyoruz. Bu dönemde TRT’yi bırakıp gazetenin Yazı İşleri Müdür yardımcısı oldum. Hasan Celal Güzel de o dönem ekonomi sayfasını hazırlıyordu. Bir de mizah sayfası yaptık. 1977 seçimleri öncesi Erbakan hepimizi toplayıp fikir alışverişinde bulunmuştu.
Gazeteden ne zaman ayrıldınız?
Milli Gazete’nin arşivi yoktu ve ben de bir odayı arşiv yapmıştım. İlk sefer ‘oda lazım bu gazete yığınları ne işi yarıyor’ deyip burayı boşaltmaya çalıştı yönetim. Bunu önleyebildik. Birkaç ay sonra geldim bu sefer bana sormadan gazetelerin odası boşaltılmış. ‘Arşiv nerede’ dedim, muhasebe müdürü hurdacıya vermiş dediler. O gün ben burada durulmaz dedim.
Milli Gazete’nin arşivi yoksa fotoğrafları nasıl buluyorsunuz?
1977 seçimleri sonrası Necmettin Erbakan Başbakan Yardımcısı olacak, haber hazırlıyoruz, fotoğraf lazım ama arşivimiz yok. Nasıl oluyor? Anadolu Ajansı’ndan fotoğraflar geliyor kullanılan kullanılıyor gerisi doğru çöpe. Allah’tan çaycımız bir amca vardı, yazı işlerinin çöpe attığı fotoğrafları alıp saklıyormuş çuvallarda. Necmettin Erbakan’ın fotoğrafını bulamayınca çaycıya gittim, iki çuvalı yere boşalttı, fotoğraflar yazılar yerde karmakarışık bir yığın halinde önüme saçıld. Ben aradığım fotoğrafı bulamadım ve o gün ‘bana eyvallah İngiltere’ye gidiyorum’ deyip yazı işlerini bıraktım. Mehmet Durlu ‘dur gitme’ dedi. İkna edemeyince ‘ O zaman bize İngiltere’den haber yaz, muhabirlik yap’ dedi. Bana maaş ödemeye devam ettiler. Londra’da bir buçuk yıl kaldım ve çok şey yaptım orada.
NECİP FAZIL'IN İŞARET ETTİĞİ GENÇ BENDİM
Şiir kitaplarının dışında ilk şiir kasetini daha doğrusu ilk şiir plağını Necip Fazıl için hazırlıyorsunuz. O plakta yer alan Gençliğe Hitabe'nin hikayesini sizden dinleyelim mi?
Yıl 1976. Fehmi Koru ve arkadaşları İzmir’de bir yayınevi kuruyor: Akyay Kaynak Yayınları. Nabi Avcı ve benden destek istiyor. Bizim tarafta ilk kez şiir poster ve kartpostalları hazırladık. Çok ilgi gördü. Fehmi bir plakçı bul da Üstadın şiir plağını yapalım dedi. Plak yayını nedir bildiğim bir şey değil. Sadece dinleyiciyim. Her gün dinlediğim kendi sesinden Ezra Pound, T. S. Eliot, Dylan Thomas plaklarım var. O günlerde her gün Büyük Doğu yazıhanesindeyim. Üstatla konuşuyoruz, kim yapabilir diye. Yanında Anadolu’dan gelmiş birkaç yaşlı misafir var. Birdenbire “Ben yaparım!” dedim. Bu Üstad’ın çok hoşuna gitti ve misafirlere dönüp dedi ki: “İşte, özlediğimiz gençlik. Bir şey istendiğinde sağına soluna bakmadan ‘ben’ diyebilen bir gençlik.“ Tamam, sen yaparsın bu işi dedi. Bendeki şiir plaklarını da getirip gösterdim. Şiirler seçildi, müzikler belirlendi, stüdyoya girildi, kayıtlar tamamlandı. Son anda şiirlerin başına bir de gençliğe hitabe koymaya karar verdi. Bir anda ürperdim, şiirin bekareti gidiyor. İdeolojik bir işe dönüşecek. Tabi itiraz mümkün değil. Metnini hiç kimseye göstermeden yazdı. Stüdyoda dinledik ilk kez. Kayıt sırasında kıpkırmızı olduğumu hissettim. Benim için misafirlere söylediği “…sağına soluna bakmadan ben varım diyebilen…” cümlesi, hitabede… Bu gençliğe aday olmaktan duyduğum gurur benim için her şeye bedeldi.
Resim hocamız öğrencilerini sahneye oturttu
O yıllarda konferanslar çok önemli değil mi?
Evet. Pek çok isim gelirdi ve babam da beni bu konferanslara götürürdü. Komünizmle Mücadele Derneği ve Milliyetçi Derneği vardı çoğunlukla onlar düzenlerdi. Maarif ikinci sınıftayım. Duyduk ki Necip Fazıl konferansa geliyor, babamla beraber gittik. Baktım, konferans kürsüsünün arkasına da iki sıra sandalye dizilmiş, bizim okuldan çocuklar oturuyor. Resim öğretmenimiz Cevat Ülger de orada. Ben de bizim okuldan çocukların yanına gidip oturdum. Ertesi gün sınıfıma bir çocuk geldi ve elindeki fotoğraflardan birini bana verdi. “Bunu Cevat Ülger hocamız gönderdi, dünkü konferanstaki fotoğraflarımız,” dedi. İşte o fotoğrafı getiren çocukta yan sınıfta okuyan Nabi Avcı idi. Onunla da böylece tanışmış olduk.
Nabi Avcı da konferansa gelen öğrenciler arasında öyle mi?
Evet. Cevat Ülger hocamız resim hocamızdı ve resim odasında aynı zamanda sohbetler yapar, bu sohbetlere dışardan isimler de davet ederdi. Yine bir gün Nabi Avcı geldi ve Cevat hocanın beni de resim odasına bu sohbetlere çağırdığını söyledi. Böylece ben de atölyeye gidip gelmeye başladım.
İsmet özel’le birlikte 12 eylül dönemi yargılandık
Abdulkadir es-Sufi, Martin Lings, Seyyid Hüseyin Nasr gibi yazarlarının kitaplarını sizin Londra yolculuğundan sonra Türkçe’ye çevrildi değil mi?
Evet, öyle oldu. İngiltere’ye gidince Martin Lings, Abdulkadir es-Sufi gibi isimlerle tanışma fırsatım oldu. Bunlar sonradan Müslüman olan İngiliz yazarlar.
Abdulkadir Es-Sufi’nin Ian Dallas adıyla yazdığı Gariplerin Kitabı Türkiye’de de çok popülerdi bir dönem. İlk kitabını ismini değiştirmeden önce mi yazmış?
Evet, ben o kitabı ikinci el kitap satılan Londra’da bir sokak satıcısından almıştım. Arkasında sakallı bir genç adam fotoğrafı çok ilgimi çekmişti. O kitap, Gariplerin Kitabı. Sonra gidip tanıştım. Sonra Martin Lings. British Library El Yazmaları Bölümü şefiydi. Ona gidip gelmeye başladım ve bana kütüphaneye girip çıkmam için kart çıkardı. O sıralarda Fehmi Koru, Şükrü Karatepe ve ben aynı evde kalıyorduk. Fehmi Koru dilini geliştirmek için gelmişti Londra’ya. Onlar dönünce ben kaldım o evde. Bizim kaldığımız evin eski kiracısı da eski Merkez Bankası Genel Müdürü Durmuş Yılmaz’dı. Abdullah Gül de doktora yapıyordu, onunla da zaman zaman görüşüyorduk.
İstanbul’da Yeryüzü Yayınları’nı kuruyorsunuz İngiltere’den geldikten sonra. O dönemi de biraz konuşalım mı?
Nabi Avcı, İsmet Özel, Bekir Şahin… Londra’dan getirdiğim kolilerce kitabı inceliyoruz. Bunlar mutlaka çevrilip yayınlanmalı diyoruz. Aslında yayıncılık niyetimiz yoktu önce. Bu kitapları bir yayınevi özel bir dizi olarak yayınlasın istiyorduk, Dergah’a teklif ettik. Onlar da her ne sebeple bilemiyorum, yayınlama fikrine sıcak bakmayınca bir yayınevi kurup biz basalım diye karar verdik. Yeryüzü Yayınları böyle kuruldu. İlk kitabımız Ian Dallas’ın Gariplerin Kitabı oldu. İsmet Özel çevirdi. Kapak ve iç tasarımla yayınevi logosu benim. Yayıncılığı burada öğrendik diyebilirim.
En çok ilgi gören kitabınız hangisi oldu?
Abdulkadir Essufi’nin Cihat –Bir Temel Tasarım kitabı büyük ilgi gördü. Kitabın çevirisini İsmet Özel yapmıştı. İlk 2 ayda 15 bir adet basıp sattık, düşünün. İki buçuk yılda dokuz kitap çıkardık. O dönemde ayda bir kitap çıkarmak bile büyük olaydı. Bazı özel sebeplerden dolayı 12 Eylül’den 12 gün önce yani 30 Ağustos’ta biz yayınevini kapatmış olduk.
12 Eylül İhtilali sizi etkiledi mi peki?
Abdulkadir Essufi’nin Cihat kitabı yüzünden yayıncısı olarak ben ve tercümesini yapan İsmet Özel hakkında dava açıldı. Askeri Mahkeme’de yargılandım.
Gerekçesi neydi?
12 Eylül İhtilali için sebep gösterilen ve ihtilalden çok kısa süre önce gerçekleşen Konya Mitingi vardır. Bu mitingde İstiklal Marşı okunurken bir grup ayağa kalkmamıştı. İngiliz gazetesi The Guardian’da yayınlanan bir haberde Abdülkadir es-Sufi adlı bir İngiliz yazarın İhtilal yaptırdığını yazdı, gazetenin iddiasına göre mitingde ayağa kalkmayanlar Cihat kitabı okuruydu. Çünkü Cihat kitabında es-Sufi, milli kutsallara karşı çıkılması gerektiğini savunuyordu. İşte bu haberden sonra ben de askeri mahkemede yargılandım. İfadem alınırken İsmet Özel’i sordu savcı, ben de ‘bilmiyorum çeviriyi yayın evine getirip gitti nerede bilmiyorum’ demiştim. Aksi halde ikimiz birden aynı cezayı alacaktık. Duruşmalardan birinin çıkışından hemen sonra askeri savcı yanıma yaklaştı ve kulağıma sessizce ‘Kİtap yayınlandıktan sonra altı ay içinde dava açılması gerekirdi, altı ay geçtiği için de davanın düşmesi gerekir. Haklı olduğunuzu anlatmaya çalışmayın, bunu söyleyin mahkemede’. Gerçekten de bu sebeple davanın düşmesini talep edince, sağ olsun, savcının da buna katılmasıyla dava düştü ama kitap yasaklı kaldı, Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlığı döneminde tüm kitap yasaklarını kaldırana kadar…
Abdulkadir es-Sufi’yi İstanbul’a davet etmiştiniz. CRR’de bir konferans vermişti onu hatırladım şimdi...
Evet doksanlı yıllarda davet ettik. Aslında biz daha önce davet edecektik ama siyasi ortamın uygun olmayışı yüzünden, gelmek istediği halde uzun süre erteledik.
Derviş ve Ölüm sonumuz oldu
12 Eylül’den sonra yayıncılığa tekrar döndünüz mü?
1982’de başladık tekrar yayıncılığa. Adnan Tekşen askerliğini yaptı geldi bu defa ben gittim askere. Askerliği bitirince Yazıevi diye önce bir ajans kurdum ajansın getirisiyle Yeryüzü yayınevine devam ederiz sandık. Ama Mehmet Selimoviç’in Derviş ve Ölüm gibi ağır satan ve çok kalın kitabı basınca Yeryüzü Yayınları’nın da sonu oldu.
Neden?
Çünkü çok kalın kitaptı. Ben Derviş ve Ölüm’ü lisede okumuştum. Varlık Yayınları arasında çıkmıştı. Varlık Yayınları ile konuştum onlar artık basmayacaklarını söylediler. Keşke yayınlasak dediğimiz bir kitaptı. Çevirmeni Mahmut Kıratlı şair ve çevirmen Necat Zekeriya’nın arkadaşıydı, onun aracılığıyla telefonla ulaştım kendisine. İstanbul’a sık sık gelip gittiğini söyledi Zekeriya. Mahmut Kıratlı İstanbul’a gelince buluştuk, anlaştık kitabın yayın hakkını alıp bastık ama çok kalın bir kitap olduğu için mali olarak bizi zorladı ve 1985’te kapattık. 100 kitaplık bir plan yapmıştık Yeryüzü için. Kapatmaya karar verince Ahmet Şişman ‘bu kitapları biz basalım’ teklifinde bulundu ve onlar İnsan Yayınları’nın ilk kitapları oldu. Bizim bıraktığımız yerden İnsan devam etti.
Yayıncılık dünyasına şiir kitapları da kazandırdınız.
Yayıncılık işinde bir ara soluklanınca gördüm ki mum dibine ışık vermiyor. Kendi şiir kitaplarımı yayınlayamamışım. Yayınevleri şiir yayınlamıyor. Başka şair arkadaşların da kitaplaşmayı bekleyen şiirleri var. Yazı Yayıncılık adıyla bir dizi yaptım. İlk kitap olarak da Zarifoğlu’nun o günlerde artık sahaflarda bile tek tük rastlanan İşaret Çocukları’nı yayınladım. Kısa zamanda 16 kitap yayınladım. Çok özgün bir dizi oldu. O yıl TYB’nin yayıncılık ödülünü aldı. Tabii, dizinin gördüğü ilgi ve aldığı alkış, kitapların satışına yansımadı ve macera sona erdi. O baskılar bugün hala aranır baskılardır.
Cağaloğlu için umutluyum
Dünden bugüne baktığımız zaman Cağaloğlu'ndaki yayıncılığın yeniden canlanması için projeler yürütülüyor ve siz de bu çalışmaların içindesiniz. Cağaloğlu yeniden eski günlerine döner mi?
Cağaloğlu konusu önemli. Osmanlıdan buyana Cağaloğlu, fikir ve yayın dünyamızın merkezinde olmuş. Her bir binanın biriktirdiği binlerce anı var, her bir taşın gördüğü yaşadığı hikayeler var. Bugün için fikir merkezlerinin yer değiştirmiş olması ve Cağaloğlu’nun turistik otel ve lokanta istilasına uğramış olması hüzünlü bir durum. Ancak, ben bu duruma nostaljik bir bakış açısıyla yaklaşmıyorum. Bugün de bu bölge birçok dünya şehrinde olduğu gibi kültürel bakımdan çekim noktasına dönüşebilir. Ancak bunu birkaç sokakta yapılacak bir iyileştirme çalışmasıyla geçiştirmemek lazım. Bölgeyi tarihsel ve kültürel ekosistemiyle birlikte ele alıp, mümkünse adanın tamamını elden geçirerek yaşanır bir kültür ve sanat mekanı haline getirmek şart. İstanbul’un maddi ve manevi cüssesi, artık küçük projelerle yetinmiyor. Bu konuda da Büyükşehir belediyemiz projeler geliştiriyor. Çok güzel işler olacak. Hep birlikte bekleyelim.
KAYNAK: Yeni Şafak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.