Ahmet Cevdet Paşa: Kerbela Olayı ve Hz. Hüseyin’in Şehadeti
Ahmet Cevdet Paşa: Kerbela Olayı ve Hz. Hüseyin’in Şehadeti
Yezid'in, babası zamanında kendisine biattan kaçınmış üç kişiden başka düşünce ve endişesi yoktu. Dolayısıyla Velid'e Muaviye’nin vefatına işaret eden bir mektup yazdı ve başkaca bir konuyu da bildirerek: "Her halükârda Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr’den biat almalısın" diye kesin emir verdi.
Yezid'in, babası zamanında kendisine biattan kaçınmış üç kişiden başka düşünce ve endişesi yoktu. Dolayısıyla Velid'e Muaviye’nin vefatına işaret eden bir mektup yazdı ve başkaca bir konuyu da bildirerek: "Her halükârda Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr’den biat almalısın" diye kesin emir verdi. Velid bu emirleri alınca, önce Medine valisi olan Mervan'ı çağırarak onun görüşünü sordu. Mervan: "Şimdi üçünü de çağır ve Yezid'e biat ettir. Kabul etmezlerse boyunlarını vur. Abdullah bin Ömer, savaşı sevmez ve hilâfet kendisine teklif olunmadıkça böyle bir iddiaya kalkışmaz. Ama diğer ikisi, Muaviye'nin vefatını duyar duymaz birer bölgeye gidip insanları biata davet ederler" deyince, Velid hemen Hz. Hüseyin ile İbn Zübeyr'e görevli gönderip onları davet etti. Görevliye: "Haydi sen git, biz de geliriz" dediler. Fakat Velid'in insanların işleriyle uğraşmadığı bir zaman olduğundan, ikisi de şüpheye düştüler.
Hz. Hüseyin, ev halkını ve adamlarını toplayarak hükümet konağına gitti ve onları kapıda bırakıp: "Bir ses işitirseniz hemen içeri giriniz" diye tembih etti. Kendisi Velid'in yanına girdi, selâm verdi, oturdu. Mervan da oradaydı. Velid mektupları okudu, Hz. Hüseyin: "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Muaviye'ye Allah rahmet etsin. Biat konusuna gelince, benim gibi bir adam gizli biat etmez. Sen insanları toplayıp bizi de davet etmelisin" dedi. Velid, barış ve esenliği seven bir kimse olduğundan, Hz. Hüseyin'in dönmesine izin verdi. Mervan ise Haşim oğullarının en büyük düşmanı olduğundan: "Hüseyin, şimdi biat etmeden savuşup giderse, sonra iki taraftan birçok adam öldürülmedikçe onu ele geçiremezsin. Onu hapset ve biat etmezse öldür" deyince, Hz. Hüseyin yerinden fırladı, Mervan'a söverek kapıdan dışarı çıktı ve evine gitti.
Mervan, Velid'e dönerek: "Bir daha bu fırsatı ele geçiremezsin" deyince, Velid ona cevaben: "Ey Mervan! Allah'a yemin ederim ki, bütün dünya mülkü bana verilecek olsa, Hüseyin'i öldüremem. Yemin ederim ki, yarın Allah'ın yanında Hüseyin'in kanının hesabını verecek kişinin hâli yamandır" dedi.
Hz. Hüseyin'e bir hal olsa, Haşim oğullarına büyük zayıflık ve perişanlık gelirdi. Fakat ondan bütün kamuoyu üzülür, Yezid'in devleti de temelinden sarsılırdı. Mervan, gerçi Haşim oğullarının iş başına geçmesini istemezdi. Fakat Muaviye'den sonra kendisi Ümeyye oğullarının büyüğü olduğu için, Yezid gibi bir sefihin kendi önüne geçmesinden dolayı üzülmesi de doğaldı. Dolayısıyla Hz. Hüseyin'i aradan çıkarmak, hem de Yezid'in devletinin yıkılmasına bir yol açmak üzere ortalıkta bir karışıklık ve kargaşalık çıkması Mervan'ın çıkarına uygun düşerdi. Velid ise, İslâm milleti gözünde bütün bütün nefrete uğramış ve lânetlenmiş olmak derecesine kadar fedakârlık edemezdi. Emevilerin içinde, onun gibi başka kimseler de eksik değildi.
Ama Abdullah bin Zübeyr, Velid'in yanına varmayıp hemen evine gitti, adamlarını ve taraftarlarını topladı. Velid'in adamları gelip onun evini kuşattıklarında, kardeşi Cafer bin Zübeyr’i Velid'e gönderdi. Cafer, Velid'in huzuruna çıkıp: "Kardeşim Abdullah ürkmüş, gelemedi. Bugün izin ver. İnşallah yarın gelir" dedi. Velid de uygun gördü.
Abdullah, kardeşi Cafer'le birlikte gece Medine'den çıkıp sapa yoldan Mekke'ye gittiler. Velid, arkalarından asker gönderdiyse de, onlara yetişemediler. Velid ve adamları onlarla uğraşırken ertesi gece Hz. Hüseyin de oğullarını, kardeşlerini, kardeş çocuklarını ve bütün ehi-i beytini alıp Mekke tarafına yöneldi. Fakat kardeşi Muhammed bin Hanife, Medine'de kaldı ve Hz. Hüseyin'e nasihat vererek: "Kardeşim! İnsanlar içinde en çok sevdiğim sensin ve yanımda herkesten azizsin. Herkesten çok sana bağlıyım ve senin hayrını isterim. Yezid'e biattan uzak dur ve mümkün olduğu kadar şehirlerde oyalanma. İnsanlara memurlar gönder, kendine davet et. Biat ederlerse Allah'a şükredersin. Başkasına biat etmek üzere birleşirlerse, senin din, akıl ve mürüvvetine eksiklik gelmez. Ben ondan korkarım ki, bir beldeye vardığında insanlar anlaşmazlığa düşer. Bir kısmı seninle olur, diğer kısmı aleyhinde bulunur. İki taraf savaşırlar, ilk mızrak sana dokunur. Senin gibi kişi olarak, baba ve ana bakımından bu ümmetin en hayırlısı olan büyük bir adamın kanı dökülür ve ailesi zelil olur" deyince, Hz. Hüseyin: "Ya nereye gideyim kardeşim?" diye sormuş. Muhammed bin Hanife: "Mekke'ye git. Orada için rahat ederse, ne âlâ, yoksa belde belde dolaşırsın, işin olacağını beklersin" diye cevap vermiş. Hz. Hüseyin: "Nasihatini kabul ettim" diyerek kardeşine veda etmiş ve Medine'den çıkıp Mekke'ye varmıştır.
İbn Zübeyr ise Mekke'ye gidip: "Beyt-i Şerif’e sığındım" diyerek arkadaşlarıyla birlikte bir köşede ibadetle meşgul olmaktaydı. Beyt-i Şerif’e sığınanların saldırıdan korundukları bilinen bir şeydir.
Hz. Hüseyin ile İbn Zübeyr Medine'den çıktıktan sonra Velid, Abdullah bin Ömer'e haber göndererek onu biata davet ettiğinde: "İnsanlar biat ederse, ben de biat ederim" diye cevap vermesi üzerine ve ondan diğer ikisi kadar korkulmadığı için, Velid onu kendi haline bırakmıştır.
Bunun üzerine Yezid bin Muaviye, Velid'i görevden alarak Medine valiliğine de Mekke valisi Amr bin Said bin Asi’yi getirdi. O da Medine'ye geldi ve Amr bin Zübeyr, kardeşi Abdullah bin Zübeyr’e düşman olduğundan, onu kendisine zabıta müdürü tayin etti ve iki bin neferle onu Mekke üzerine gönderdi. Amr bin Zübeyr Mekke'ye yaklaştığında, kardeşi Abdullah'ı boyun eğmeye çağırdı. Abdullah da Mekkelilerden kendisine itaat edenlerle çıkıp çatışma sonunda üstün gelerek kardeşi Amr'ı tuttu ve hapsetti. Amr, vefatına kadar tutuklu kaldı.
Böylece Abdullah bin Zübeyr, Hicaz tarafında şan ve şöhret kazandı. Fakat Hz. Hüseyin oradayken ondan başkasına kimsenin biat etmeyeceği açıktı. Bundan dolayı Abdullah bin Zübeyr, daima ziyaretçilerle birlikte Hz. Hüseyin'i ziyaret eder ve onun meşveret meclisine katılırdı. Fakat meydan kendisine kalırsa, halifelik davasına kalkışmaya yatkındı.
***
Hz. Hüseyin, yukarıda belirtildiği gibi, Medine'den çıkıp da Mekke'ye giderken ashabtan Abdullah bin Mutiğ ona yetişip: "Uğurlar olsun. Mekke'ye vardığında sakın Kûfe'ye gitmeyesin. Orası uğursuz bir beldedir. Orada baban öldürüldü ve kardeşin perişan oldu. Harem-i Şerif’ten ayrılma. Sen Arab'ın efendisisin. Hicazlılar seni hiç kimseyle kıyaslamazlar. İnsanlar her yandan toplanıp sana gelir" demişti.
Kûfeliler ise Muaviye'nin vefatını ve Hz. Hüseyin ile Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr’in biattan kaçındıklarını işitir işitmez, Hz. Hüseyin'i Kûfe'ye davet ettiler ve Kûfe'ye vardığında Numan bin Beşir’i kovacaklarını bildirdiler. Kendisine bu anlamda yüzelli kadar mektup gönderdiler. Hz. Hüseyin de onlara amcazadesi Müslim bin Akil bin Ebi Talib'i gönderdi. Müslim, Kûfe'ye vardığında otuz bine yakın adam, Hüseyin'e biat etti.
Bazı Kûfe ileri gelenleri Yezid'e mektuplar yollanarak Numan bin Beşir’in zayıflığından ve gevşekliğinden söz ederek: "Buraya emrini uygulayabilecek iktidar gücüne sahip bir adam gönder" denildiğinde, Yezid de Numan bin Beşir’i görevden alarak Kûfe valiliğini Basra valisi Ubeydullah bin Ziyad'a verdi. İbn Ziyad Kûfe'ye gelip durumu öğrenince insanları boyun eğmeye davet ve teşvik etti. Hz. Hüseyin'e biat etmiş olanlarsa Müslim'in başına toplanarak İbn Ziyad'ı kuşattılar. Fakat İbn Ziyad'ın teşvikleriyle bu topluluk dağıldı. İbn Ziyad, Müslim'i tuttu 60 yılı Zilhicce ayının sekizinci günü onu idam etti. İşte o gün Hz. Hüseyin de Mekke'den Irak tarafına hareket etmişti.
Şöyle ki: Kûfelilerin daveti üzerine Hz. Hüseyin Kûfe'ye gidecek olduğunda Abdullah bin Ömer, ona nasihat olarak: "Çıkma! Çünkü yüce Allah Rasulullah'ı (sav) dünya ve ahiret arasında muhayyer bıraktığında, Allah’ın elçisi ahireti seçti. Sen onun etinden bir parçasın, dünyayı elde edemezsin" dedi. Hüseyin ise kararından dönmediğinden, İbn Ömer ağlayarak veda etti. Abdullah bin Abbas da: "Ey amcamın oğlu! Ben senin adına Kûfelilerden korkarım. Onlar acımasız bir kavimdir. Bu beldede kal. Sen Hicazlıların efendisisin ve mutlaka buradan çıkacaksan, bari Yemen'e git. Çünkü orada babanın taraftarları vardır. Orada kaleler ve sarp yerler vardır" dediğinde Hz. Hüseyin: "Ey amcamın oğlu! Vallahi bilirim ki, sen benim için nasihatçı ve şefkatlisin. Fakat ne çare niyet etmiş ve karar vermiş bulundum" diye cevap verince İbn Abbas: "Bari çocuklarını ve aileni birlikte götürme. Osman gibi çoluk çocuğunun gözleri önünde öldürülmenden korkarım" dedikten sonra Hz. Hüseyin'in kararından dönmeyeceğini anlayınca: "Doğrusu Mekke'den çıkışın, Abdullah bin Zübeyr’i sevindirecek. Çünkü sen buradayken ona kimse bakmaz" deyip yanından çıktı ve İbn Zübeyr'in yanına gelip: "Gözün aydın. Meydan sana kalacak... İşte Hüseyin, Irak tarafına gidiyor, Hicaz'ı sana bırakıyor" dedi.
Hz. Hüseyin, bütün Ehl-i Beyti ve yakınlarıyla birlikte Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke'den çıkıp Kûfe'ye yöneldi. Yanına çöl Araplarından pek çok gruplar toplandı. Yolda ünlü şair Ferezdak onunla karşılaştı ve samimi duygularını sunarak: "İnsanların kalbi seninle, ama kılıçları Ümeyye oğullarıyladır. Kaza ise gökten iner, yüce Allah dilediğini işler" dedi. Hz. Hüseyin: "Dediğin doğrudur. Emir Allah'ındır. Dilediğini yapar. Kaza eğer istenilene uygun düşerse Allah'a hamd ederim ve umulanın aksi çıkarsa, niyeti doğru ve kalbi takva üzere olan kimse onu umursamaz" dedi.
Daha sonra amcazadesi Müslim'in Kûfe'de öldürüldüğünü ve ona bağlı olanların dağılıp perişan oldukları haberini alınca, durumu yanındaki halka bildirdi ve: "İsteyen dönsün" dedi. Onun üzerine yanındaki topluluklar sağa sola dağıldı. Yanında sadece Mekke'den kendisiyle birlikte çıkmış olanlar kaldı.
Batn-ı Akabe'ye ulaştıklarında, karşılaştıkları bir Arap: "Allah için geri dön. Çünkü mızrakların ucuna ve kılıçların yalmanına karşı gidiyorsun!" dedi. Hz. Hüseyin ona da: "Dediğin bana gizli değildir. Fakat Allah'ın emrine kimse üstün gelemez" dedi.
***
Hz. Hüseyin Kûfe'ye doğru hareketle Siraf denen yere ulaştığında Ubeydullah bin Ziyad’ın komutanlarından Hurr bin Yezid Temimi, ikibin atlıyla Kadisiye tarafından gelip Hz. Hüseyin'in yanına ulaştı. Hz. Hüseyin, onlara vaaz ve nasihatta bulundu ve: "Ben, buraya sizin davet mektuplarınızla geldim. Eğer siz sözünüzden caydıysanız, ben de geri dönüp geldiğim yere giderim" buyurdu. Hurr bin Yezid: "Benim öyle davet mektuplarından haberim yok. Ben sizi Kûfe'ye, Ubeydullah bin Ziyad’ın huzuruna götürünceye dek yanınızdan ayrılmamakla görevliyim" deyince Hz. Hüseyin: "Ölüm bundan daha hafiftir" dedi ve hemen dönmek üzere beraberindekilere: "Bininiz" diye emir verdi. Fakat Hurr ona engel oldu. Hz. Hüseyin, Kadisiye yolunun sol tarafına döndü. Hurr da beraberinde gidiyordu. Yolda Hz. Hüseyin, dört kişiyle karşılaştı. Kûfe'nin durumunu sordu. İçlerinden Mücemmağ Amiri adlı birisi: "Bütün ileri gelenler ve liderler rüşvet alıp hararlarını doldurdular. Hepsi senin aleyhindedir. Diğer halkın kalbleri sana eğilimliyse de, yarın kılıçları senin üzerine çekilir" dedi. Yine o dört kişiden Tarnah bin Adiyy: "Kûfe'den çıktığımda Kûfe dışında çok asker gördüm. Mümkünse onlara bir karış bile yaklaşma" dedi.
Fakat Hz. Hüseyin, Kûfe yoluna düzülmüş olduğundan geri dönemedi ve çaresizce yoluna devam etti ve gece biraz uyuyup dinlendi.
Ertesi gün Muharrem ayının ikinci perşembe günüydü. Sabahleyin Hz. Hüseyin yanındakilerle birlikte hareket etti. Sol tarafa döndükçe, Hurr onları şiddetle Kûfe yoluna döndürüyordu. Bir yere konakladıklarında İbn Ziyad tarafından bir ulakla bir mektup geldi ki: "Bu mektup her nerede eline ulaşırsa Hüseyin'i tutukla ve onu susuz ve ıssız bir yere kondur" diye yazılmıştı. Hurr, bu durumu Hz. Hüseyin'e bildirdi. Hz. Hüseyin çevrede bulunan bir köye konmak istedi. Hurr: "Ben buna yetkili değilim! Bu ulak, valinin bir casusudur ve ben onun emrini yerine getirmekle görevliyim" dedi ve Hz. Hüseyin'i susuz bir yere kondurdu. Hz. Hüseyin: "Bu yerin adı nedir?" diye sordu. "Kerbelâ'dır" dediklerinde: "Burası kerb (gam) ve belâ sahibi bir yeridir. Şaşılacak durumlardandır ki, babam Sıffin'e giderken yanındaydım. Buraya uğradığımızda 'Bu yerin adı nedir?' dedi. 'Kerbelâ' dediklerinde 'Allah'ın kaza hükmü böyledir ki, Hz. Muhammed'in soyundan bir bölük buraya inecek ve onların başlarına gelecek gelecektir' demişti" dedi ve Allah’ın hükmüne teslim oldu.
Kerbelâ faciası
Ertesi gün Kûfe'den Sa’d bin ebi Vakkas’ın (r.a.) oğlu Ömer, dört bin atlıyla Kerbelâ'ya geldi. Sebebi şuydu: Deylem kabilesinin ayaklanması üzerine İbn Ziyad onu Rey valisi tayin ederek eline yazılı emirnamesini vermiş ve dört bin atlıyla onu o tarafa gitmek üzere aday seçmişti. Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye doğru gitmesi gerçekleşince İbn Ziyad, onu çağırıp: "Emrindeki askerle Hüseyin'in üzerine git. Onun sıkıntısı ortadan kalktıktan sonra, görev yerine gidersin" deyince Ömer, bu işten affını istediğinde İbn Ziyad: "Pekâlâ. Öyleyse Rey için verdiğimiz emirnameyi geri ver" deyince, Ömer: "Yarına kadar düşüneyim" diyerek süre istemiş, İbn Ziyad da süre vermişti.
Ömer gelip dostlarıyla istişare ettiğinde, hepsi onun Hüseyin üzerine gitmesine izin vermemişler ve kendisinin kız kardeşinin oğlu olan Hamza bin Muğire bin Şu’be gelip: “Dayı! Allah için olsun Hüseyin'e karşı gitme. Günahkâr olursun. Vallahi yeryüzünün mülk ve saltanatından ayrılmak şöyle dursun, dünyadan çıkıp gitmek Hüseyin'in kanına girip de, o halde yüce Allah'ın huzuruna varmaktan hayırlıdır” dediğinde, Ömer de, "Pekâlâ" demiş, gece derin düşüncelere dalıp: "Ne yapayım, Rey valiliğinden mi geçeyim, yoksa Hüseyin'i öldürerek aşağılık biri mi olayım? Hüseyin'in öldürülmesinde kesin olarak ateş var. Rey valiliği de tatlı şey" diyerek düşünüp kararsızlığa ve şaşkınlığa düşmüş.
Ertesi gün İbn Ziyad'a varıp: "Siz, beni bu makama tayin ettiniz. İnsanlar da işitti. Beni görev yerime gönderseniz de, Hüseyin üzerine Kûfe eşrafından birini gönderseniz" dedi ve bazı kişilerin adlarını söyledi. İbn Ziyad: "Ben seninle istişare edecek değilim. Sen askerimizle gidersen ne âlâ, yoksa bizim emirnamemizi geri ver!" deyince Ömer: "Giderim" diyerek Kerbelâ'ya gitmeyi kabul etmiştir.
Makam ve mal sevgisi insanı ne derece şaşırtır ve nasıl felâket çukuruna düşürür. Sa’d bin ebi Vakkas (r.a.), dünyayı ayağı altına almış, yanında mal ve makamın asla değer ve kıymeti olmayan birisiydi. Fakat hayattayken cennetle müjdelendiği halde, toprak üzerinde gezerdi. Ömer, o babanın oğluydu. Fakat kısa zaman içinde dünyanın düşünce ve tavırları o kadar değişmiş ve başkalaşmıştı ki, Ömer bin Sa'd, Hz. Hüseyin'in değer ve şanının yüceliğini bildiği halde, Rey makamından geçemeyip göz göre göre kendisini cehennem ateşine aday yapmaya cesaret etmiştir. “Dünya sevgisi, bütün hataların başıdır”.
Ömer bin Sa'd Kerbelâ'ya geldiğinde Hz. Hüseyin'e adam gönderip görevini bildirdi. Hz. Hüseyin de: "Ben buraya halkın davetiyle geldim. İstemezseniz dönüp giderim" deyip haber gönderdi. Ömer durumu İbn Ziyad’a yazdı. O da: “Hüseyin bizim pençemize düştükten sonra kurtulmak mı istiyor. Sen ona teklif et. Yezid'e biat etsin de, o zaman ben de gereğini düşünürüm ve biatten çekinirse ona su verme” diye cevap yazdı.
Dolayısıyla Ömer, beş yüz atlı gönderdi. Varıp Hz. Hüseyin'in nehirden su almasına perde ve engel olmak üzere, onun konduğu yerle nehir arasına kondular. İçlerinden Abdullah bin ebi Husayn Ezdi çıkıp: "Ey Hüseyin! Uzaktan suya bakarsın. Ama susuzluktan ölünceye dek bir damlasını tadamazsın" diye bağırdı.
Hz. Hüseyin onun bu tavrından üzüntü duyarak: "Ya Rabbi! Bunu susuzluktan öldür!" diye dua etti. Duası kabul hedefine isabet etti ki, sonra bu katı herif, korkunç bir hastalığa yakalandı, bir damla su içse kusar ve hararet basıp yine su içer ve yine kusardı. Sonunda böyle susuzlukla can vermiştir.
Su anlaşmazlığından sonra Hz. Hüseyin, Amr bin Sa'd’a haber gönderip iki asker arasında buluştular, görüştüler. Ne söyleştikleri lâyıkıyla bilinemediyse de, güvenilir rivayetlere göre Hz. Hüseyin: "Bana izin veriniz, geri döneyim, ya da İslâm’ın sınırlarından ve düşmana yakın yerlerden birine gidip bir murabıt asker gibi İslâm dinine hizmet edeyim, –bir rivayete göre de– veya Dımaşk-ı Şam'a varayım" demiş. Ömer de bunu daha kabul edilebilir anlamda İbn Ziyad’a yazmış. İbn Ziyad, seçkin komutanlarını toplayıp durumu anlattığında Şimr bin Zi’l-Cevşen kalkarak: "Hüseyin senin eline düşmüşken onun bu teklifini kabul mü edeceksin? Vallahi o bu şekilde savuşup giderse gücü artar ve senin gücün zayıflamaya yüz tutar. Gerek Hüseyin gerek arkadaşları senin hükmüne razı olarak teslim olmalıdırlar. Sen Veliyyü’l-Emir’sin. Dilersen affedersin. Vallahi ben araştırdım ki, Ömer iki asker arasında Hüseyin'le bütün gece görüşüp konuşuyormuş" deyince İbn Ziyad: "Hakkın var" diyerek Ömer'e hitaben: "Hüseyin ve arkadaşları benim hükmüme razı olarak teslim olurlarsa, onları sağ olarak bana gönder. Eğer kaçınırlarsa, savaş ve onları atlara çiğnet. Eğer sen de emrimi yerine getirmezsen başbuğluktan vazgeç ve askeri Şimr'e teslim et" diye emirname yazdı. Şimr'e de: "Al bu emirnameyi Ömer'e götür. Eğer gereğince hareket ederse onu dinle ve emrine itaat et, yoksa sen onun ve askerinin üzerine kumandansın. İşi gör, Ömer'in de boynunu vur, başını bana gönder" deyip bu anlamda eline bir de emirname verdi.
Şimr, Kerbelâ'ya vardı. O emirnameyi Ömer'e verdi. Ömer: "Hay Allah cezanı versin. Ne çirkin haberle geldin. Benim amacım düzeltmekti. Hüseyin vallahi teslim olmaz. Çocuk babasının sırrıdır” dedi. Şimr: "Ne yapacaksın?" diye sordu. Ömer: "Ne yapayım, çaresiz hükmünü yerine getireceğim" diyerek hemen askerini Hz. Hüseyin'in üzerine yürüttü. O zaman Muharrem ayının dokuzuncu perşembe günü, ikindi vaktiydi.
Hz. Hüseyin, çadırının önünde başını iki dizleri üzerine koyup dalmıştı. Kız kardeşi Zeynep yanına gelip uyandırdı. Hz. Hüseyin: “Şimdi rüyamda Rasulullah'ı (sav) gördüm. 'Bize geleceksin' diye buyurdu" deyince Zeynep: "Vah bizlere yazık" diyerek ellerini yüzüne vurdu. Hz. Hüseyin: "Kızkardeşciğim! Size ne var. Yüce Allah size lütuf ve yardım eder" dedi. Hemen kardeşi Abbas gelip: "Bu asker senin üzerine geliyor" dedi Hz. Hüseyin onu Ömer'e gönderip yarına kadar süre istedi. O da asker liderlerle istişare etti ve yarına kadar süre verdi ve askerini geri çevirdi.
Sonra Hz. Hüseyin arkadaşlarını toplayarak bir güzel konuşma yaptı ve onlara dua etti. Sonra: "Size izin verdim. Gece karanlığında savuşunuz. Her biliniz Ehl-i Beytimden birinin elini tutarak belde ve köylere dağılınız. Cenab-ı Hak hepinizi hayırla ödüllendirsin. Düşmanlar sadece beni isterler, bana üstün geldiklerinde başkalarının arkasına düşmezler" deyince, kardeşleri, kardeş oğulları ve amca oğulları: "Biz bunu yapamayız. Allah göstermesin sana bir hal olursa, biz ondan sonra sağlık istemeyiz" demeleri üzerine Hz. Hüseyin, Akil oğullarına seslenerek: "İçinizden Müslim'in daha önce şehit olması sizin için yetişir. Bari siz savuşup gidiniz" deyince: "Sonra insanlara ne diyelim. Büyüğümüzü, efendimizi ve en hayırlı amcazadelerimizi terkettik, onlarla birlikte ok atmadık, kılıç vurmadık, onların ne yaptıklarını bilmeyiz mi diyelim? Vallahi biz bunu yapamayız. Bize senden sonra yaşamak haram olsun" dediler.
Hz. Hüseyin'in, fedakâr yoldaşlarından Müslim bin Avsece Esedi kalkarak: "Biz senin hakkını ödeyerek Allah'ın huzurunda özür dilemeyelim mi? Yemin ederim ki, o düşmanların göğüslerinde mızrağımı kırıp da kılıçla başlarını vurmadıkça senden ayrılmam. Silahım olmasa da, ölünceye dek taşla savaşırım” dedi. Diğer yoldaşları da aynı şeyi söylediler.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin: "Çadırlarınızı sıklaştırınız ve iplerini birbirine dolaştırınız. Arkanızı, sağ ve solunuzu çadırlar ile koruyarak yalnız düşmana karşı durunuz" dedi. Onlar da öyle yaptılar ve geceleyin birçok odun ve kamış toplayıp çadırların arkasındaki alçak yere onları yığdılar ve bir çeşit istihkâm yapıp bir dereceye kadar arkalarını güvene aldılar.
Ertesi gün, Aşure günüydü. Ömer, sabahleyin askerini yürüttü. Hz. Hüseyin de askerini düzenledi. Ömer'in askeri altı bin kadardı. Hz. Hüseyin'in askeri ise, otuziki atlı ve kırk yaya fedaiden oluşuyordu.
Çadırların arkasındaki odun ve kamış yığınına ateş verildi. Yanmaya başlayıp arkada ateşten bir istihkâm oluştu. Hz. Hüseyin devesine binip meydana çıktı. Düşmanlara hitaben: "Ey insanlar! Benim kim olduğumu düşününüz, sonra da vicdanınıza dönünüz. Bakınız ki, benim öldürülmem ve saygınlığımın yırtılması size helâl olur mu? Ben sizin Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Rasulullah'ın (sav) hadis-i şerifi size ulaşmadı mı ki, kardeşim ile benim için ‘Siz Ehl-i Beyt gençlerinin efendilerisiniz ve ehl-i sünnetin göz bebeğisiniz' diye buyurmuştu. Eğer inanmazsanız, içinizde bunu haber verecek kişiler vardır. Cabir bin Abdullah’a, Ebu Said'e ve Zeyd bin Erkam’a sorunuz. Onlar Rasul-i Ekrem'den bu hadisi işittiklerini size söylerler. Benden ne istiyorsunuz? İçinizden birini öldürdüm mü? Ya da mallarınızı gasbettim mi? Ey falan! Ey filân! Buraya gel diye bana davetname göndermediniz mi? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız geri dönüp yerime gideyim" dedi ve Kays bin Eş'as: "Siz, İbn Ziyad’ın hükmü üzerine teslim olsanız olmaz mı?" deyince: "Hayır. Vallahi olmaz. Size aşağılık bir şekilde ve meskenetle kendimi teslim edemem" deyip devesinden indi.
Hz. Hüseyin'in sağ kol komutanı olan Züheyr bin Kayn, bir kısrak üzerinde silâhlı olarak meydana çıkıp, "Ey insanlar! Biz sizi Cabbar oğlu Cabbar olan Ubeydullah bin Ziyad’ın aleyhine davet ediyoruz" dedi. Eşkıya Züheyr'e sövdüler, İbn Ziyad’ı övdüler ve: "Biz senin sahibini ve beraberindekileri öldürmedikçe veya yakalayıp İbn Ziyad’a teslim etmedikçe buradan ayrılmayız..." dediler. Züheyr de: "Ey Allah'ın kulları! Fatıma'nın oğlu yardıma, Sümeyye'nin oğlundan daha hak sahibidir. Eğer ona yardım etmeyecekseniz, onu öldürmekten sakınınız. Onun yolunu açınız. Hiç olmazsa Dımaşk-ı Şam'a gitsin. Şüphe etmem ki, amcazadesi Yezid bin Muaviye bundan memnun olur" dedi.
Bunun üzerine Ömer'in sol kol komutanı olan Şimr, ona bir ok attı. Züheyr de ona sövdü ve: "Ben seninle konuşmuyorum. Sen bir hayvansın. Sanmam ki, Allah'ın kitabından iki ayeti doğru dürüst okuyabilesin. Kıyamet gününde, seni çok acı bir işkence beklediğini müjdelerim" deyince, Şimr: "Allah seni de sahibini de yok etsin" dedi. Züheyr: “Sen beni ölümle mi korkutuyorsun? Yemin ederim, seninle kalmaktansa ölümü tercih ederim” dedikten sonra yüksek sesle: "Ey Allah'ın kulları! Bu alçak ve cani herif sizi aldatmasın. Yemin ederim, Muhammed'in soyunun kanını dökenler, Muhammed'in şefaatine kavuşmazlar" dedi. Sonra Hz. Hüseyin'in emriyle geri döndü.
Ömer, yukarda geçtiği gibi, ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürüdüğünde, komutanlarından Hurr bin Yezid onun yanına gelip: "Allah seni ıslah etsin. Bu zatla savaşacak mısın?" demiş ve Ömer: "Evet edeceğim" deyince, Hurr bin Yezid: "Ya o zatın teklif ettiği şıklardan birini kabul etsen olmaz mı?" diye sorunca Ömer: "Evet, vallahi bence olur, ama ne yapayını ki, senin Emirin kabul etmiyor!" diye cevap vermiş. Hurr ise yavaş yavaş Hz. Hüseyin'e yaklaştıkça, kendisine titreme gelmeye başlamış. Kendi kavminden Muhacir bin Evs: "Vallahi senin durumun tuhaf. Hiçbir olayda sende böyle bir durum görmedim. Kûfelilerin en yiğidi kimdir denilse, seni gösterirdim" deyince Hurr ona cevap olarak: "Yemin ederim, kendimi cennetle cehennem arasında muhayyer bırakıyorum ve cennetin üzerine başka bir tercih edemiyorum" dedikten sonra kısrağını tepti ve Hz. Hüseyin'in yanına geldi: "Allah beni sana feda etsin ey Rasulullah'ın oğlu! Senin dönüşüne engel olan ve seni burada tutan benim. Vallahi kavmime sunduğum şekli kabul etmeyeceklerini ve işin bu kerteye geleceğini bilemedim. Ben şimdi sana günahımdan tövbe ederek geldim. Önünde ölünceye dek çalışacağım. Bu yönelişim acaba tövbe-i nasuh olur mu?" diye sordu. Hz. Hüseyin de, "Yüce Allah seni affeder" diye buyurdu.
Hurr hemen kendi kavminin ön tarafına doğru ilerledi: "Ey kavim! Hüseyin'in tekliflerinden birini kabul etmez misiniz ki, yüce Allah da sizi affetsin" diye seslendi. Ömer bin Sa'd: "Buna bir yol bulsam ben de olmasını arzu ederdim" dedi. Hurr sözüne devam ederek: "Ey Kûfeliler! Siz Hüseyin'i davet ettiniz. Uğrunda canımızı veririz dediniz, sonra öldürmeye kalkışarak etrafını kuşattınız. Burada mahsur kaldı. Onu Hıristiyanların, Yahudilerin ve Mecusîlerin içtiği Fırat suyundan yoksun bıraktınız. Ehl-i Beytiyle birlikte susuzluktan güçsüz düştü. Muhammed'in soyu hakkında ne kötü davranıyorsunuz. Eğer tövbe edip bağışlanma dileyerek bu durumdan kurtulmazsanız, yüce Allah sizi susuzluk gününde susuzluğunuzu gidermez" deyince, düşmanlar ona küfrettiler ve üzerine ok attılar. O da dönüp geldi. Hz. Hüseyin'in huzurunda durdu. Ömer bin Sa'd, –ki gönülsüz bir başbuğdu. Ancak makam düşkünlüğü dolayısıyla böyle bir çirkin işe bulaşmıştı– hemen askerini yürüttü ve bir ok alıp attı: "Şahit olunuz. İlk ok atan benim" diyerek insanları şahit tuttu ve askeri ok savaşına başlattı. Ziyad'ın azatlılarından Yesar, mübareze alanına çıkıp er diledi. Abdullah bin Umeyr Kelbi, karşı çıkarak onu öldürdü. Sonra Ubeydullah bin Ziyad’ın azatlılarından Salim çıkıp Abdullah'a hamle etti. Abdullah onu da öldürdü. Fakat elini siper ettiğinden, onun da parmakları kesilmişti. Hemen Abdullah'ın hanımı Ümmü Vehb eline bir sırık alıp kocasının yanına vardı: "Anam babam sana feda olsun. Fâtıma’nın çocukları uğrunda savaş" dedi. Abdullah ona: "Sen geri dön" dediğinde: "Seninle birlikte ölmedikçe dönmem" dediyse de Hz. Hüseyin'in emriyle geri döndü.
Düşman ordusunun sağ kol komutanı olan Amr bin Haccac Zebidi süvarisiyle saldırdığında, beri taraftan üzerlerine ok yağdırıldı. Kimi öldü, kimi yaralandı. İçlerinden İbn Havze adında bir cahil herifin, şaşılacak bir şekilde: "Ey Hüseyin! Seni cehennem ile müjdelerim" demesi üzerie Hz. Hüseyin: "Sen yalancısın. Senin dediğin gibi değil. Belki ben çok acıyan, bağışlayıcı ve kendisine boyun eğilen Rabbimin huzuruna giderim" dedikten sonra: "Ya Rabbi! Bu adamı cehenneme gönder" dedi. İbn Havze öfkeye kapılarak hiddet ve şiddetle atını sürdü. Atı ürküp düştü. Alçağın ayağı üzengide kaldı. At kaçıp onu sürükledi ve taştan taşa çarparak öldürdü.
Mesruk bin Vail Hadrami: "Acaba Hüseyin'in başını ele geçirip de İbn Ziyad'dan bir rütbeye kavuşabilir miyim?" diye düşünüp dururken, Hz. Hüseyin'in duası üzerine İbn Havze'nin nasıl eziyetli bir ölümle canını cehenneme ısmarlayıp gittiğini görünce: "Ben, bundan sonra Ehl-i Beyt'le vuruşmam" diyerek savuşup gitti.
Savaş kızıştığında, eşkıya tarafından Yezid bin Ma'kıl meydana çıkıp Hz. Hüseyin'in seçkin arkadaşlarından Berir bin Hudayr’a seslenerek: "Ey Berir! Görüyor musun Rabbin sana ne yaptı?" dediğinde, o da: "Rabbim, hakkımda hayır ve senin hakkında şer yarattı" deyince, Yezid ona: "Sen yalan söylüyorsun" dedi. Berir: "Gel seninle lânetleşelim ve sonra mübarezeye çıkalım" dedi. O da bunu uygun görünce hemen: "Yüce Allah yalancıya lânet ve sapık yolda olanı helâk etsin" diyerek lânetleştikten sonra mübarezeye çıktılar. Önce Yezid bir hamle etti. Berir'e zarar veremedi. Sonra Berir bir kılıç vurdu. Yezid'in miğferini yaran kılıcın ucu beynine ulaştı.
Sonra Berir'in üzerine Radı bin Münkad Abdi saldırınca, kucak kucağa geldiler. Sonunda Berir onu yıktı göğsüne oturdu. Fakat Ka’b bin Cabir Ezdi gelip Berir'i arkasından mızrakla vurdu ve kılıçla işini bitirdi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Sonra Ka'b dönüp geri geldiğinde hanımı karşılayarak: "Ey Ka'b! Sen Fatıma'nın oğlunun düşmanlarına yardım ettin ve kurraların efendisi olan Berir'i öldürdün. Bundan sonra sonsuza kadar seninle konuşmam" dedi.
Sonra Amr bin Karza Ensari meydana çıktı ve Hz. Hüseyin'in uğrunda şehit oluncaya dek savaştı. Kardeşi eşkıya tarafında bulunduğu için: "Ey Hüseyin, ey yalancı oğlu yalancı! Kardeşimi saptırdın, ölümüne sebep oldun" diye bağırınca, Hz. Hüseyin: "Yüce Allah senin kardeşini hidayete erdirdi ve seni saptırdı" deyince, o da: "Seni öldürmezsem Allah beni yok etsin" diyerek saldırdı. Hemen Nafiğ bin Hilâl karşı çıkıp o alçağı vurdu, yere düşürdü. Fakat arkadaşları yetişip kurtardı.
Yukarda kendisinden söz edilen Hurr bin Yezid, Hz. Hüseyin uğrunda çok sert vuruşuyor ve savaşıyordu. Bu aralık Yezid bin Süfyan, onunla mübarezeye çıkmıştı. Hurr, ona aman ve zaman vermeyerek vurup öldürdü. O sırada Müzahim bin Hırris, meydana çıkıp er istedi. Onu da Nafiğ bin Hilâl karşılayıp öldürdü.
Kûfe ordusu, Hz. Hüseyin'in askerine göre bire altmış dolayında veya daha fazla olduğundan, Hz. Hüseyin'in üstünlüğüne doğal olarak ihtimal verilemezse de, başbuğ olan Ömer bin Sa’d, yukarda görüldüğü gibi, gönülsüz olarak bu görevi kabul etmiş olup emrindeki komutanlar içinde de Hz. Hüseyin'e kalbten bağlı olanlar bulunduğu halde, Hz. Hüseyin tarafında bulunan fedailerin mübarezede üstünlükleri Kûfeli liderleri ürküttü.
Dolayısıyla sağ kol komutanı olan Amr bin Haccac: "Ey insanlar! Kimlerle savaştığınızı biliyor musunuz? Azın azı bir toplulukla. Eğer birer taş atsanız, onları yok edersiniz. Ey Kûfeliler! Disiplin ve itaat altında bulununuz. Dinden ayrılıp da imama asi olanların öldürülmesinde tereddüt ve şüphe etmeyiniz" deyince, Ömer bin Sa’d: "Görüş budur" diyerek topluca saldırmak üzere askeri teke tek vuruşmaktan alıkoydu.
Hz. Hüseyin onu işitince: "Ey Amr bin Haccac! Sen insanları benim aleyhime mi kışkırtıyorsun? Vallahi ruhlarınız kabzolunurken, dinden ayrılıp çıkanların kimler olduğunu öğrenirsiniz" diye buyurdu. Amr ise nasihat kabul edecek güruhtan olmadığı için, hemen Fırat tarafından saldırdı ve Müslim bin Avsece’yle vuruşarak onu yere düşürdükten sonra dönüp gitti. Müslim henüz ruhunu teslim etmeden, Hz. Hüseyin'in sol kol komutanı Habib bin Müzahir, onun yanına vardı: "Senin düşmen bana çok dokundu. Seni cennetle müjdelerim. Eğer arkandan sana kavuşacağımı bilmesem, bana bir vasiyette bulunmanı ve o vasiyetini yerine getirmeyi isterdim" deyince, Müslim eliyle Hz. Hüseyin'e işaret ederek: "İşte bunun uğrunda can vermeni sana vasiyet ederim'' dedi ve ruhunu teslim etti. Müslim'in şehadeti arkadaşlarına çok güç gelmişti. Fakat o da kendini ucuz satmamış, nice yararlıklar göstererek nice eşkıyayı yaralamış ve öldürmüştü.
Müslim, ruhunu teslim edince cariyesi: "Vah, ey İbn Avsece" diye feryat edince, Amr'ın adamları da: "Müslim'i öldürdük" diye bağırdığında, düşmanın piyade komutanı olan Şit bin Rab’ı işitip: "Allah belânızı versin. Siz kendi ellerinizle kendinizi yok ediyorsunuz. Müslim gibi bir yiğidin öldürülmesiyle mi övünüyorsunuz? Yemin ederim ki ben, Azerbaycan savaşında onun altı müşriği öldürdüğünü gördüm. Öyle bir zatın öldürülmesiyle övünülür mü?" dedi ve çok üzüldü. Çünkü bu İbn Rab’ı, kendi hemşehrilerinden ayrılamayıp yerini korumaktaysa da, önce ve sonra bu savaşı çirkin görüyordu. Hatta: "Yüce Allah bu belde halkına asla iyilik vermez. Şaşırmaz mısınız ki, bizler Ali bin ebi Talib ve oğullarıyla birlikte beş yıl Ebu Süfyan oğullarıyla savaştık. Sonra bu oğlunun aleyhine ayaklandık ki, o şimdi yeryüzündeki insanların en hayırlısıdır. Biz şimdi Muaviye oğulları ve Sümeyye'nin zina çocuklarıyla beraber olarak onunla savaşıyoruz. Bu ne büyük sapıklıktır" derdi.
O sırada sol kol komutanı Şimr de şiddetli bir saldırıda bulundu. Hz. Hüseyin'in fedai yiğitleri çok mertçe karşılık verdiler ve çarpıştılar. Hele atlıları, otuz iki askerden ibaret oldukları halde, kaplan gibi hangi tarafa hücum ederlerse Kûfe atlılarını yarıp dağıtıyorlardı. İşte o sırada Abdullah bin Umeyr, olağanüstü kahramanlık edip düşmanın belli başlılarından ikisini öldürmüş ve pek çoklarını vurup yere düşürmüştü. Sonunda kendisi de şehitlik rütbesine kavuşmuştur.
Kûfe süvarisinin komutanı olan Urve bin Kays, başbuğları olan Ömer bin Sa'd’a haber gönderip: "Görmüyor musun bu birazcık süvariden, süvarimiz neler çekiyor?" diyerek piyade komutanı Şit bin Reb’i’ye, "sen git" dedi. Şit ise, yukarıda belirtildiği gibi, bu savaştan nefret etmesi dolayısıyla: "Benden başka adam bulamıyor musun?" diyerek mazeret açıklayınca, Ömer de ondan vazgeçti. Beşyüz okçuyla Husayn bin Nümeyr'i gönderdi.
Okçular gelip Hz. Hüseyin'in süvarileri üzerine ok yağdırınca, onlar da atlarından inip yaya olarak savunmak zorunda kaldılar. İşte o sırada Hurre bin Yezid, büyük bir kahramanlıkla savaşmıştır.
Hz. Hüseyin, çadırları sıklaştırıp birbirine bağlattırmış olduğundan, düşmanlar yalnız cepheden saldırabiliyordu ve kendi askerleri, Hüseyin'in topluluğunun kat kat fazlası oldukları halde, onları her taraftan kuşatamıyorlardı. Dolayısıyla sağ ve soldan çadırları açmak üzere Ömer bin Sa'd, birçok adamlar gönderdi. Onlar çadırları açmak ve bulduklarını yağmalamakla uğraşırken Hüseyin'in topluluğundan da üçer beşer kişi çadırların aralarına girip o herifleri birer birer öldürüyorlardı. Bunun üzerine Ömer'in emriyle çadırlar ateşe verildi. Fakat düşman amacına ulaşamadı. Çünkü sağdan soldan çadırlar yanmaya başlayınca ateşten bir istihkâm şekline girip, düşmanların saldırısına engel oldu. Fakat o çadırlarda bulunan kadın ve çocuklar açıkta kaldı.
O zaman Abdullah bin Umeyr'in cenazesi meydanda yatıyordu. Hanımı Ümmü Veheb çadırından çıkar çıkmaz onun başı ucuna geçip yüzünden tozları siliyor ve: "Afiyet olsun, naim cennete eriştin" diyordu.
Lânetli Şimr onu görüp sinirlendi ve hemen kölesine onu öldürmesini emretti. Köle, çaresiz kadının başına bir sopa vurup öldürdü. O da kocasının yanına serilip kaldı.
Müşriklerin kadın ve çocuklarına bile saldırmak şeriatça yasak ve akıl bakımından çirkinken, bir Müslüman kadın hakkında bu çirkin davranışın reva görülmesi, lânetlenmiş adamın kalbinin ne kadar kararmış ve gözünü ne kadar kan bürümüş olduğunun yeterli delilidir. Şimr, yaptığı bu vahşilikle yetinmeyip bir müfrezeyle Hz. Hüseyin'in büyük çadırına yaklaştı: "Ateş getiriniz, bu evi içindekilerle birlikte yakayım" dedi. İçindeki kadınlar ve çocuklar çığlıklar kopararak dışarı uğradılar. Hz. Hüseyin Şimr’i işitince: "Allah seni ateşle yaksın" diye bağırdı.
Düşman liderlerinden Hamid bin Müslim, Şimr'e seslenerek: "Bu hareketin pek çirkindir. Ateşle azap etmek Allah'a özgüdür. Sen Allah'ın azabıyla mı ceza vereceksin. Kadın ve çocukları öldürecek misin? Senin Emir’in de buna razı olmaz" dedi. Şimr onu dinlemedi. Fakat Şit bin Reb’i gelip ona engel olunca, lânetli adam, geçici bir süre de olsa cehennem olup gitti.
Öğle vakti olunca, Ebu Sümame Saidi: "Ey Hüseyin! Canım sana feda olsun. Düşmanlar sana yaklaştı. Vallahi ben senin uğrunda ölmedikçe sen öldürülemezsin. Fakat bu namazı da senin arkanda kılıp da Rabbime öyle kavuşmak isterim" deyince, Hz. Hüseyin başını kaldırdı: "Namazı hatırlattın. Allah seni, Allah'ı çokça anan namaz kılanlardan etsin. Evet, namaz vakti olmuş. Onlara sorunuz. Namaz kılıncaya kadar savaşa ara verirler mi?" dedi. Düşmandan mütareke istenildiğinde, Husayn bin Nümeyr: “Sizin namazınız kabul edilmez” deyince, Hz. Hüseyin'in sol kol komutanı olan Habib bin Müzahir: "Rasulullah'ın soyunun namazı kabul edilmez de senin namazın mı kabul olur, eşek herif!" dedi. Husayn onun üzerine saldırdı. Habib, kılıçla onun kısrağının başına vurdu. Kısrak şahlandı. Husayn yere düştü. Fakat arkadaşları onu kurtardı. Habib, şiddetli bir savaşa başladı ve Temim oğullarından birini öldürdü. Temimliler hemen toplanarak Habib'i şehit ettiler. Hz. Hüseyin buna çok üzüldü.
Hz. Hüseyin'in sağ kol komutanı Züheyr bin Kayn ve Hurr bin Yezid gayet şiddetle savaştılar. Birisi düşmanın saflarını deliyor, içlerine dalıyor, diğeri onu koruyordu. Bir süre bu şekilde savaşmaya devam ettiler, sonunda düşmanın piyadeleri saldırarak Hurr'u şehit ettiler. Bu sırada Ebu Sümame Saidi de, düşman tarafında bulunan bir amcazadesini öldürmüştür.
Daha sonra düşman namaza durunca, Hz. Hüseyin de korku namazı kıldı. Namazdan sonra savaş şiddetlendi. Düşman Hz. Hüseyin'in yanına kadar geldi. Züheyr bin Kayn şiddetli bir şekilde savaşarak şehit oldu.
Nafiğ bin Hilâl Beceli, zehirli okların üstüne ismini yazar ve düşmanlara atardı. Bu şekilde içlerinden onikisini öldürdü ve birçoğunu yaraladı. Sonunda iki kolunu vurup kırdılar ve tutsak ettiler. Şimr, onu alıp Ömer'in yanına götürdü. Nafiğ'in yüzünden kan akarak Ömer’in huzuruna vardığında: "Sizden yaraladığım kişilerden başka oniki kişi öldürdüm. Eğer bir kolum sağlam olsaydı, siz beni tutsak edemezdiniz" dedi ve Şimr onu öldürmek için kılıcını sıyırırken: "Sen eğer Müslümanlardan olsaydın, bizim kanlarımızla Allah'ın huzuruna çıkmak sana güç gelirdi. Hamdolsun ki, Cenab-ı Hak bizim ölümümüzü, yarattıklarının en kötülerinin eline bırakmıştır" deyince, Şimr onu öldürdü. (Nafiğ'a rahmet, Şimr'e lânet.)
Daha sonra Şimr, şiddetle saldırdı. Hz. Hüseyin'in arkadaşları, eşkıyanın çoğaldığını, artık Hz. Hüseyin'i ve kendilerini koruyamayacaklarını gördüler. Hemen onun önünde ölmek üzere birbiriyle yarışa giriştiler. Önce Urvetü'l-Gıfari'nin iki oğlu gelip Hz. Hüseyin'in önünde vuruşmaya başladılar. Hanzale bin Es'ad Şibami gelip Hz. Hüseyin'e selâm verdi ve ileri geçip savaşa girdi. Yine Cabir oğullarından iki amca çocuğu gelip Hz. Hüseyin'e veda ederek savaşa giriştiler. Hepsi de şehit oluncaya dek savaştılar. Allah onlara rahmet etsin.
Sonra Abis bin ebi Şebib ile kölesi Şevzeb gelip Hz. Hüseyin'e selâm verdiler ve ileri geçip savaşa girdiler. Şevzeb şehit olunca, Abis mübarezeye çıkıp er diledi. Kimse karşı çıkamadı. Ömer bin Sa'd: "Onu taşa tutunuz" diye emretti. Her taraftan üzerine taş atmaya başladılar. O da zırhını ve miğferini attı ve bir hamle yapıp düşmanı birbirine kattı. Onları bozup perişan etti. Düşman dönüp büyük bir çoğunlukla üzerine saldırarak onu da şehit ettiler. Allah rahmet etsin.
Dahhak bin Abdullah Meşrefi, Hz. Hüseyin'in yanına geldi: "Ey Rasulullah'ın oğlu! Biliyorsun ki, senin yanında savaşan oldukça ben de savaşırım diye söz vermiştim. Savaşan kimse kalmayınca benim dönmem helâldir" deyince Hz. Hüseyin: "Doğrudur. Hakkın var. Ama nasıl çıkıp kurtulabilirsin?" dedi ve: "Bahtın açık olsun" diye izin verdi. O da Allah'ın koruyuculuğuyla savuşup kurtuldu. Şöyle ki: Yukarıda belirtildiği üzere, Hz. Hüseyin'in süvarileri hayvanlarının sinirlerini keserek piyade olduklarında, Dahhak kendi kısrağını sağlam olarak küçük bir çadırda saklamış ve o âna kadar piyade olarak vuruşmuştu. Bu kez Hz. Hüseyin'den izin alır almaz, gidip kısrağını aldı ve binip düşman üzerine atılarak içlerine girdi. Topluluklarını yardı, öte tarafa geçti. On, onbeş kişi arkasına düştü. Tutamadılar, Dahhak kaçıp ellerinden kurtuldu. Esenliğe kavuştu.
Ebu Şahşai Kindi diye bilinen Yezid bin Ziyad –ki, Kûfe'den Ömer bin Sa'd’la birlikte çıkmıştı– Hz. Hüseyin'in teklifleri reddedildiğinde de Ömer'in yanından ayrılıp Hz. Hüseyin'in askerine katılarak savaşmaktaydı.
Hz. Hüseyin'in yanına gelip önünde diz çöktü ve beşyüz ok attı. Beşi boşa gitmedi. Her atışında Hz. Hüseyin ona hayırla dua ediyordu. Sonunda o da Hz. Hüseyin'in önünde şehitlik rütbesine kavuşmuştur (r.a.).
Önceden yaralanmış olup da çadırların önünde yatanlar, düşmanın oraya ulaşmasıyla, hepsi birden kalkarak savaştılar aynı yerde şehit edildiler. O gün Ehl-i Beyt'ten ilk şehit olan, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Ekber idi. Arslan gibi düşmanla çarpışarak şehitlik derecesine erişmiştir. Sonra Hz. Hüseyin'in Abdullah adlı oğlu ve kardeşi Hasan'ın (r.a.) Ebu Bekir ve Kasım isimli oğulları ve baba bir kardeşleri, yani Hz. Ali'nin Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed ve Ebu Bekir adlı oğulları, amcazadeleri, yani Abdullah bin Cafer bin ebi Talib’in iki oğlu Avn ile Muhammed, Akil bin ebi Talib’in oğulları Cafer, Abdurrahman ve Abdullah, Müslim bin Akil’in oğlu Abdullah ve Ebu Said bin Akil’in oğlu Muhammed mertçe savaşarak hepsi şehit olmuşlardır.
Hz. Hüseyin bir süre meydanda durdu. Düşmanlardan her kim yanına gelse, öldürülmesi büyük günah olduğundan, vurmaya cesaret edemiyor ve dönüp gidiyordu. O sırada Hz. Hüseyin'in henüz memeden kesilmemiş oğlu Ali Asgar yanında otururken, bir ok isabetiyle çaresiz çocuğu şehit etti. Babası büyük bir üzüntü içinde eşkıyaya beddua ederek ağladı. Susuzluğu iyice arttığı için, Hz. Hüseyin su içmek üzere Fırat'a yönelip yaklaşınca, düşman tarafından bir ok gelip mübarek ağzına dokundu. Eliyle ağzından kanları silerek yine o şakilere beddua etti.
Sonra Şimr, bir müfrezeyle gelip Hz. Hüseyin'le harem çadırları arasına girerek arayı kapadı. Hz. Hüseyin: "Yazık sizlere, dininiz yoksa, ceza gününden korkmazsanız, bari soy sop sahibi hür adamlar olunuz. Benim mallarımı ve ailemi azgın ve cahil adamlarınızdan koruyunuz" deyince: "Öyle olsun ey Fatıma'nın oğlu" dediler.
Şimr ise, Hz. Hüseyin'in çevresini sarmış olan alçakları, onun aleyhine kışkırtmaktaydı. Hz. Hüseyin de kükremiş arslan gibi sağa sola hücum ettikçe, eşkıya keçi sürüleri gibi açılıp dağılıyorlardı. İşte o sırada Hz. Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep (r.a.) çıktı. Oraya yaklaşan Ömer bin Sa'd’a hitaben: "Ey Ömer! Senin gözünün önünde Hüseyin bin Fatıma öldürülecek mi?" deyince Ömer, gözlerinden akan yaşlar yanaklarına ve sakalına damlamaya başladığı halde, yüzünü diğer tarafa çevirdi. Hz. Hüseyin ise: "Beni öldürmek için mi toplandınız. Bundan sonra Allah sizi ondurmaz. Hayal ve hatırınıza gelmedik biçimlerle sizden benim intikamımı alır. Allah'ın elim azabına uğrarsınız" diyerek meydanda dolaşıyordu. Uzunca zaman böyle meydanda kaldı. İnsanlar eğer istese onu öldürebilirlerdi. Fakat hiç kimse bu cinayeti işlemeye cesaret edemiyordu ve bu büyük vebale başkası girsin diye bakınıp duruyorlardı.
Sonunda lânetli Şimr, insanlara dönerek: "Allah belânızı versin. Ne bakıyorsunuz, niçin bu adamı öldürmüyorsunuz?" diye bağırdı. Bunun üzerine her yandan şakiler toplandılar. Zür’a bin Şerik Temimi, Hz. Hüseyin'in sol eline ve diğer bir melun da sol omuzuna kılıçla vurdu. Hz. Hüseyin düşüp kalkarken, Sinan bin Enes Nehai mızrakla vurup yere düşürdü ve Havli bin Yezid Asbahi'ye: "Başını kes" dedi. Havli bu cinayete yaklaşacak olduğunda, eline titreme geldi. Hemen Sinan inip mübarek başını bedeninden ayırarak Havli'ye verdi.
Sinan, Bahr bin Ka'b, Kays bin Eş'as ve Esved Ezdi, kutlu şehidin elbise ve silâhlarını paylaştılar. Diğer eşkıya da çadırlara saldırarak kilim, elbise ve develeri ile diğer eşyalarını, hatta kadınların üzerlerindeki eşyayı bile yağma ettiler.
Hz. Hüseyin o zaman ellibeş yaşındaydı. Mübarek bedeninde görülen çok sayıda ok yaralarından başka, otuz üç mızrak yarası ve otuz dört darbe izi bulundu (r.a.).
Süveyd bin Mutağ, –ki, ağır yaralı olduğu halde düşüp ölüler arasında kalmıştı– eşkıyanın: "Hüseyin öldürüldü" dediklerini işitince sıçrayıp yanında kalmış olan bir bıçağıyla epeyce çarpıştıktan sonra şehit olmuştur. İşte Hz. Hüseyin'in arkadaşlarından en sonra öldürülen bu zattır.
Hz. Hüseyin'in, Ali adında üç oğlu vardı. Ali Ekber ve Ali Asgar, yukarda geçtiği gibi, savaş sırasında şehit oldular. Zeynel Abidîn diye bilinen Ali Evsat, o zaman yirmi yaşın biraz üstünde bir yiğitti. Fakat hasta olduğu için savaşa giremeyip harem çadırında yatıyordu. Eşkıya onun yanına geldiklerinde, Şimr onun da öldürülmesini emretti. Fakat Hamid bin Müslim ona engel oldu. Ömer bin Sa’d gelip: "Bu kadınların çadırına kimse girmesin ve bu hasta çocuğa saldırılmasın ve bunların her nesi alınmışsa geri verilsin" diye emrettiyse de hiçbir şey geri verilmedi.
Hz. Hüseyin'in Hasan ve Ömer adında iki oğlu vardı. Fakat pek küçüktüler. Bu bakımdan eşkıya, onlara da saldırmadı.
Hz. Hüseyin'in katili olan Sinan'a diğer eşkıya: "Sen Ali'nin ve Rasulullah’ın kızı olan Fatıma'nın oğlunu öldürdün. Arabın en büyüğünü öldürdün ki, bu kavmin ellerinden hükümeti alacaktı. Sen bunların Emirine git, ödülünü iste. Bütün mallarını sana verseler azdır" dediler. Sinan da oldukça atak, zihni karışık bir şair olduğundan, hemen Ömer bin Sa'd’ın çadırına gidip kapısı önünde durdu: "Bana gümüşten pek ağır üzengi yaptır ve altınla yaldızlat. Ben gayet ulu bir kimseyi öldürdüm. İnsanların ana ve baba yönünden en hayırlısını öldürdüm. İnsanların soy ve sopca en hayırlısını öldürdüm" anlamında şiirler söyledi.
Ömer bin Sa'd: "Şu deliyi içeri getiriniz" dedi ve: "Ey mecnun Herif! Niçin böyle sözler söylüyorsun? İbn Ziyad duyarsa senin boynunu vurur" diyerek onu asayla dövdü.
Hz. Hüseyin'in beraberindekilerden şehit olanlar yetmiş iki kişiydi. Ömer bin Sa'd’ın askerinden ise, yaralılardan başka ölenler seksen kişiydi. Ömer bin Sa'd, şehitlerin başını Havli bin Yezid ve Hamid bin Müslim Ezdi ile İbn Ziyad'a gönderdi. Havli geç vakit Kûfe'ye vardığında, hükümet konağını kapalı bulduğundan kendi evine gitti ve Hz. Hüseyin'in başını bir kova altına koydu ve döşeğine girdi. Karısına dedi ki: "Sana dünyaya değer bir servet getirdim. İşte Hüseyin'in başı avlumuzdadır". Karısı: "Vah sana yazıklar olsun. Halk altın, gümüş getirdi. Sen Rasul-i Ekrem'in oğlunun başını getirmişsin. Yemin ederim ki, bundan sonra seninle bir yastığa baş koymam" dedi ve yatağından kalkıp dışarı çıktı.
Bu kadından rivayet edilmiştir. Demiş ki: "Dışarı çıkınca bu kovaya gözümü dikip durdum. Üzerine nurdan bir direk inmişti ve etrafında beyaz bir kuş dolaşıyordu".
Sabah olunca Hz. Hüseyin'in başı Ubeydullah bin Ziyad'ın divanına getirildi. Şimr, Kays bin Eş'as, Amr bin Haccac ve Urve bin Kays oradaydılar. Diğer Kerbelâ şehitlerinin başları da onun önüne getirildi. İbn Ziyad, bir deynekle Hz. Hüseyin'in dudakları arasına dokunup duruyordu. Zeyd bin Erkam (r.a.) hemen: "Deyneği kaldır. Vallahi ben Rasulullah (sav) hazretlerinin dudaklarını bu dudakları öperken gördüm" diyerek ağlamaya başlayınca, İbn Ziyad: "Allah senin iki gözünü ağlatsın. Eğer bunamış bir ihtiyar olmasan, senin boynunu vururdum" dedi. Zeyd hemen: "Ey bundan sonra kul olacak olan Arap topluluğu! Siz Fatıma'nın oğlunu öldürdünüz, Mercane'nin oğlunu (yani Ziyad'ın oğlunu) üzerinize Emir ettiniz. O sizin en hayırlılarınızı öldürür, en kötülerinizi kendisine kul eder. Siz bu alçaklıklara razı oldunuz. Alçaklığa razı olanlar bizden uzak olsun" diyerek çıkıp gitti.
Ömer bin Sa'd, iki gün Kerbelâ'da kaldıktan sonra Kûfe'ye geldi ve Hz. Hüseyin'in kızlarını ve kız kardeşlerini ve onlarla beraber bulunan çocuk ve ailesini birlikte getirdi ve gelirken Kerbelâ şehitlerinin cenazeleri yanından geçirdi. Kadınlar, onları görünce ağladılar ve bağırıp feryat ettiler. Hz. Hüseyin'in kızkardeşi Zeynep binti Fatıma: "Ey Muhammed, ahh! Sana gökteki melekler salât ve selâm getirsin. İşte Hüseyin kanlara bulanmış, organları kesilmiş, kızların tutsak, soyun kurutulmuş" diyerek ağladı; dostu ve yabancıyı da ağlattı.
Kûfe'ye gelip de onları İbn Ziyad'ın önüne getirdiklerinde Hz. Zeynep, en basit ve sıradan elbisesini giyip, tanınmaz bir kıyafete girmiş ve cariyeleri çevresini kuşatmışlardı. İbn Ziyad'ın oğlu: "Bu oturan kim?" diye üç kere sordu. Zeynep, bir şey söylemedi. Fakat cariyelerinden biri: "Zeyneb binti Fatıma" diye cevap verdi. İbn Ziyad: "Sizi rezil eden ve masallarınızı yalana çıkaran Allah'a hamd olsun" dedi. Hz. Zeyneb de: "Allah'a hamd ederim ki, bize Muhammed ile ikramda bulundu ve bizi temizledi. Yoksa senin dediğin gibi değildir. Fasık olan rezil ve facir olan yalancıdır" dedi.
Sonra İbn Ziyad, hasta olan Zeynel Abidin hazretlerine bakıp: "Adın nedir?" diye sordu. O da: "Ali" diye cevap verdi. İbn Ziyad: "Ali bin Hüseyin'i Allah öldürmedi mi?" dedi. Zeynel Abidin de: "Ali adında başka bir kardeşim vardı. İnsanlar onu öldürdü" dediğinde, İbn Ziyad: "Onu Allah öldürdü" deyince Zeynel Abidin sustu. İbn Ziyad: "Niçin konuşmuyorsun?" diye sorduğunda: "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır…” (Zümer: 42) ayet-i kerimesini okudu. Bu durumda ölenlerin ruhlarını da alan yüce Allah'tır, ama katiller azabı hak ederler demek olacağından Zeynel Abidin hazretlerinin bu cevabından İbn Ziyad’ın canı sıkıldığından: "Vallahi sen de onlardansın" diyerek onun da öldürülmesini emredince, Hz. Zeyneb feryad etti ve: "Ey Ubeydullah! Eğer mü'minsen, onu öldürdüğün takdirde beni de öldür" dedi. Zeynel Abidin de: "Ey Ubeydullah! Eğer Peygamber soyuna bağlılığın varsa, beni öldürdüğün zaman kadınların yanına muttaki bir adam kat ki, Müslümanca onları koruyarak yerlerine ulaştırsın" diyerek vasiyet kipinde öğütte bulundu. İbn Ziyad, bir süre hayretle baktı ve onu öldürmekten vazgeçip bıraktı ve: "Herkes camiye gelsin" diye ilân ettirdi.
İnsanlar camide toplandı. İbn Ziyad, minbere çıktı: "Allah'a hamd ederim ki, hakkı ortaya çıkardı ve Mü'minlerin Emiri Yezid'e ve cemaatına yardım etti ve yalancının oğlu yalancı Hüseyin bin Ali'yi ve onun taraftarlarını öldürdü" dedi.
Abdullah bin Afif Ezdi, -ki Hz. Ali'yle birlikte olduğu halde bir gözü Cemel’de ve diğer gözü Sıffin'de gittiği için iki gözü görmez olduğu halde gündüzleri geceye kadar camide ibadetle uğraşır, sonra evine dönerdi- İbn Ziyad’ın bu saçmalıklarını işitince hemen yerinden sıçradı: "Ey Mercane'nin oğlu! Yalancı oğlu yalancı babanla sensin. Peygamber oğullarını öldürüp de doğruların sözünü söylüyorsun" deyince, İbn Ziyad hemen onu cami içinde astırdı.
İbn Ziyad bu şekilde halkın gözünü korkutmaktaysa da Hz. Hüseyin'in öldürülmesi Müslümanların gözünde çok büyük bir cinayet olduğundan, işin sonunu da düşünüyordu. Bundan dolayı Ömer bin Sa'd, yukarıda belirttiğimiz gibi, Kerbelâ'dan döndüğünde İbn Ziyad: "Ey Ömer! Hüseyin'in öldürülmesine ilişkin sana yazdığım mektubu geri ver" deyince: "Ben, onun hükümlerini yerine getirdim. Mektup da kayboldu" dedi. İbn Ziyad: "Mutlaka bulup getireceksin" diye ısrar ettiğinde Ömer de: "Vallahi özür dilemek için, Kureyşli acezeye okumak üzere saklandı. Vallahi ben sana Hüseyin hakkında bir nasihat ettim ki, eğer Sa’d bin ebi Vakkas’a etseydim babalık hakkını yerine getirmiş olurdum" deyince, Ubeydullah'ın kardeşi Osman bin Ziyad: "Ömer doğru söyledi. Vallahi keşke kıyamet gününe kadar Ziyad oğullarının burunlarında birer halka olaydı da, tek Hüseyin öldürülmeyeydi" dedi. Ubeydullah da bunu red ve inkâr edemedi.
Ubeydullah bin Ziyad'ın annesi Mercane de ona hitaben: "Ey alçak! Peygamber oğlunu öldürdün. Sonsuza dek cennet yüzü görmeyeceksin" dedi. İbn Ziyad'ın o kadar gözü dönmüş ve kalbi kararmıştı ki, kendisine bir türlü söz etki etmiyordu.
Daha sonra İbn Ziyad, Hz. Hüseyin'in mübarek başını ve diğer Kerbelâ şehitlerinin başlarını, kadın ve çocukları Şam'a gönderdi. Zeynel Abidin de onlarla birlikteydi. Ancak ellerine kelepçe ve boynuna zincir vurdurdu. Şam'a vardıklarında Züheyr bin Kays, Yezid'in huzuruna girerek müjde verdi. Kerbelâ olayının ayrıntılarını anlattı. Yezid'in gözleri yaşla doldu. "Allah, İbn Sümeyye'ye lânet etsin" dedi ve Hz. Hüseyin'e rahmet okudu: "Bana gelseydi onu affederdim" dedi ve Züheyr'e bir şey vermedi.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Hüseyin'in mübarek başını Yezid'in önüne koyarak durumu açıkladıklarında, Amir bin Küzeyr’in kızı olup Yezid'in nikâhı altında bulunan Hind, bu sözleri işitince çarşafa bürünüp çıktı: "Ey Mü'minlerin Emiri! Rasulullah'ın (sav) kızı Fatıma'nın oğlu Hüseyin'in başı mı?" diye sorduğunda: "Evet odur. Rasulullah'ın kızının oğluna yas tut. Allah İbn Ziyad’ın belâsını versin, acele edip onu öldürdü" dedi. Sonra Yezid izin verip de insanlar içeri girdiğinde, Hz. Hüseyin'in mübarek başı önündeydi. Elindeki değneği Hz. Hüseyin'in ağzına koyup oynuyordu. Ebu Berze Eslemi (r.a.): "Değneği Hüseyin'in ağzına koyup eğleniyor musun? Çok kere görmüşüm ki, Rasulullah (sav) bu ağıza azar azar su içiriyordu. Ey Yezid! Kıyamet günü meydana gelirsiniz, senin şefaatçin İbn Ziyad'dır, bunun şefaatçisi Muhammed aleyhisselâmdır" deyip kalktı ve çıkıp gitti. Yezid dedi ki: "Bilir misiniz, bu neden oldu? Bu zat ‘benim babam Ali, onun babasından hayırlıdır ve anam Fatıma, onun anasından hayırlıdır ve dedem Rasulullah, onun dedesinden hayırlıdır, ben de ondan hayırlıyım ve hilâfete ondan daha hak sahibiyim’ dedi. Onun babasıyla benim babam işi hakemlere bıraktılar. Hangisinin kazandığı bilinmektedir. Allah için anası Rasulullah kızı Fatıma, benim anamdan hayırlıdır. Dedesine gelince, Allah'a ve âhiret gününe iman eden birisi, kimseyi Rasulullah'a denk göremez. Fakat Hüseyin, fıkıh ve ictihadı dolayısıyla konuştu ve 'De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden geri alırsın' (Al-i İmran: 26) ayetini incelemedi".
Sonra kadınlar, Zeynel Abidin’le birlikte Yezid'in divanına getirildiğinde, Hz. Hüseyin'in mübarek başı Yezid'in önündeydi. Kadınlar onu görünce çığlık attılar ve feryat ettiler. Yezid'in kadınları ve Muaviye'nin kızları da çığlıkla ağladılar. Hz. Hüseyin'in kızı Fatıma: "Ey Yezid! Rasulullah’ın kızları tutsak mıdır?" diye sorduğunda Yezid: "Ey kardeşimin kızı! Ben bunu islemezdim" dedi. Sonra kadınlar, Yezid'in harem dairesine alındılar. Bütün saray halkı olan kadınlar gelip onlara başsağlığı dilediler ve onlarla beraber yas tuttular, neleri alınmış ve gasbedilmişse sordular, kayıplarını kat kat verdiler. Bundan dolayı Hz. Hüseyin'in kızı Sükeyne: "Yezid bin Muaviye’den hayırlı bir kâfir görmedim" derdi. Sonra Yezid, Zeynel Abidin hazretlerinin demirlerini çözdürdü. Onu yanına getirdi, onu ve kadınlarını hareminde ayrıca bir daireye kondurdu. Akşam sabah sofrasına davet ederdi.
Kûfeliler, Hz. Hüseyin'in başını Dımaşk-ı Şam mescidine getirdiklerinde, Mervan bin Hakem gelip sordu. Olup biteni açıkladıklarında hemen dönüp gitti. Sonra kardeşi Yahya bin Hakem gelip sordu. Ona da aynı şekilde durumu açıkladıklarında: "Siz, kıyamet gününde Rasulullah'ın (sav) huzuruna girmekten yoksunsunuz. Ben bundan sonra sizinle beraber bir işte bulunmam" dedi ve onlardan ayrıldı. Sonra Yezid'in huzuruna girdiklerinde Yahya bin Hakem, Kerbelâ olayından dolayı üzüntüsünü ve İbn Sümeyye'yi kınayan şiirler söyledi. Yezid onun göğsüne vurup: "Sus!" dedi. Diğer bazı şairler ise Hz. Hüseyin hakkında etkili ağıtlar yakmaya ve Müslümanların gönüllerini dağlamaya başladılar.
Yezid, Ehl-i Beytin yol ihtiyaçlarını hazırladı. Yanlarına asker katarak onları Medine'ye gönderdi. Zeynel Abidin’le vedalaşırken: "Yüce Allah, İbn Mercane'ye lânet etsin. Vallahi ben olsam, babanın her türlü teklifini kabul ederdim. Fakat ilâhi kader böyleymiş ne çare. Her neye ihtiyacın varsa, bana yaz. Yerine getirilir" dedi.
Ubeydullah bin Ziyad, Kerbelâ olayının arkasından Medine'ye müjde göndermişti. Müjdeci Medine'ye varıdığında, durumu Amr bin Said’e bildirdi. O da tellâllar aracılığıyla olanları ilân ettirdi. Haşim oğullarının kadınları, feryat ve figan etti. Medine'de sanki kıyamet koptu. Akil bin ebi Talib’in kızı gayet etkili beyitler söyledi, insanların kalblerini dağladı ve gözlerinden sel gibi yaş akıttı. Amr bin Said duyup geldi: "Bu da Osman'ın öldürülme faciası gibi bir olaydır" dedi. Müslümanlar ise bu faciadan dolayı olağanüstü üzüntü ve keder duydular ve Ümeyye oğullarından nefret etmeye başladılar.
Rivayet edildiğine göre Yezid, bu Kerbelâ olayından dolayı Müslümanların kalblerinin çok fazla müteessir olduğunu görünce: “Allah, o İbn Mercane'ye lânet etsin. Hüseyin'in tekliflerini kabul etmeyip onu öldürttü ve onun öldürülmesiyle insanları bana gücendirdi. İnsanların kalblerinde benim için düşmanlık tohumu ektirdi. İyi ve günahkâr bütün halk, Hüseyin'in öldürülmesini ileri sürerek bana kin duymaya başladılar" dermiş.
(Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa adlı eserinden (Kanaat Matbaası, 1331, 2. cilt, s. 195-228) Yüksel Kanar tarafından sadeleştirilmiştir.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.