Yüksel Kanar: Oryantalizm bir sömürge ideolojisidir..

Yüksel Kanar: Oryantalizm bir sömürge ideolojisidir..
"Oryantalizm, bir sömürge ideolojisidir. Burada “sömürgeci”den kastettiğimiz şey, Avrupalılardır. Avrupalılar, 19. yüzyılda bütün dünyanın %84’ünü, bizzat giderek ve oraya yerleşerek sömürgeleştirmişlerdi. Yani böylece Asya, Afrika ve Amerika kıtaları.."

Oryantalizm bir sömürge ideolojisidir..

Erdemli Duruş sitesinin yazar Yüksel Kanar ile yaptığı "Oryantalizm Üzerine Röportaj"ını yayınlıyoruz..

Oryantalizm “doğu bilimi” olarak tanımlanıyor, medya ayağıyla yani sahadaki çalışmalarıyla birlikte düşünüldüğünde sizce bu tanım doğru ve yeterli bir tanım mıdır? Oryantalizm için doğru tanımı nasıl yapabiliriz?

Oryantalizm’in bu şekilde tanımlanması elbette yanlıştır ve tam bir zihinsel aldatmacadır. Ve “oryantalizm” kelimesinin kendisi gibi, ideolojik bir tanımlamadır. Çünkü eğer “doğu bilimi” olsaydı, o zaman ona “oryantoloji” adı verilirdi. Oryantalizmi kuranlar bile onu bir “loji” değil, “izm” olarak adlandırmışlardır. Şimdi kalkıp da sözlük ve ansiklopedilerimizde onu bir bilim gibi göstermek, ona “bilim” payesi vermek, kültürel bir ihanettir. Ama üzerimizde o kadar ağır bir oryantalist baskı var ki, bir ideolojinin bilim kılığına sokulması hiç de dikkatimizi çekmiyor. Bunun için de ülkemizin içindeki kültür sömürgeciliği devam ediyor. Tıpkı oryantalizmin, aslında fiili sömürgeciliğin devamı için kurulmuş bir ideoloji olması gibi. Ne yazık ki bu ideolojiye maruz kalanlar, onun etkisini üzerlerinden atamadıkça, kültürel bir sömürge olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Dolayısıyla oryantalizmi bir bilim olarak tanıtan her tanım yanlıştır ve bunun da ötesinde kültürel bir cinayettir.
Oryantalizm için benim benimsediğim tanım, Edward Said’in verdiği şu tanımdır: “Kabaca belirlenmiş bir başlangıç noktası olarak 18. yüzyıl sonu alınırsa, Şarkiyatçılık, –Şark hakkında belirlemelerde bulunarak, ona ilişkin görüşleri meşrulaştırarak, onu betimleyerek, öğreterek, oraya yerleşerek, onu yöneterek– uğraşan ortak kurum olarak, kısacası Şark’a egemen olmakta, Şark’ı yeniden yapılandırmakta, Şark üzerinde otorite kurmakta kullanılan bir Batı sistemi.”
Bu tanımda oryantalizmin bütün özellikleri ortaya konulmuştur. Tarih olarak 18. yüzyılın sonundan itibaren başlayan dünyanın fiili sömürge haline getirilmesi, ya da Avruplılaştırılması, bugün meyvesini vermis görünüyor. Çünkü oryantalizme maruz kalan bütün Avrupa-dışı ülkelerde yerleşik inanç, her şeyin en iyisinin Avrupa’da olduğu düşüncesidir. Bu psikoloji, oryantalist çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Tanımın gösterdiği ikinci nokta, Doğu hakkında Batı’nın ürettiği bilgi ve belirlemelerin, sanki gerçek Doğu’yu betimlediği gibi yanlış bir kanının yerleştirilmesi, bu olumsuz bilgi ve betimlemelerin bizzat maruz kalanlara da benimsetilmiş olmasıdır. Elbette tanımdaki en önemli nokta, oryantalist sömürgecilerin sömürge ülkelere yarleşmeleri, onları yönetmeleri ve üzerinde otorite kurmalarıdır.
Günümüzde de bu durum, şekil değişikliğiyle, yani sömürgecinin fiili olarak sömürülen ülkede bulunması yerine, orayı “emperyalist” amaçlarlarla, kültürel ve ekonomik açıdan baskı altında tutmak şeklinde aynen devam etmektedir.

Oryantalizm bilimsel bir çaba mıdır yoksa bir ideolojiyi mi barındırır? Oryantalistlerin amacı sadece “Doğu”yu tanımak mıdır?

Oryantalizm, bir sömürge ideolojisidir. Burada “sömürgeci”den kastettiğimiz şey, Avrupalılardır. Avrupalılar, 19. yüzyılda bütün dünyanın %84’ünü, bizzat giderek ve oraya yerleşerek sömürgeleştirmişlerdi. Yani böylece Asya, Afrika ve Amerika kıtalarının neredeyse tamamına yakınının yeraltı ve yerüstü kaynakları, sömürgecilerin ülkelerine taşındı. Avrupa’nın günümüzdeki zenginliği, böyle bir sömürgeciliğe dayanıyor. Söz gelimi Afrika kıtasının günümüzdeki içler acısı durumunun tek sebebi, bu sömürgeciliktir. Fiili sömürgecilik döneminde zaten bütün damarları kurutularak kansız bırakılmış olan bu kıta, bugün de daha beter bir halde yok edilmek için çalışılıyor. Dolayısıyla oryantalistlerin amacı asla Doğu’yu “Doğu” olarak tanımak değil. Tam tersine Doğu’yu sömürmek ve uydu haline getirmek için tanımaktır. Yani kendi çıkarı için, kendine göre bir Doğu meydana getirmek, kendi Doğu’sunu yaratmak için. Günümüzde, dünün fiili sömürgelerinin ekonomik ve zihinsel anlamda birer Pazar olarak kullanılması da bunun açık kanıtı. Bütün bu imkânlara oryantalilist anlayış ve uygulamalarla kavuşmuş olduklarına göre, oryantalizm bir bilimsel çabayı değil, önce sömürgeleştirmeyi, sonra da sömürgeleri elde yutmayı sağlayan ideolojik bir çabayı ifade eder.

Oryantalistlerin “Doğu” dedikleri coğrafyanın sınırları, tarihsel süreç içerisinde daralmış özellikle İslam coğrafyalarını kapsar hale gelmiştir. Bu değişimin yaşanmasına ne/neler sebep olmuştur?

Oryantalizmin çizdiği Avrupa sınırları, reel değil, ideolojik ve zihinsel bir sınırdır. Avrupa-dışı, bu anlayışa göre, ötekidir. “Öteki”, gelişmemiş, aklını kullanamayan, ilkel bir yaratıktır. İnsanlığın birinci kalitede olanı Avrupalı, ikinci ve üçüncü kalitede olanları ise Avrupa-dışı olanlardır. Hatta bunlar giderek hayvansal sınıfa yaklaşırlar. Avrupalı oryantalistler, kendilerini birinci lig insanı olarak görürler. Diğer ligler, onlara hizmet için vardırlar. Bu “lig” anlayışı, Batı-dışını moral olarak ezmek, yok etmek ve efendileri sayılan birinci lige mutlak bağlılıklarını pekiştirmek için kullanılır. Bugün Avrupa dışındaki insanların ideal ufkunu Avrupalıların oluşturması bundandır.
Avrupa dışındaki coğrafyanın insanları, eğer Batılı değerleri kabul ederlerse, onlar da Batılı sayılırlar. Tersi de doğrudur. Bu yüzden İsrail nasıl bir Batılı ülkeyse, Bosna-Hersek de bir Doğulu ülkedir. Bu zihinsel Doğu-Batı sınırı, tarih boyunca hep değişmiştir. Günümüzde de çeşitli durumlarda bu sınırın değişkendiği canlı olarak yaşanmaktadır. Bir örneği, Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınmasıdır ki, Kıbrıs’ın kıta olarak Avrupayla hiçbir ilişkisi yoktur. Buna karşılık Türkiye AB’ye sokulmak istenmiyor. Oysa tarihsel olarak olduğu gibi, bugün de Avrupa’da topraklarımız var. Demek ki bu sınırlar hep değişkendir ve bu değişkenlik de zihinsel ve kültürel nedenlere dayanmaktadır.

Doğu toplumları ve İslam, oryantalizme karşı nitelikli tepkiler ortaya koymuş mudur? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ne yazık ki buna olumlu cevap veremiyoruz. Oryantalizm’e verilecek cevap, olayları kendi bakış açımıza göre değerlendirmek, kültür unsurlarımız hakkında kendi kavramlarımız ve bakış açılarımız doğrultusunda çözümler üretmek şeklinde olmalıdır. Kendi kültür ve medeniyet unsurlarımızı, oryantalistlerin çarpıtmalarına meydan vermeyecek sağlamlıkta araştırmak ve ortaya koymak zorundayız. Çünkü oryantalistler, boş buldukları meydanda çalışmışlar ve çalıştıkları alanlarda otorite sağlamışlardır. Müslüman dünya ise, bu alanlarda kendi çabalarıyla, oryantalistlerin çarpıttığı bilgilerin yerine gerçek bilgi koymak yerine, onların çarpıtılmış bilgilerinin doğruluğuna inanarak; böylesine çürük bir temel üzerine kendi düşünce yapılarını kurmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla bu da, oryantalist amaçlara uygun bir davranış haline gelmiştir. Bugün, üniversitelerimizde okutulan sosyal bilimlerimiz, tamamen sömürgeciler tarafından oluşturulan kavram ve paradigmaların egemenliği ve baskısı altında şekillenmiştir. Sözde kendi üniversitelerimizde yetişmiş bilim adamları, kendi insanımızı değerlendirirken, onu sömürgeci mantığı ve aklıyla değerlendiriyor.

Bugün oryantalizmin kullandığı argümanlar nelerdir? Bu argümanlar kültürel hayatımızı, değerlerimizi nasıl etkilemektedir?

Batılılar günümüzde oryantalizm kavramını pek kullanmazlar. Çünkü bu kavramın ipliği artık iyice pazara çıkmıştır. Ayrıca fiili sömürgecilik dönemi aşılmış ve emperyalizm dönemi başlamıştır. Eskiden sömürgeciliğin argümanı, sömürgelere “uygarlık götürmek”ti. Çünkü onlara göre sömürgeler ilkel ve yabaniydiler ve onların adam edilmeleri, evcilleştirilmeleri gerekiyordu. Batılılar bunun çok zor bir iş olduğunu, aslında gittikleri ülkelere sömürmek için değil, uygarlık götürmek için girdiklerini söylüyorlardı. Yani geri kalmış, uygarlıktan uzak coğrafyalara, büyük fedakârlıklarla uydarlık götürüyorlardı. Oryantalist tarihinde buna “sırtında yumurta küfesi taşımak” denilmiştir. Bunun yanında, sömürge ülkelerde yaşayanların aklını kullanamayan ve kendini yönetemeyen insanlar olduklarını, kendilerinin ise, onlara yol göstermek ve yönetmek için burada bulunduklarını söylüyorlardı. Günümüzde ise, artık fiili sömürgecilik yerini, yerinde müdahaleciliğe bırakmıştır. Dolayısıyla uygarlık götürme yerine, geri kalmış ülkelere demokrasi götürmeye dönüşmüştür.

Edward Said’in oryantalizmi hedef alan çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kuşkusuz ondan önce de oryantalizm üzerine, oryantalistlerin niyetleri üzerine düşüncelerini belirtenler ve yazanlar oldu. Ancak Edward Said sistemli ve etraflı bir oryantalism incelemesi ortaya koymuştur. Bu bakımdam Said’in çalışması, ilk olmasa bile bu konuda yapılan en değerli çalışmadır. Üstelik kendisi bir müslüman olmadığı halde, Hıristiyan Batı’nın Doğu ve özellikle de Müslüman Doğu üzerindeki niyetlerini bu kadar açıklıkla ortaya koyduğu için ona minnettarız. Onun Oryantalizm kitabı, yayınlandığı andan itibaren çok ses getirmiş ve Batıcılar tarafından çok eleştirilmiştir.

Edward Said’in deyimiyle “insan gerçeğine böylesine uzak ve böylesine gözleri kapalı bir ilmin” etkilerine, zarar verici nitelikte maruz kalıyoruz. Bu maruziyetin farkında olmak /farkındalık oluşturmak ve maruziyeti engellemek için neler yapabiliriz?

Bu bir zihniyet ve inanç sorunudur. Kimseye, niçin bizim üzerimizde böyle tahrifler yapıyorsunuz diye savaş açma hakkımız yok. Ancak biz kendimizi iyi tanırsak, onların çarpıtmaları bizi etkilemez. Batılıları ise, bizim kendimiz konusunda gerçek araştırmalar ortaya koyarak doğruya yöneltebiliriz. Çünkü eğer bir şeyi bilmiyorsak, ona başkalarının tanıttığı şekilde inanmamız kaçınılmaz olur. Yukarıda sorduğunuz bir soruya cevap verirken de belirttiğim gibi, ne yazık ki üniversitelerimizde oryantalist düşünceler okutulmakta ve gençlerimizin kafaları bu çarpık bilgilerle doldurulmaktadır. Kendi değerlerimize Batılıların ideolojik bilgi pencerelerinden baktığımız için de, onları reddeden, küçük gören ve onlara yabancılaşan bir toplum haline geliyoruz.
Tekrar edelim ki, bu maruz kalmanın önüne, kendimize güvenerek değerlerimizi en iyi biz araştırmak suretiyle geçebiliriz. Sadece kendimizi değil, maruz kaldığımız Batı’yı da iyi tanımalıyız. Onun bizim hakkımızda ve kendi hakkında düşünüp ortaya koyduğu şeylerin ne kadarının yanlış ve ne kadarının doğru olduğunu ancak bu şekilde anlayabiliriz.

yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.