Yeni bir profil
Cuma sabahı, MÜSİAD'da, "Oku, Dinle, Yaşa" başlıklı bir programa katıldım.
Programın koordinatörü Halim Aydın, ilk aradığında "Bir yazarımızın bir kitabını okuyoruz, sonra onun üzerinde konuşmak üzere yazarı davet ediyoruz, sorular soruluyor vs. Kabul eder misiniz" dedi.
Memnuniyetle dedim. "İslam'ı Aşkla Yaşamak" kitabımı okumak ve üzerinde konuşmak üzere anlaştık. Cuma sabahı, saat 06.30'da evden çıktık, saat 07.00'de kahvaltı yapıldı, sonra sohbet başladı. Güzel bir sohbet oldu. Program formatını çok sevdim.
Ama bu yazıda asıl bahsetmek istediğim bu değil.
Benden bir gün önce, yine böyle sabah vakti -MÜSİAD toplantılarını böyle sabah vakitleri yapıyormuş, ne güzel- eski MÜSİAD başkanlarından Ömer Bolat'ın konuşmacı olarak katıldığı, 28 Şubat değerlendirmesi konulu bir toplantı olmuş. Ömer Bolat'ın konuşmasından bir bölüm nakledildi bana. Onu ilgi çekici buldum. Şöyle demiş:
-Şu anda 23 milyon genç seçmen var ki bunlar ne 28 Şubat'ı yaşadılar ne 27 Nisan'ı gerçek boyutuyla anladılar ne de İstanbul'un çöp dağları ve susuzluk yaşadığı günleri gördüler. Bunlar AK Parti iktidarında büyüdüler ve sancı da varsa, iyilik de varsa ona tanık oldular. Seçimde bu 23 milyon genç seçmen sonuçları etkileme açısından önemli bir kategori oluşturacak.
23 milyonu doğru okumak
Evet bence de bu 23 milyonu doğru okumak gerekiyor.
Geçen oğluma sordum. Nedir sence bu gençliğin dünyası dedim.
"Facebook ve Twitter" dedi. "Orada dolaşıyor herkes."
Gezi Parkı dolayısıyla da bu "yeni gençlik formatı" yoğun biçimde tartışıldı.
Mesela bu gençlik profilinin en belirgin özelliklerinden birisinin "özgürlük" olduğu ifade edildi. Aile otoritesinden bağımsızlaşmak gibi, devleti bir otorite alanı olarak görmeye tepki.
Bir muhafazakar aile biliyorum, oğlu evlenmeden ayrı ev tuttu, anne baba evine hafta sonları geliyor, evinde yemeğini kendisi yapıyor, canı isterse evine arkadaş alıyor vs.
Bu yeni gençliğin siyasi yönelişi nedir?
Belki de siyasi partilerin seçim öncesinde en çok okumaya çalıştığı husus budur?
Bu konu üzerinde düşünürken, AK Parti liderliği üzerinde, özellikle yoğun genç seçmen nezdinde negatif imaj üretmek için başkalarının da çalıştığı kanaatim yan yana düştü. Şöyle ki:
-Otoriter bir Tayyip Erdoğan ve özgürlüğüne düşkün bir genç seçmen profili.
Bu denklemleştirme tabii ki AK Parti'nin istediği bir şey olmaz.
Ama siyasi gerilim, süreci bu istikamete doğru götürebiliyor.
Bunu kendi içimde değerlendirirken, perşembe akşamı Başbakan'la atv'de gerçekleşen mülakatta bir söz dikkatimi çekti.
Gençler için yeni bir dil
Sayın Başbakan siyasi dilin bozulduğuna temasla "Ben Bahçeli'ye ve Kılıçdaroğlu'na artık cevap vermeyeceğim" dedi. "Yeni yasama dönemine girdik. Daha başlar başlamaz nefret dolu, hakaret dolu ifadelerle konuşmaya devam ediyorlar. Cevabı arkadaşlarım verecek."
Salı nutukları dediğimiz şey ya da meydanda, sokakta söylenenler... Gerçekten siyasi nezaket denen şeyi ortadan kaldırıyor. Ben Sayın Kılıçdaroğlu'nun en çok o, bazen farkında değilmiş gibi söylediği aşağılayıcı üslubundan rahatsızlık duyuyorum.
Tabii bu karşılıklı cedel, herkesin kimyasını, olduğundan daha kötücül hale getiriyor.
Normal hayatında çok insancıl ilişkiler kuran birisi, siyaset arenasına çıktığında canavarlaşıyor.
Sayın Başbakan hükümet ediyor. Sık sık "Herkesin Başbakanı" olmaya itina ettiğini belirtiyor. Ben de orada, taban ne kadar "kodu mu oturtan bir dil" beklese de, Başbakan'ın dilinde başka bir kuşatıcılık aranıyor.
Derim ki: Genç bir dil bulun. Sevgi dili, uzlaşma dili. "Seni öldürmeye gelen sende dirilsin" denilecek bir dil. Ben Sayın Başbakan'ın bu "rahmet dili"ni çok iyi bildiğinden eminim.
Ahmet TAŞGETİREN
atasgetiren@bugun.com.tr
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.