Yaşar Duru: Sürüye kurtlar değil çobanlar dadanmışsa..
işte o zaman ülkenizin, şehrinizin, beldenizin, belediyenizin ve başkanlığınızın sonu görünür” desek dinleyen çıkar mı acaba?
Rivayet odur ki günlerden bir gün; Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder. Günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar...
Bu gibi soruları çoğu zaman “ağabeyim” dediği süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye danıştığından bu suali de sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir...
“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” diye, her aklı yetenin cevaplıyamıyacağı kadar zor sorular yöneltir süt kardeşine.
Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir muamma gibidir.
“Neme lâzım be Sultânım!”
Cevabı hayretle okuyan Kanuni, bir anlam veremez bu söze. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:
“Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“-Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sualimizi ciddiye al!”
“-Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“-İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“-Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şuyu bulsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneleri başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlimin süt kardeşi olduğu için Allah’a şükreder.
***
Günümüze, daha doğrusu; 17 Aralık 2013 ve sonrasına ve yani zurnanın zırt dediği deliğe ezkaza basarsak parmağımızı; başımıza neler gelir düşünmek bile ödümüzü patlatmaya yeter.
Hani biz, lisan-I münasiple ve arada bir de olsa, sahib-i selahiyet ve ehl-i makam seçilmişlere ve bunların atadıkları adamlara;
-Başkanım! Bir beldede ve belediyede zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar” halimiz nice olur diyerek eleştirdiğimizde kimbilir nasıl hop oturup hop kalkarlar.
Hani, bazan; “Sen bu adamların avukatı mısın? Ben başkanım, mühür bende, Süleymanım” diyerek tekebbürde koltuklarını gösterip “El Mütekkebir” sıfatının tek sahibi ile yarışmaya kalktıklarında;
“Bu ülkede koyunları kurtlar değil de çobanlar yiyorsa veya yese, bilenler bunu söylemeyip şimdiki gibi sussa…. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese,.. işte o zaman ülkenizin, şehrinizin, beldenizin, belediyenizin ve başkanlığınızın sonu görünür” desek dinleyen çıkar mı acaba?
Dinleyenler çıksa bile; “Böyle durumlardan sonra ülkenizin, şehrinizin ve belediyenizin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...” sözleriyle ne demek istediğimizi anlayan çıkar mı dersiniz?
Anlayıp aklınızı başınıza toplayın dediğimiz zevat-ı kiram, üzerine alır mı bu sözleri.Zannetmiyoruz! Ama yine de yazıyoruz ve hep yazacağız.
ulukanal.com / yazının devamı..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.