Yap ki Göresin
Abdullah b. Ömer (r.a.)?den nakledildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Atalarınıza iyilikte bulununki, çocuklarınız da size iyilikte bulunsunlar; siz iffetli olunki, kadınlarınız da iffetli olsunlar." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat, 1/299)
Hadis-i şerif, biri, ana-babaya iyilikte bulunmak, diğeri, iffetli olmak gibi iki önemli konuya dikkat çekmektedir. Hadisin ilk kısmında yer alan, "atalara iyilikte bulunma" tavsiyesi, Kur'an-ı Kerim?in birçok ayetinde emredilen bir husustur. (İsra, 23; Ankebût, 8; Lokman, 14) Sevgili Peygamberimiz, bir yandan Cenab-ı Hakk'ın bu emrini bize hatırlatırken diğer yandan bunun yöntemini öğretmektedir. Yani siz ana-babanıza iyi davranın, onlara saygı ve merhametle muamele edin ki, bunu sizden öğrenen çocuklarınız da size aynı saygıyı göstersin. Bir toplumda, aile bireylerinin birbirlerine karşı nasıl davranacakları, dînî ve kültürel mirasla aktarılan bir geleneğe bağlıdır ve bunun en iyi öğrenileceği mektepler de hiç şüphesiz aile yuvalarıdır. Dolayısıyla, birbirlerine karşı sevgi, saygı, şefkat ve merhamet hisleriyle davranan aile bireylerinden, aynı özellikleri taşıyan nesillerin yetişeceği aşikardır. Ebeveynine saygı göstermeyen ve iyi muamelede bulunmayan bir evladın, kendi çocuğundan, bundan daha fazlasını beklemeye hakkı yoktur.
Sözlükte, fena ve kötü işlerden uzak durmak, namuslu olmak, haramlardan sakınmak, sabrederek başkalarından istememek gibi anlamlara gelen "iffet" kavramı, dilimizde daha çok "namus" kelimesiyle karşılanmakta ve cinsel içerikli gayrimeşru davranışlardan uzak durmayı ifade etmektedir. Zina gibi büyük bir günahtan uzak durarak afîf, yani temiz kalabilmek ve meşru olanla yetinmek, kişinin ahlâkî yapısının temel taşını oluşturduğundan, iffet kavramının, daha çok, namusun korunması bağlamında kullanılması doğaldır. Nitekim Cenabı Hakk'ın, "evlenme imkânı bulamayanlardan, Allah'ın lütfuyla bu imkânı elde edinceye kadar iffetlerini korumalarını" istemesi (Nur, 33) bu manayı pekiştirmektedir.
Hadis-i şerif'in de ifade ettiği gibi iffet, kadın-erkek herkes içinde aynı derecede önemli ve gereklidir. Namus ve iffeti kadınlara has kılıp erkekleri sadece bunun bekçisi gibi kabul etmek İslâmî düşünceye aykırıdır. İslâm'da herkes yaptığından sorumludur. İyiliklere sarılmak, kötülüklerden kaçınmak her bireyin sorumluluğunda olduğu gibi, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak da kadın-erkek her Müslümanın görevidir. (Tevbe, 71) Dolayısıyla herkes kendi namusunun ve iffetinin bekçisidir. Müslümanlara düşen, bu konuda birbirlerine yardımcı olmaktan ibarettir. Namus kavramını kadınla özdeşleştiren yanlış anlayış kendi döneminde de egemen olduğu için sevgili Peygamberimiz, erkeklere hitaben, "Siz iffetli olun ki, kadınlarınız da iffetli olsunlar." buyurmuştur. Yani önce siz, kadınlarınızda aradığınız o ahlâkî özelliği kendi şahsınızda gerçekleştirin ve onlara örnek olunki, onlardan da aynı duyarlılığı bekleyebilesiniz. Sizin iffetli tutumunuz onlara da örnek olsun. İğneyi önce kendinize batırın ki, çuvaldızı başkasına batırmaya hakkınız olsun.
İffet uyarısını ilk önce erkeklere yönelten Kur'an-ı Kerim ayetlerinde de bu inceliği görüyoruz. Bilindiği gibi Nur suresinin 30 ve 31. ayetlerinde, önce mümin erkeklere, sonra da mümin kadınlara, gözlerini haramdan sakınmaları ve ırzlarını korumaları emredilmektedir. Sanki, toplumda daha ön plânda olan, ailede yönetici pozisyonunda bulunan erkeğe, bu konudaki sorumluluğu, öncelikle hatırlatılmaktadır. Müteakib ayette kadına hatırlatılan hususlar ise, karşı cins için cezb edici özellikleri konusunda alması gereken önlemlerle ilgilidir.
Namus ve iffetten sadece kadınları sorumlu tutan bir anlayışın varlığına ne yazık ki, ülkemizde de şahit oluyoruz. Bilindiği gibi, namus adına işlenen cinayetlerin bir kısmına verilen ad "namus temizleme"dir. Tecavüze maruz kalan veya kendi tercihiyle karşı cinsle ilişki kuran kadın, yakınlarının kararıyla öldürülünce hem kendisinin hem de o yakınlarının namusu temizlenmiş olmaktadır. Kendi iffetsizlikleri konusunda kılları kıpırdamayan erkekler, kadınlarının, kızlarının maruz kaldığı talihsiz olaylar karşısında aslan kesilmekte, mağdur edenden ziyade mağdur olanı suçlu görüp cezalandırmaktadırlar. Halbuki, bir kimse ancak, kendisine ve yakınlarına yapılacak bir saldırı karşısında meşru müdafaa hakkına sahiptir. Namusunu korurken öldürülen kimse dinimizce şehittir. Meşru savunma esnasında öldürülen saldırgandan dolayı da dinen bir sorumluluk doğmaz. Yani, ancak böyle zorunlu bir durumda öldürme eylemi kaçınılmaz olabilir. Aksi hâlde, kendi tercihiyle ilişkiye giren veya zorla tecavüze maruz kalan kimseyi öldüren kimse namus temizlemiş olmaz, sadece cinayet işlemiş olur. Kendisine de cânî ve kâtil denir. Hem bu dünyada hem de ahirette en büyük cezaya müstahak olur.
?Yakını bile olsa hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez." ayeti gereği, (Fatır, 18) yakınlarımıza karşı görevlerimizi yerine getirmediğimizden dolayı sorumlu olsak bile, onların günahını yüklenecek değiliz. Çünkü, "Her nefis elde ettiği günahı ancak kendi aleyhine kazanır." (En'am, 164) Dolayısıyla, namus cinayeti dediğimiz şey aslında, kendi ihmal ve sorumluluklarımızın bedelini çaresiz insanlara ödetmekten ibarettir. Kendisinin ve yakınlarının namusuna önem veren kimse önce, onlara karşı akrabalıktan doğan görevlerini yerine getirmeli, iffetli ve nezih yaşantısıyla onlara güzel örnek olmalıdır. Aksi takdirde, Ziya Paşa'nın, "anlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât // bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde" beytinde tasvir ettiği kişilerin durumuna düşer.
Sözün özü, iyilikleri, güzellikleri başkasında aramadan önce kendimize dönüp bunların ne kadarına sahip olduğumuzun sağlamasını yapmalıyız. Herkes önce kendisine bakarsa, başkasında kusur aramaya fırsat da, ihtiyaç da kalmayacaktır.
Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Dergi Ekim 2008 sayısında yayınlanmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.