Üç tehlike / Tarihselcilik, mealcilik, gelenekselcilik
Üç tehlike / Tarihselcilik, mealcilik, gelenekselcilik
Son dönem İslami okumalarda üç büyük tehlike arzı endam ediyor: Tarihselcilik, mealcilik ve gelenekselcilik. Aktüel bütün tartışmalar bu üç kesim arasında cereyan ediyor. Televizyon ekranlarının şehvetine bakılırsa şimdilik tarihselcilik galip ve baskın gibi görünüyor.
Tarihselciliğin tarifini en kaba şekilde şöyle yapmak mümkün: Kur'an, muayyen (sınırlı) bir coğrafyanın ve sosyolojinin ihtiyaçlarını karşılayan muayyen bir ilahi metindir. Başka bir deyişle sınırlı sayıdaki sorun ve sorunlara sınırlı sayıda bir yanıttır. Kur'an’ın asıl-doğrudan muhatapları nazil olduğu dönemdeki Araplar. Diğerleri tali-dolaylı muhataplar. Dolayısıyla Kur'an’ın biz tali muhataplara hitabı “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” gibi bir şey. Nitekim ülkemizde tarihselciliğin en ateşin savunucusu Mustafa Öztürk şöyle diyor:
“Kur'an’daki tarihselliğin ahkamla sınırlı olduğunu düşünmüyoruz. Kanaatimizce Kur'an bazı temel mesajları hariç tamamen tarihseldir… Öte yandan Hz. Peygamber’in genelde Arap toplumunu özelde de Kureyş kabilesini, diğer bir deyişle Mekke ve çevresinde yaşayan müşrik Arapları uyarması için gönderildiğini bildiren ayetler Kur'an hitabının tarihsel ve yerel olduğunu gösterir.” (Kuran ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu y. s.11-12)
Bu yaklaşımın bindiği dalı kesmek olduğu izahtan vârestedir.
Mealciliğin, tarihselciliğe kıyasla -en azından Kur'an’ın evrenselliği bağlamında- daha az sakıncasız olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere kendi tezlerini tahkim etmek adına mealcilere en ciddi eleştirileri yöneltenler tarihselciler. Çünkü tarihselciliğin biricik dayanağı Kur'an metni dışında kalan diğer rivayet malzemesi. Her ikisinde de birer “dane-i hakikat”mevcut aslında.
Tarihselciler, mealcilere “sanki boşluğa nazil olmuş bir metin gibi Kur'an’a yaklaşıyorsunuz” derken haklılar. Keza mealciler, tarihselcilere “sanki günümüze hitap etmiyor, sadece Araplara hitap ediyor gibi Kur'an’a yaklaşıyorsunuz” derken haklılar. Ama bir bütün olarak bakıldığında ikisi de hakikatin dengesini bozmakla hakikati rencide ettikleri için haksızlar.
Mealizm, Peygamberimiz (asm) dahil bütün sahabe nesline bile tanımadığı tefsir-te’vil yetkisini kendi akıllarına tanımakla keyfemayeşa bir ayvazlık içindedir. Peygamberimizi (asm), Sünnet’i, sahabe neslini, geçmiş bütün ilmi mûktesebatı pervasızca devre dışı bıraktığından “alaturka deizm” (Bedri Gencer) olarak isimlendirilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Kur'an’ın vazıh metnine işkence pahasına her türlü absürt yorumu dayatırken Peygamberimize (asm) sadece “pasif bir postacı” muamelesi yapabilmektedir.
Bir nevi gelenek fetişizmi de diyebileceğimiz gelenekselcilik, gelenekte ne varsa hepsini mümeyyiz bir akılla ayıklama ve temyiz etme zahmetine katlanmadan olduğu gibi almaktır. Kur'an’ın mevsûkiyetine halel getiren uydurma rivayetleri bile. Bunun neticesi genellikle hurafeler denizindeyüzerek Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in samimi mensuplarını çok zor durumda bırakmak oluyor.
Kur'an merkezli bir sünnet okuması bunun için elzem denilebilir. Her şeye rağmen gelenekselcilik diğer iki yaklaşıma nazaran daha az tehlikesiz çünkü Kur'an, Sünnet ve İslam’la ilgili herhangi bir egzistansiyel (varoluşsal) sorunu yok. Bu bir üstünlük ama bahsi geçen vartaları örtmek ve görmezlikten gelmek için yeterli değil asla.
Kaynak: Risalehaber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.