Türk Milletini bitiren hurafeler...

Türk Milletini bitiren hurafeler...
Maalesef günümüzde hurafeler o kadar yaygın ki! Bunların başında türbelere ve kutsal sayılan ağaçlara çaput bağlamak geliyor.Türkler Müslüman olmadan...



Maalesef günümüzde hurafeler o kadar yaygın ki! Bunların başında türbelere ve kutsal sayılan ağaçlara çaput bağlamak geliyor.

Türkler Müslüman olmadan önce türbelere ve kutsal saydıkları ağaç ve çalılıklara çaput bağlıyor ve mezarlarda mum yakıyorlardı. Bazıları, bu adetleri Müslüman olduktan sonra da devam ettirdiler.

Sizden gelen mailler içinde çok sorulan bir soru da hurafelerle ilgili. Bu haftaki yazımızda türbelerle ilgili yaygın hurafeler konusunu işleyelim istiyoruz. Hurafe, hiçbir hakikate dayanmayan, tamamen vehim ve hayalden ibaret olan asılsız, boş ve batıl inançlar ve düşünceler ile bunlara bağlı olarak yapılan davranışları ifade eder.

Maalesef günümüzde hurafeler o kadar yaygın ki! Bunların başında türbelere ve kutsal sayılan ağaçlara çaput bağlamak geliyor. Türkler Müslüman olmadan önce türbelere ve kutsal saydıkları ağaç ve çalılıklara çaput bağlıyor ve mezarlarda mum yakıyorlardı. Bu adetler Türkler'e Mecusiler'den geçiyor. Türkler Müslüman olduktan sonra bu hurafeleri uygulamaya devam ediyorlar.

Bu hurafeleri uygulayanlar, bununla muratlarına nail olacaklarına, hastalıktan kurtulacaklarına, bahtlarının açılacağına, türbede yatanın kendilerine yardım edeceğine inanırlar. Halbuki bu yaptıkları kul ile Allah arasına birilerini koyma veya daha ötesi türbede yatanları -haşa- Allah yerine koyma manasına gelir ki, bunlar insanı şirke götüren davranışlardır.

Bir isteğimizin olmasını, hastalığımızın iyileşmesini veya bir engeli aşmayı murad ediyorsak her şeye gücü yeten, her şeye kadir olan Rabbimize yönelmeli, her şeyi ondan istemeli ve şirke götüren yollara asla itibar etmemeliyiz.

TÜRBELERLE İLGİLİ YAYGIN HURAFELER

Türbeler etrafında icra edilen ve günümüzde de devam eden birtakım hurafe ve batıl inanışlar var. İşte onlardan bazıları:

Dileklerin gerçekleşmesi için veya doktora gitmeden hastalıktan kurtulmak amacıyla din âlimlerine veya şeyhlere ait türbeleri ziyaret edip onlara adak adamak, kurban kesmek, pencere demirlerine ve o civardaki bir ağaca çaput veya mendil bağlamak, mezarların taşını toprağını öpmek, üzerlerindeki örtülere yüz sürmek.

Ayrıca evlenmek, iş bulmak, sınav kazanmak v.s. bir kısım ihtiyaç ve dilekleri türbede yatanlara arz etmek, türbe içinde veya çevresinde mum yakmak, şeker, sirke ve helva gibi yiyecek maddeleri dağıtmak suretiyle ölülerden medet ummak, şifa beklemek.

MUM YAKMAK HURAFE Mİ?

Türbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma âdeti, eski cahiliye çağından kalma âdetlerden biri. Bu adet, bize Mecusilerden ve Hıristiyanlardan geçiyor. İslâm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir inanç yoktur. Bu tamamen yanlış bir inançtır ve hurafedir. Ancak İslâm'da türbe veya mezarlara ağaç ve çiçek dikilmesi tavsiye edilmiştir.

Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanç da cenaze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulurmuş... Bu da ayrı bir hurafe.

TÜRBE ZİYARETLERİMİZ NASIL OLMALI?

Ülkemizin pek çok yerinde hatta dünyada bu tür kabirler ziyaret edilmekte ve benzer batıl inanış ve uygulamalar sergilenmektedir. Ancak şu iyi bilinmelidir ki, türbelerde yatan kişileri insanüstü varlıklar olarak görmek, bu zatların duaları kabul ettiğine, ilâhî kudretlerinin olduğuna inanmak, bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek, onlardan yardım dilemek dinimizle bağdaşmaz.

Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır. Mezar ziyareti, İslâmî ölçüler dışına taşmadıktan sonra elbette meşrudur ve sünnettir. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur'an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması en uygun olan davranıştır.

BU YAZI BİZE NE ANLATIYOR?

1. Günümüzde bilhassa türbelerle ilgili hurafeler oldukça yaygın.

2. Türbelere adak adamak, pencere demirlerine ve o civardaki bir ağaca çaput bağlamak, mum yakmak hurafedir.

3. Bir isteğimizin olmasını istiyorsak her şeye gücü yeten Rabbimize yönelmeliyiz.

BİR SORU-BİR CEVAP

Ezan okurken müezzinler niçin ellerini kulaklarına kaldırıyorlar?

Bu soruyu bize Nagehan Hanım soruyor:

Müezzinler, ezan okurlarken sesleri daha gür çıksın ve daha uzak mesafelere ulaşsın düşüncesiyle şahadet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürerek veya ellerini kulaklarının üzerine koyarak ezan okurlar.

Nitekim Efendimiz (s.a.s) Hz. Bilal'e ezan okurken sesinin yükselmesine yardımcı olması için böyle yapmasını söylemiştir. (Nasbu'r-raye, 1/278)

EZAN OKUMA ADABI

Burada şunu da ifade edelim ki, müezzin parmaklarını kulaklarına götürmeden ezan okursa bunda bir sakınca yoktur. Zira parmakların kulağa götürülerek okunması asli bir sünnet değildir. (bk. Hidaye, Ezan Bölümü)

Müezzinin gür ve güzel sesli olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkân verecek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şahadet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, "hayye ale's-salâh" derken yüzünü sağa, "hayye ale'l-felâh" derken sola çevirmesi müstehaptır.

TEFEKKÜR ATLASI

Gözünüzle görmediğinize inanmaz mısınız?

Bazı kimseler, "Gözümle görmediğime, elimle tutmadığıma inanmam" derler. Fenden haberi olan, normal düşünebilen ve akıl sahibi bir kimsenin, yalnız gözüne göre konuşup karar vermesi şaşılacak bir durumdur.

Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır. Göz her şeyi göremez. Meselâ bilimsel araştırmalar neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak, "Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük" demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.

ŞİŞEDE SU, SUDA DA GAZ YOKTUR!

Bugün fen yolu ile suyun, oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya baktığımız zaman ne oksijeni ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak, "Şişede su, suda da gaz yoktur" diyebilir miyiz?

BİR TAVSİYE

Lütfen, bana hakkını helal et!

Farkında olalım veya olmayalım birbirimizin hakkına girebiliyoruz. Biliyorsunuz kul hakkını Rabbimiz affetmiyor. Bu haktan kurtulmanın tek çaresi hakkını yediğimiz kişiden helallik almamız. O yüzden isterseniz bu gün bize en yakın insan olan eşimizden başlayarak meselenin ehemmiyetini izah etmeye çalışıp çevremizdeki insanlardan helallik dileyelim.

BİR DUA

Günahlarımızı bağışla ya Rabbi!

Rabbimiz, Senden bütün varlığı kuşatan rahmet havuzuna bizi de almanı istiyoruz. Bize merhametinle muamele et, sürçmelerimizi bağışla, bütün günahlarımızı ve kusurlarımızı mağfiret et. Ömrümüzün geri kalan kısmında da bize sıhhat, afiyet ver ve bizleri salih ameller işlemeye muvaffak eyle. Dualarımızı kabul buyur, isteklerimizi geri çevirme.

ÖRNEK HAYATLAR

Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir!

Sultan II. Mehmet henüz 7 yaşlarındayken hocası Molla Akşemseddin kulağına eğilir ve ona başarının en önemli kuralını fısıldar: "Hedefini tespit et şehzadem."

II. Mehmet daha o yaşlarda hedefini tespit eder. Hedefi İstanbul'u fethetmektir. Akşemseddin, şehzadesinin hedefini tespit etmesinden sonra ona şöyle seslenir:

"Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin sayende yol bulurken, sen dağların bile üzerinden geçersin."

YA ŞARTLAR ELVERİŞLİ OLMAZSA!

Genç şehzade Mehmet, "Hocam ya şartlar elverişli olmazsa?" diye bir soru sorar. Akşemseddin bu soruyu şöyle cevaplandırır.

"Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, o şartlar sana teslim olur. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah'ın rahmeti tecelli eder ve nice olmazlar olur hale gelir."

Daha sonraki yıllarda "Ya ben Bizans'ı alırım ya da Bizans beni" diyerek hedefini açıkça ortaya koyup bu yolda her türlü gayreti sarf ederek İstanbul'u fetheden Sultan II. Mehmet, Peygamber Efendimizin övgüsüne layık olur ve "Fatih" unvanını elde eder.

HAZIRLAYAN: Ali DEMİREL/BUGÜN

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.