Trump-medya savaşının zayiatı: Gerçek ve güven

Trump-medya savaşının zayiatı: Gerçek ve güven
ABD Başkanı Trump ile ülkenin köklü medya kuruluşları arasında neredeyse açık bir savaşa dönüşen restleşmeler, hem başkanlık kurumunun hem de medyanın hızla itibar kaybetmesine yol açıyor.

Trump-medya savaşının zayiatı: Gerçek ve güven

ABD Başkanı Trump ile ülkenin köklü medya kuruluşları arasında neredeyse açık bir savaşa dönüşen restleşmeler, hem başkanlık kurumunun hem de medyanın hızla itibar kaybetmesine yol açıyor.

İSTANBUL - BERRİN KALSIN

ABD Başkanı Donald Trump başkanlık kampanyasının başlangıcından beri medyaya karşı açık bir savaş başlattı. Seçim çalışmaları sırasında ve seçim galibiyeti sonrasında, ülkesinin ana akım medya kuruluşlarını her fırsatta suçlayan ve tehdide varan bir dille onları eleştiren Trump’ın medyaya saldırıları, Twitter paylaşımları ve off-the-cuff (düşünmeden söylenen) sözleri, başkanlık kampanyasının ve başkanlığının ilk 200 gününün belirleyici özelliği oldu. Hedef aldığı kuruluşlar arasında The New York Times, The Washington Post ve CNN gibi ABD’nin köklü medya kuruluşları vardı. Trump’ın çıkan haberleri, “sahte, iğrenç haberler” olarak nitelemesi ve bu haberleri yazan gazetecileri ise “korkunç insanlar” olarak adlandırması hafızalara kazınacak cinsten konuşmalar olarak medya tarihine geçti.

ABD başkanlarının medya ile sancılı ilişkileri

Peki özgür dünya olarak ün salan Amerika’da basın ve ifade özgürlüğü tam olarak sağlanabildi mi? Bugüne kadar ABD başkanları basına karşı nasıl davrandı? Aslında ilk başkan George Washington’dan, bugün başkanlık görevini yürüten Donald Trump’a kadar birçok başkanın basın ile arasının her zaman iyi olduğunu söylemek güç.

Şöyle bir hatırlayacak olursak, ilk başkan George Washington basında çıkan yalan haberlerden oldukça rahatsızdı. Basından gelen eleştirilere karşı tepkili olan başkan, bu haberleri “ahlaki değerlere saldırı” olarak nitelendiriyordu. Daha sonraki başkanlardan John Kennedy, yine aynı şekilde basına karşı sıcak bir tutum sergilemiyordu. Başkan Harry S. Truman ise basından gelen eleştirilere oldukça sert bir tavır takınıyordu. “Haksız suçlamalarda bulunan muhabirlerin burnuna birkaç yumruk indirmemek için kendimi zor tutuyorum” sözleri ile tarihe geçmişti. Başkan Richard Nixon kendisini eleştiren gazetecilerin listesini tutuyordu. Bilindiği üzere Watergate Skandalı Nixon döneminde patlak vermiş ve bu olaydan hemen sonra görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Jimmy Carter ise basının önemli konulara ilgi göstermediğinden yakınmıştı. Başkan Ronald Reagan hemen hemen hiç basın toplantısı düzenlememiş, hatta bir defa mikrofonun açık olduğunu unutarak muhabirler için küfürler savurmuştu. Öyle görünüyor ki ABD başkanlarının bu geleneği günümüze kadar geçerliliğini korumuş. Zira bugün dünya medyası ABD Başkanı Donald Trump’ın medyaya karşı başlattığı saldırıları konuşuyor.

Yılın kelimesi: Post-Truth (Gerçek-ötesi)

Trump’ın başkanlık kampanyası döneminde yayılan yalan haberler toplumu oldukça huzursuz etti. Seçim kampanyası sırasında birçok internet sitesi bir anda ortaya çıkıverdi. Trump’ın rakibi Hillary Clinton hakkında çeşitli yalan haberler yayınlandı ki bu yalan haberler arasında en çok akılda kalanı PizzaGate olarak bilinen skandaldı. Clinton’ın, bir pizzacıyı paravan olarak kullanarak çocukları seks için pazarlayan bir çeteyi yönettiği yönündeki haber, toplumu derinden etkiledi. İşte tam da bu dönemde Oxford Sözlüğü, 2016 yılının kelimesi olarak “Post-Truth”u seçti. Aslında 20 yıl önce dile getirilen bu kavram, “gerçeklik” olarak sunulan bilgilerin aslında doğrulanan bilgiler olmadığını, bireylere “gerçek” olarak hissettiren olgulardan oluştuğunu savunmaktaydı. Gerçekliğin zamanla önemini yitirdiğini, gerçek-ötesi bir ortam oluşturduğunu ve insanların da bu ortama uyum sağladığını anlatan bu kavram, özellikle ABD başkanlık seçimleri ve İngiltere’deki Brexit referandumu süreçlerinde dile getirildi. ABD başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ın seçim kampanyasından itibaren kullandığı söylemin doğruluğu ABD kamuoyunda büyük bir tartışmaya dönüştü.

Hatta post-truth ve yalan haber tartışmaları o kadar gündeme geldi ki, Trump’ın yalan haberlerine karşılık Washington Post bir eklenti geliştirdi ve Trump'ın tweetlerinin doğru olup olmadığı öğrenilmeye başlandı. Bu eklenti ile kullanıcılar Trump’ın tweet’lerindeki iddiaları doğrulatarak herhangi bir yere tıklamadan haberdeki önemli noktalarla ilgili detaylı bilgiye ulaşma şansı yakaladı.

“Amerikan halkının düşmanları”

Trump’ın başkanlık seçimi sonrası, gazetecilere yönelik eleştirileri devam etti ve medyaya karşı alaycı bir yaklaşım sergilemeyi huy haline getirdi. Başkan Trump, "yeryüzündeki insanların en namussuzları arasında gazeteciler bulunur" diyerek bir kez daha gündeme oturdu. Medya Trump’ın açıklamalarını ve eylemlerini her eleştirdiğinde, Trump karşı saldırıya geçiyor ve medyayı “halk düşmanı” olarak hedef gösteriyordu. Trump'ın göreve geldiği 2017 yılı ocak ayından bu yana politikalarını eleştiren televizyon, gazete ve dergileri "Amerikan halkının düşmanları" olarak karalaması karşısında, Washington Post gazetesi Trump'ın 558 günlük görev süresi boyunca 4 bin 229 yanlış bilgi verdiğini ve bunun günde 7,6 iddiaya tekabül ettiğini öne sürdü. Trump'ın basın kuruluşlarını "yalan haber" yapmak ve “demokrasiye zarar vermekle” suçlamasına rağmen bugüne kadar yanlış haberler yapıldığına dair tek bir kanıt sunmaması da ayrı bir tartışma konusu oldu.

Uzmanlara göre Trump'ın gazetecileri "Amerikan halkının düşmanları" olarak hedef göstermesi gazetecilerin hayatını tehlikeye sokmaktaydı. Konuyla ilgili BM uzmanları toplumu Trump'ın bu retoriğinin “gazetecilere yönelik şiddeti artırabileceği” konusunda uyardı. CNN’den Jim Acosta'nın “Trump’ın başını çektiği düşmanlık sebebiyle oluşan bu ortamın, medyada bazılarının zarar görmesiyle sonuçlanacağından çok endişe duyuyorum” mealindeki tweeti çok konuşuldu.

New York Times gazetesinin yayıncısı Arthur Gregg Sulzberger ise, Trump'tan gazetecilere 'halk düşmanı' demeyi bırakmasını istedi ve bu yaklaşımın şiddetin önünü açacağı uyarısında bulundu. Yapılan görüşmede Trump'a kullandığı dil konusundaki kaygılarını ileten Sulzberger, “Söylemleriniz yüzünden çok sayıda tehdit alıyoruz. Silahlı koruma tutmak zorunda kaldık” diyerek Trump’a gazetecilerin kaygılarını iletti.

Trump’ın bu sözlerine karşılık olarak başını Boston Globe’un çektiği 350 gazete, ‘Halk düşmanı değiliz’ sloganıyla kampanya başlattı ve sosyal medyada oluşturdukları #EnemyofNone (Kimsenin düşmanı değiliz) etiketiyle Trump’ın medyaya karşı olan saldırısını kınadı

Trump: “Adil basına ne oldu?”

Geçtiğimiz ağustos ayında senato adayı için yürüttüğü kampanyası sırasında yine medyaya ateş püsküren Trump, 2016 seçim zaferini, Kuzey Kore'de Kim Jong-Un ile yaptığı görüşmeyi, Vladimir Putin ile yaptığı konuşmayı, Nato ile yaptığı toplantıyı ve son olarak da temmuz ayında Kraliçe ile yaptığı görüşmelere medyanın ilgisini çekti.

Kuzey Kore görüşmeleri sırasında her iki saniyede bir kalkan füzeleri durdurduğunu, rehineleri geri aldığını ve bundan böyle daha fazla nükleer füze testi yapılmayacağı kararı alındığını sözlerine ekleyen Trump, yine medyaya dokunmadan edemedi. Basının bu gelişmeler karşısında ertesi gün kendisi hakkında olumlu haberler yazacağını düşünmüştü: “Medya bu kez bana iyi davranacak. Bir an önce sabah olmasını istiyorum ve o ölmekte olan kağıtları okumak için sabırsızlanıyorum” demiş fakat yine kendi deyimiyle “yalan haberler ve olumsuzluk” ile karşı karşıya kalmıştı. Konuşmasının sonunda “Adil basına ne oldu?”, “Dürüst haberlere ne oldu?” diyerek veryansın eden Trump, medyaya olan tepkisini bir kez daha dile getirdi.

Bugün Twitter hesabından medyanın aleyhine saldırı veya azmettirme olmadan nadiren gün geçiren başkanın bu söylemleri Amerikan halkı tarafından ilgiyle takip ediliyor. Halk tarafından artık olağan karşılanan bu suçlamalara bir yenisi ise geçtiğimiz hafta eklendi. Ancak bu kez söz konusu suçlamalar Trump’a yakın bir devlet yetkilisinin isimsiz bir makale yazması ve New York Times tarafından bu makalenin yayımlanması ile bomba etkisi meydana getirdi. Yani bu kez basın bir adım daha ileriye giderek Trump’a, Trump’ın diliyle cevap verdi.

New York Times direnişe ortak mı oldu?

Geçtiğimiz Çarşamba günü New York Times, Trump yönetiminde görevli olan ve ismini gizlemek isteyen üst düzey bir yetkili tarafından yazılan bir makaleyi yayımladı. Beyaz Saray'da aktif olarak görev alan bu kişi “Bay Trump'ın yanlış yönlendirilmiş dürtülerini” engelleyen bir direnişin parçası” olduğunu yazdı. “Başkan için çalışıyorum ve benimle benzer fikirlere sahip meslektaşlarım ile onun gündemindeki bazı konuları ve kötü eğilimlerini engellemeye yemin ettim” diyerek yazısına başlayan bu yetkili, Trump'un dengesiz ve ürkütücü olduğunu ileri sürdü ve diktatörlüğe yakın durarak demokratik ilkelerden uzak olduğunu dile getirdi.

Makalenin başında New York Times şu sözlere yer verdi: “Anonim bir Op-Ed (opposite the editorial page kısaltması. Amerikan gazetelerinde köşe yazarlarının ve çeşitli konularda yorum yapan konuk yazarların yazılarının bulunduğu sayfa) makalesini yayınlayarak nadir görülen bir adım attık. Trump yönetiminde üst düzey bir yetkili olan yazarın talebi üzerine, herhangi bir tehlikeye karşı kimliğinin gizli kalması gerekmektedir. Bu makaleyi anonim olarak yayınlamanın, okuyucularımıza önemli bir bakış açısı getirmenin tek yolu olduğuna inanıyoruz. Sizleri bu makaleyle ilgili soru sormaya davet ediyoruz.”

Beyaz Saray basın sekreteri Sarah Huckabee Sanders yazının yayımlandığının ertesi günü medyayı azarlayarak bu durumun “vahşi bir saplantı” haline geldiğini açıkladı. “Medyadaki anonim korkaklık, ülkemize gururla hizmet eden ve Başkan Trump için çalışan binlerce Amerikalının itibarını pervasızca lekeliyor” diyerek tepkisini dile getirdi. Başkanın sözcüsü ise NYT’ın telefon numarasını da paylaşımına ekleyerek şu çağrıda bulundu: “Eğer bu yüreksiz ve kaybedenin kim olduğunu bilmek istiyorsanız, başarısız NYT’ın görüş masasını arayın”.

Trump ise bu durum karşısında tabii ki sessiz kalmadı ve destekçilerine “Kimse onun kim olduğunu bilmiyor, ulusal güvenliğimiz uğruna New York Times, o kişinin adını bir kez yayımlamalıdır. Seçilmemiş derin devlet çalışanları demokrasi için gerçek bir tehdittir” diyerek halkına seslendi.

Makalenin yayımlandığı gün Amerika’daki sosyal medya kullanıcıları yazıyı kimin yazdığını öğrenmek için sosyal medyaya yüklendi. Yazarın kimliğinin peşine düşen kullanıcılar bazı eski Trump yetkililerinin ipuçlarını sunmasıyla harekete geçti ve yazarın kim olabileceği sorusunu daraltma umuduyla, makaledeki belirli kelimelere işaret etmeye başladı. Savunma sekreteri James Mattis, John Kelly, Genelkurmay Başkanı ve Genel Başkanlık görevlerinde bulunan Jeff Sessions gibi isimler olası isimler olarak belirlendi. Eski Beyaz Saray yardımcılarından Omarosa Manigault-Newman, yazıyı yazan kişinin kim olduğunu bildiğini iddia ederek, takipçilerine ufak ipuçları sundu ancak bu ipuçlarına kanıt sunamadı. Ve günün sonunda New York Times bu benzeri görülmemiş denemeden dolayı Twitter'da trend topic olarak büyük bir gazetecilik başarısına imza attı?!

Diğer taraftan medyada Trump’a destek veren kuruluşlar da yok değildi. Makale sonrası Fox News “The New York Times'ın çarşamba günkü sayısında yayımlanan yazı, liberal medyanın agresif önyargısının en büyük kanıtıdır" ifadesini kullandı. Bu davranışı Başkan Trump’ın, ABD anayasasının ve Amerikan halkının iradesini baltalamak için yapılmış hareketlerin en büyüğü olarak niteleyen Fox News ayrıca NYT’ın temel gazetecilik standartlarını hiçe saydığını ve özgür dünyanın seçilmiş liderini görmezden geldiğini belirtti. Fox’a göre NYT, Trump’ı yok etmek için ahlaki otoriteye sahip olduğuna inanan isimsiz, hoşnutsuz ve elitist bir korkuya güvenmekteydi.

Bugün NYT yaptığı açıklamayla makaleyi yayımlamaktan gurur duyduğunu belirterek şimdilik bu konuya son noktayı koysa da, bu mevzu uzun süre gündemi meşgul edecek gibi duruyor. Nitekim NYT bu makaleyi yayımlayarak bir anlamda bahsi geçen “sessiz direniş”e ortak olmuş gibi gözüküyor.

Truth (Gerçek) ve Trump Arasında Kaybolup Giden Trust (Güven)

Bugün gelinen noktaya genel gazetecilik etiği açısından bakıldığında çok iç açıcı bir tablo görünmüyor. Amerikan halkının medyaya olan güveninin sarsılması ve ana akım medyanın itibarının lekelenmesi asıl üzerinde durulması gereken önemli meselelerden bir tanesi. Neticede bahsi geçen kuruluşların hepsi dünya genelinde bilinen ve uluslararası medyada söz sahibi olmuş köklü kurumlar.

Ancak bugün verdikleri haberlerin doğruluğu tartışılıyor ve bu durum toplumda basına karşı büyük bir güvensizlik oluşturuyor. Günümüz teknolojisi sebebiyle zaten ayakta kalma sıkıntısı yaşayan basın, bir de gazeteciliğin temel prensiplerinden yoksun hareket ederek gün geçtikçe kan kaybediyor. Görünen o ki bu durumdan zararlı çıkacak olan sadece ABD Başkanı Donald Trump değil. Varlığının gerçek sebebini unutan ABD basını da bu savaştan bir o kadar zararlı çıkabilir.

[Doç. Dr. Berrin Kalsın İstanbul Medipol Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğretim üyesidir]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.