Terör tehdidi ve Türk ekonomisinde yeni denge arayışı
İSTANBUL - Sedat Aybar
Enflasyon oranının beklenenden daha yüksek çıkmasının ardından sert bir yükseliş kaydeden dolar kuru zihin eşiklerini zorladı. Döviz kurlarındaki yukarı yönlü hareketlilik ile gerçekleşen enflasyon rakamını bir arada ele alan değerlendirmeler giderek derinleşmeye başladı. Bir başka deyişle, fiyat parametrelerinin oynaklığı üzerinden yapılan öngörülerin ve yorumların detaylandırılması gerekliliğini dayattı yeni açıklanan rakamlar. Sene başındaki bir diğer önemli gelişme de Ortaköy’ü kana bulayan terör saldırısıydı. Böylece, Türkiye, 2017’ye hızlı ve acılı bir gündemle girdi.
Donald Trump’ın ABD yönetimini devralacağı ocak ayı, Cenevre’de Kıbrıs görüşmeleri, Astana’da Suriye barış müzakereleri, Merkez Bankası’nın Para Politikaları Kurulu toplantısı ve Fitch’in Türkiye notu değerlendirmelerinin de gerçekleşeceği ay olarak Türkiye için bir hayli hareketli geçecek. Bu gündemin ekonomi boyutunu kur ve fiyatlar bağlamında yeni makro denge arayışının oluşturacağı şimdiden belirginleşti.
Turizm sektörünü hedef alıp, Türkiye’yi korku kıskacında sıkıntıya sokmak, yalnız bırakmak amacı güden daha önceki saldırıların bir uzantısı gibiydi, Ortaköy saldırısı. Bu sayede, Orta-Doğu ve küresel rekabet avantajlarını yitirecek Türkiye’nin, iktisadi ve siyasi olarak köşeye sıkıştırılacağı hesaplanıyor olmalıydı. Bu son saldırı dahil, 2016 senesinde gerçekleşen yirminin üzerindeki terör eyleminin asıl hedefinin sistemik risk algısıyla hareket eden uluslararası sermayeyi olumsuz etkileyerek Türkiye’den kaçırtmak olduğu belli.
Bu anlamda, turizm sektörünün zaten olumsuz olan görünümünü daha da olumsuz etkilemenin ötesinde yabancı sermaye yatırımcısını etkilemeye çalışan saldırının ciddi sonuçları olacağı şimdiden açığa çıktı. Özellikle enflasyonun beklenenin üstünde çıkması ve reel faiz haddinin düşmesi Türk piyasasının çekiciliğini yitirmesine neden olacağı açıklamaları da gelmeye başladı.
Siyasi istikrar ve piyasa mekanizmaları
Öte yandan, küresel ekonomik krizin yaşandığı bir ortamda, daralan dış piyasalara rağmen, bu tür terörün kriz tetikleme arayışlarına Türkiye ekonomisinin direnmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu direnişi sağlayan ise şu aşamada gözbebeği gibi korunması gereken iki önemli dayanak; “siyasi istikrar” ve “gelişkin piyasa mekanizmaları.”
Peki, o zaman açıklanan bu son veriler neyin göstergesidir, ne anlam ifade etmektedir? Bu veriler ışığında Türkiye’nin dünyada rekabetçi kalabilmek için yapması gerekenler nelerdir? Artan enflasyon ve döviz kuru ile düşük reel faiz çerçevesinde ekonominin karşılaştığı tehditler fırsata çevirebilir mi? Bunun sağlanması için ne tür yapısal düzenlemeler yapmak gereklidir? Yukarıda bahsedilen yeni makro ekonomik dengenin nasıl oluşacağı sorusu ancak bu sorulara verilen yanıtlar çerçevesinde anlamlı olarak yanıtlanabilir. İlk önce rakamları inceleyerek sırasıyla bakalım:
Türk lirası dolar karşısında 2016 yılında yüzde onyedi civarında değer kaybına uğradı. Daralan dış piyasalara rağmen zayıf döviz kurundaki hareket ihracatın artmasına, ithalatın daralmasına neden oldu. Dış ticaret açığı azaldı. Bir yandan da uygulanan politikalar sayesinde, dış ticaretin yüzde 26’ya yakını TL bazında gerçekleşti. Daha yukarıda vurguladığımız gibi enflasyon beklentisi aralık ayı için yüzde 0.83 iken, gerçekleşen yüzde 1.6’ydı. Bu durumda nominal faizlerin sabit kalması halinde reel faizlerin yıllık bazda yüzde 0’a yaklaşabileceği ortaya çıktı. Yıllık enflasyon oranının yüzde 8’in üzerine çıkması halinde reel faizlerin negatife dönmesi mümkün.
Türk ekonomisinde yeni denge arayışı
Kasım 2016’da yapılan faiz artırımı sonrasında, efektif fonlama oranı yüzde 8,3 seviyelerine gelmişti. Halen çok yüksek seviyelerde olan piyasa faizlerindeki yükseliş de duraksamış görünüyor. Efektif fonlamanın bir haftalık repo faizi ve gecelik borç verme faizi aralığından yapıldığı düşünülürse, fonlama oranındaki artış repo faizlerinde artışı tetikleyebileceği söylenebilir. Bu da politika faizini yukarı yönlü arttırmayı dayatabilir. Şimdi atıl gibi duran ve gelişmeleri uzaktan izleyen Merkez Bankası’nın piyasaları etkilemek için bir ayarlama girişiminde bulunmasına, efektif fonlama oranını yüzde 8,5’in üzerine çekmeye çalıştığına yakın zamanda şahit olabiliriz. Diğer yandan sene başında döviz kurunun oynaklığının azalmasına rağmen yukarı yönlü hareketi kuru bir risk unsuru olarak gündemde tutmaya devam ediyor. Terör saldırıları da bu riskin canlı kalmasını sağlıyor. Bununla birlikte döviz kurundaki yükselmenin faiz freniyle durdurulamayacağı kasım ayındaki deneyimle açığa çıkmıştı.
Ödemeler bilançosu ve işsizlik rakamları ile en son açıklanan enflasyon artışını birlikte ele aldığımızda Türkiye ekonomisinin yeni bir fiyat seviyesinde denge arayışı içine girdiğini görürüz. Özellikle asgari ücret artışı cephesinden baktığımızda fiyatlardaki yukarı yönlü hareketin talep çekişli olmadığı ortaya çıkar. O halde en son açıklanan enflasyon rakamının kaynağında ne bulunmaktadır?
Kısaca söylemek gerekirse enflasyonu yukarı yönlü harekete geçiren dinamiklerin temelinde maliyet artışı bulunmaktadır. Bu durumda, küresel maliyetlerin iç piyasaya yansıması sonucu enflasyon haddini yukarıya doğru ittiğini söyleyebiliriz. İthalat bağımlısı bir üretim modelini serbest piyasa ilkeleri etrafında uygulayan Türkiye’nin meta fiyatlarındaki artıştan etkilenmemesini bekleyemeyiz. Ayrıca, başta Avrupa Birliği olmak üzere, artan fiyatlar üzerinden talep canlanması yaşayan pazarların girdi olarak kullandığı ham madde fiyatlarındaki artıştan da etkilenmektedir Türkiye. Uygulanan düşük reel faiz, yüksek kur politikasının bu fiyat oynaklığının ülke içine yansımasını kolaylaştırabileceği de göz önünde bulundurulmalı.
Küresel piyasalarda Trump etkisi
Küresel gelişmelere bakıldığında genel olarak fiyatlarda yukarı yönlü bir hareket görülüyor. Avrupa Birliği'nde Aralık 2016’da yüzde 1,1 artan fiyatlar, beraberinde talep canlanmasını da tetikledi. Çin’deki ekonomik büyümedeki yavaşlamanın ardından beklenen dünya hammadde fiyatlarındaki gerileme gerçekleşmedi. Bunda, ABD’deki seçilmiş başkan Donald Trump’ın altyapı yatırımlarını arttırmayı hedeflediği açıklaması etkili oldu. Örneğin, bakır fiyatları 2010’dan beri ilk kez rekor düzeyde yükseldi. Ayrıca diğer meta fiyatlarında da yukarı yönlü hareketlenme başladı. Mayıs 2016’dan itibaren toplam dünya fiyat endeksi yukarı yönlü hareketlendi. Dünya Bankası’na göre kasım ayında enerji sektöründeki fiyatlar yüzde 6,7 azalırken, enerji dışı sektörlerde fiyatlar yüzde 3,3 arttı. Ham madde fiyatları, metaller ve minerallerde yüzde 11,5 artarken kıymetli metaller yüzde 2,1 geriledi. Böylece, Türkiye ekonomisindeki fiyatların yukarı doğru hareketlenmesi de bu küresel fiyat hareketlerinin yüksek kurlar üzerinden içeri yansımasıyla gerçekleşti.
Bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin yeni bir fiyat seviyesinde kendi makro-ekonomik dengesini aradığı iddiamıza geri dönebiliriz. Küresel fiyat hareketlerini, döviz kurundaki gelişmeler, gerçekleşen enflasyon haddi ve dış ticaret açığı ile birlikte değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin üretim faktör fiyatlamasını yeniden gündeme taşıyacak gelişmelere gebe olduğunu söyleyebiliriz. Küresel gelişmeler, dünya enerji fiyatlarının düşüşü, döviz kurundaki artış, Türkiye’nin daha farklı fiyat düzeyinde yeni makro dengesini aradığını da gösteriyor. Bugünkü koşullarda üretim faktörlerin nispi fiyatlanmasının yanlış olduğu ortada. Varolan faktör fiyatlarının piyasalardaki ekonomik gerçekliği yansıtmadığı söylenebilir. Yeni dengenin ise daha yüksek düzeyde bir fiyat seviyesinde gerçekleşeceği açıktır. Kaynak kullanımını optimal düzeyde gerçekleştirmesi için Türkiye’nin faktör fiyatlamasını daha gerçekçi düzeyde yapabilmesi gerekmektedir. Gerçekçi faktör fiyatları ise küresel rekabet koşullarına bağlı. Bu da ücretlerin aşağı yönlü, sermayenin yukarı yönlü fiyatlanmasını gerektirebilir.
İç piyasada güven faktörü güçlü
Gerçekleşen enflasyon rakamı, döviz kurlarında yavaşlayan oynaklığa rağmen yukarı yönlü hareketliliğin devamı Türkiye’nin dünyada rekabetçi kalabilmek için nispi faktör fiyatlarının optimal düzeyine daha yüksek fiyat seviyesinde ulaşacağının habercisi olabilir. Bu durumda yapılması gereken en önemli uygulama piyasayı boğacak, özel sektörü devre dışı bırakacak girişimlerden kaçınmak olmalı. Artan enflasyon ve döviz kuru ile düşük reel faiz çerçevesinde ekonominin karşılaştığı tehditler ancak piyasanın serbest mantığı ile fırsata çevirebilir. Kurların sabitlenmesi, faizlerin bastırılması ve fiyatlar üzerine tavan çekilerek piyasaların engellenmesi, açık ve serbest piyasa prensipleriyle çalışan Türk ekonomisini boğabilir. Bu uygulamalara geçiş başta devletin ekonomik pozisyonunu tamamıyla değiştiren son derece maliyetli düzenlemeleri gerektirir. Uzun vadede küresel gelişmeleri takiben Türkiye yapısal bir takım düzenlemeler yapmak zorunda kalabilir, ancak o gün, bugün değildir.
Bugün, piyasaların, teşvikler, vergi yükünün azaltılması ve iç tasarrufların mobilizasyonu ile desteklenme günüdür. Uzun vadeli kamu yatırımları özel sektör ortaklığı ile desteklenmelidir. Hazine'nin en son düzenlediği dört ihaleye olan talebin ihtiyaç duyulanın dört katı olarak gerçekleşmesi içerideki güven faktörünün güçlü olarak devam ettiğini göstermektedir. Türkiye’ye dayatılan korku ve teröre karşı koyuşun bugünkü en önemli dayanağı yaratıcılığın, rekabetçiliğin ve yaşam biçimlerinin garantisi olan piyasalardır. Faktör fiyatlarının yeni dengede oluşumunu ve üretim yapısının sermaye yoğun bir güzergaha sokulmasını sağlamak ancak serbest piyasa yardımıyla gerçekleşebilir. Yapılması gereken piyasaların canlı tutulmasıdır, çünkü bu konjonktürün en önemli panzehiri çalışan, dinamik piyasalar tarafından üretilmektedir.
[Prof. Dr. Sedat Aybar. İstanbul Aydın Üniversitesi, Ekonomi ve Finans Bölümü Başkanı]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.