Songül Kundakçı Cansız: Aziz ruhun şâd olsun, millet sağ olsun!
Milletlerin birleştiren ortak sevinçler ve acılardır.
1946 yılının 10 Kasım’ında bir öğretmen ve öğrencisi bir gazetenin sayfalarında ortak bir acının duygularını okuyucularla paylaştılar.
Bu öğretmen Adana Erkek Lisesi Edebiyat öğretmeni olan “Bayrak şairi” Arif Nihat Asya idi. Düşmanın kovuluşundan 6 yıl sonra 24 yaşında gencecik bir edebiyat öğretmeni olarak geldiği Adana’da kurtuluş günü 5 Ocakların coşkusuna ve bölgedeki Atatürk sevgisine şahit olmuştu. Bölgeye 9 defa gelen Atatürk’ü gören Arif Nihat Asya, Atatürk’ün Hatay’ı almak için verdiği mücadeleye şahit ve destek olurken Ata’yı anlatan en güzel yazılara da imza attı.
O öğrencilerinin efsane hocasıydı. “Çocuk, öğretmenin şahsî fikirlerinin çığırtkanı değildir. Çocuklar, üzerlerine şahsî duygularımızın afişlerini yapıştıracağımız ilan tahtaları, ilân duvarları değildir. Çocuk, hocasının ikinci baskısı olan bir kitap da değildir” diyerek öğrenciye yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ifade eden Arif Nihat Asya, 17 yıl öğretmenlik yaptığı Adana’da 1945-1948 arasında Adana Erkek Lisesinde üç yıl parasız yatılı okuyan Toplumcu Gerçekçi Türk şiirinin önemli isimlerinden Hasan Hüseyin Korkmazgil’in de edebiyat öğretmeniydi ve onda unutamayacağı izler bırakmıştı.
Adana’daki öğrenciliğinden sonra sosyalist bir çizgide yaşamayı tercih eden Hasan Hüseyin’le hocası Arif Nihat Asya’nın yolları 1964’te Ankara Kızılcahamam’da bir şiir ve söyleşi şöleninde bir kez daha kesişir. Burada çıkan bir tartışmaya Hasan Hüseyin’in dâhil olmayıp milliyetçi Arif Nihat karşısında suskun kalmasıyla büyük bir hayal kırıklığı yaşayan ve öfkelenen Hasan Hüseyin’in eşi Azime Korkmazgil, bu suskunluğunun nedenini eşine sorar. Hasan Hüseyin’in cevabı eşinin anlatımıyla şöyle olur:
“- Ah.. dedin, Arif Nihat Asya, benim Adana Erkek Lisesi’nden ilk edebiyat hocamdı! Düşünebiliyor musun, 18 yıl sonra sağ’da ve sol’da yer almış olarak, ilk kez burada karşılaştık! […] Adana’daysa, bizim dikkatimizi, yazdığı ‘güzellemeler’le çekti. Onu öykünerek yazdığım birkaç güzellemem de benim vardı. […] Burukça bir gülümsemeyle ekledin: -Diyeceğim, eski bir öğrencisiydim onun. Sağcı düşüncesi nerelere uzanırsa uzansın; o, eski bir hocaydı, üstelik coşkulu bir edebiyatçı” (1)
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Arif Nihat’ın karşısında suskun kalarak gösterdiği bu saygının altında yatan başka bir şey daha vardı. Bir öğrencinin kendisiyle yakından ilgilenen hocasına vefası ve sevgisi…
Edebiyat öğretmenleri önemli gün ve haftalarda öğrencilerine günün anlam ve önemini belirten kompozisyon yazma görevi verirler. Adana Erkek Lisesi Edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya da muhtemeldir ki Atatürk’ün ölümünün 8. yıldönümü sebebiyle öğrencilerine 10 Kasım’ın anlam ve önemiyle ilgili kompozisyon ödevi vermiştir. Öğrencisi olan Hasan Hüseyin Korkmazgil’in yazısını da çok beğenmiş olmalı ki kendisinin yazarı olduğu Demokrat gazetesinde öğrencisinin yazısını da yayınlatmıştır. (2) Hocasıyla aynı gazetede yazısının yayınlanmasının bir öğrenci için ne büyük mutluluk ve gurur kaynağı olduğunu tahmin edebilirsiniz.
1946 yılı 10 Kasım’ında Demokrat gazetesi, birinci sayfada Arif Nihat’ın Atatürk’e hitaben “Nerdesin” başlıklı yazısını yayınlarken ikinci sayfada Sivaslı öğrencisi Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şu yazısına yer verir:
“Ey Çukurova’nın kahraman ve sadık izcileri!
En büyük yolcu yollandı bugün!.. 10 II. Teşrin 9,05 de… Ne meş’um gün. Milyonların kalbindeki hançer! Gözlerimizde daimî acılar… Her tarafta matemi bir yorgunluk, karanlık bir boşluk var… Kütlelerin dilleri bağlanmış, yaşlı yüzlerden en çaresiz, en elim bir ifade akıyor.
Ağla, bağrını yırta yırta ağla, ey Adanalı! Ey Türk, hislerine esir ol! Bırak gözyaşların sel olsun! İçini yakan her sıcak gözyaşı, O’nun ebediyyet tacına mukaddes birer inci, her sarsılan hıçkırık O’na destan olacaktır, Öldü... O, işte bu meş’um tarihin karanlıklarına büründü. Türklerin, Türklüğün babası, aramızdan bıçak gibi geçti... Ne dün, ne bugün.. Bu saat, bu an... Bakın yaralarınız ne sıcak. Çetin ellerinizi, yaralarınıza basmayın, kanasın. Yeis değil bu, kanın, kan alevinin isyan etmesi, aciz değil, arkasından koşmasıdır bu.,. Ne asil hak! Burgulaşan gözleriyle fanilik perdesini deldi, yükseldi, yükseldi...
Bayrak! Ey güneşsiz kalan gelincik! Ey rüzgârsız fecir! Ey rengiyle ağlayan masum bebek, hırçın kartal! Bükük boynunla canlı bir matem havasısın. Bağrında sıktığın o aziz varlığı kanatlarında uyandır. Uyansın, yeter uyansın! O’na uyku yakışmıyor. […]
Senin için; ‘O bir güneşti, doğdu ve battı...’ dediler. Evet batan, fakat çepeçevre ufuklarımızı nuru ile yakan, aydınlatan bir güneş. O ufuklar ki ebedilik payesine eriştiler. İstikbalimiz mazinin muazzam ve muzaffer dekoru içinde geçecektir. […]
Kocatepelerde koca asker, kürsülerde yine asker, aramızda yine askersin. Askerlik meziyeti seninle Kemalini buldu, ey Mustafa Kemal! Ey hepimizin, hepimizin Kemal’i!
‘... Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!’ diye kükrediğin an, Türkün ana kudretlerine istikamet verdin. Bu kudreti bizde gördün, bize gösterdin. Ne mutlu bize ki Atamızsın! Seninle biriz, seninle biriz, seninle beraberiz! Emrindeyiz, izindeyiz. Eğer bu kudreti kendimizde bulamaz, dalalete düşersek, lanetler olsun bize! Kartal yuvasında kartal yetişir! Serçeleşirsek yine kahrolalım!.. […]
Ey asker, ey kürsülerin diplomat kartalı, ey cephelerin gazi eri, ey Türk, ey kavminin Bozkurt’u ve ey Atatürk! Kütleler cazibende birer pervane oldu. “Benim nâçiz vücudum elbette bir gün toprak olacaktır!” Toprak değil, topraklaşan kalplerimizde yükselen bir beyaz mermer olacaktır. Seninle aramıza hiçbir zaman bir mezar giremeyecektir. ‘Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar olacaktır.’
Kalplerimizde konuşan sen, kulaklarımızda çınlayan sen, nutkumuz sen, marşımız sensin; biz senin için sonsuz gözyaşlarından başka bir şey değiliz. Sen hepimizsin, hepimizdesin. Dinmeyen gözyaşları, nesillerin kalplerini silen müşfik birer eldir. Hatıralarına ağlamayan, büyüğünü anmayan millet köksüzdür. Yaşadın, yaşattın; yaşayacağız, yaşatacağız. Gözyaşlarımız senin ebediyyet tacına mukaddes birer inci, hıçkırıklarımız sana destan olacaktır!
Rahat uyu Atamız, aziz ruhun şâd olsun. Millet sağ olsun!”
Arif Hoca’nın 1946 yılının 10 Kasım’ı için Demokrat gazetesindeki “Ayın Aynasında” köşesi için Atatürk’e sevgisini ve hasretini dile getiren yazısı da “Nerdesin” başlıklıdır. 1940’lı yılların siyasi ve ekonomik çalkantılarında Atatürk, şair için aranan, özlenen bir liderdir:
“Nerdesin Atatürk, Nerdesin... İşte biz, bugün bu saatte, burada seninle randevu verdiğimiz yerdeyiz... Sen nerdesin? Heykellerde mi, mezarlarda mı, taşlarda mısın?...
Bu sararmış yüzler, bu yerlere çevrilmiş gözler, bu hıçkırıklar, bu gözyaşları nedir?... Boğulan hıçkırıklarda mı, dökülen yaşlarda mısın?...
Yurdumun yine baharı yeşil, mavi, pembe... Yine kışı hırçın, beyaz. Mevsimler bıraktığın gibi... Yerli yerinde... Ve senin Adana'n, yine senin bakışların kadar ılık...
Sen yazlarda mı kaldın, baharlarda mı, kışlarda mısın?... Gözlerimiz yollarda kaldı, sen yollarda kaldın; gelemedin. Uzat elini: İnişlerde mi, yokuşlarda mısın?
Gözlerimizi yumunca görünüyor, açınca kayboluyorsun... Kimden soralım, nerde bulalım seni: Hayallerde mi, düşlerde misin?...
Şu kubbelerde, şu tavanlarda senin için “Yaşa!” seslerinin ve ışıklarının çınlayıp taştığı günler biliriz... Yine alkışlarda mı, eller üstünde mi, gözlerde mi, gönüllerde mi, başlarda mısın?
Senin kumandanla yürüyor, senin kumandanla duruyor orduların...
Sesin kulaklarda... Sen yürüyüşlerde mi, duruşlarda mısın?
Boruların çınlıyor çın çın...
Davulların, trampetlerin vuruluyor gümbür, gümbür... Söyle:
Borularda mı, vuruşlarda mısın?
Destanlara geçen masallara karışan bir adın var; manilerin söylendi, şiirlerin yazıldı...
Sen ATA oldun ve sözlerin ATASÖZÜ oldu; fakat kendin nerde kaldın?...
Atasözlerinde mi, manilerde mi, deyişlerde misin?
Akşam yine sofranı kurduk, sevdiğin şeyleri dizdik; seni sevenler toplanıp oturduk, bekliyoruz,
Sen nerdesin? Sen ki iki elin kanda olsa gelirdin, yoksa bizden gizli, bize müjdeler getirecek muhteşem işlerde misin?
Sağda aradık, solda aradık; bir düne çevirdik başımızı bir yarına baktık.
Bilmem ki geleceklerde mi, geçmişlerde misin?”
“Şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır.” Bu sebeple 10 Kasımlar yas günü değil Atatürk’ü ve verdiği mücadeleyi anlamak için vesile olmalıdır. Zira Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti duygusallıkla değil bilgiyle korunur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.