Songül Kundakçı Cansız: Ah Acı, Bırak Artık Yakamızı!

Songül Kundakçı Cansız: Ah Acı, Bırak Artık Yakamızı!
Zihnim geçmişten geleceğe doğru ilerlemiyor, hafızam 6 Şubat’ta depremin enkazında kalmış sanki. Zaman 6 Şubat’ta donmuş ve ben o zamanda tutuklu kalmış gibiyim.

Bunu büyük felaketin üstünden bir ay geçince fark ettim, telefonun arama kaydında beni arayan yeni numaraları görünce.

Kimler aramış beni?

Bilmiyorum, düşünüyorum ama deprem sonrası beni arayanları hatırlayamıyorum. Sadece sürekli birilerinin aradığını, hatlar meşgul olmasın, şarjım bitmesin diye konuşmaları kısa tutmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Bir kıyamet provasıydı bizim yaşadığımız. Ve sonrasında yaşananlar…

Hafızam yavaş yavaş çözülmeye başlıyor, zihnimde dans eden telefon rehberimdeki isimler cisme bürünüyor.

Hatırlanmak güzeldir elbet, hele de zor zamanınızda olursa gönül alır. Atalar boş yere dememiş “Dost kara günde belli olur” diye…

O yıkıcı büyük sarsıntı sonrası telefonun ucundaki dostların kaygılı bir sesle “Nasılsınız” deyişi yeri geldi teselli oldu, yeri geldi manevi destek bazen de gözümde yaş… Kilometrelerce ötelerden yakınlarımın, dostlarımın, öğrencilerimin hayatta ve sağlıklı olduğumuzu öğrenmek istemesi… Bense iyiyim demenin utancını yaşıyorum, enkazdakileri çekip çıkaramamanın çaresizliğiyle.

Millî Mücadelenin kahraman Güney Cephesi 6 Şubat’ta acının merkez üssü oldu.

Düşmana teslim olmayan bölge şimdi afete teslim…

Yanmış yıkılmış savaş meydanlarından daha kötü bir manzara var on bir ilimizde, özellikle de memleketim Hatay’da. Osmaniye, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep’te can pazarı kuruldu.

İyiyim demek adet olmasa bir daha hiç iyiyim demek istemiyorum, iyi değilim, hiçbirimiz değiliz, ama canımız sağ… Sağ olmaktan utanır mı insan? İyiyim dediğimi enkaz altındakiler duyacak diye korkuyorum.

Tanıdığım, tanımadığım binlerce can enkaz altında, öğrencilerim enkazda, dillerimiz duada bekliyoruz çaresiz, aciz… Kara haber tez duyulur, katlanarak geliyor ölüm haberleri.

Toprağa kavuşmak da bir nimet…Yıkanıp kefenlenip gömülmek düğün bayram gibi geliyor artık insanlara.

Korku evleri bekliyor. Kimse evlerine girmek istemiyor, evim mezar olur diye…

Adana’da koca koca evler karanlık, yıkılmamış, yalnızlığa terk edilmiş durumda. O koca koca evlere sığmayan bizler sıcak yuvalarımızı beton yığını görmeye başladık, arabaların içine, çadırlara sığdık, daha doğrusu sığındık.

Telefonda üniversite arkadaşlarımın, öğretmen arkadaşlarımın, yakınlarımın, öğrencilerimin hatta mesleğimin ilk yıllarında Yusufeli’nde okuttuğum ilk öğrencilerimin kaygılı sesleri…

Konuşuyorum onlarla, telefon numaramı nasıl buldunuz diye şaşırarak ve gözlerimden yaşlar süzülerek. Artık emekli bir öğretmen olarak anladım ki benim servetim de öğrencilerimdir.

Öğrencilerimden biri “Hocam Allah rahmet eylesin, ölen yakınlarınız için 10 tane hatim hediye edelim, duasını yaptırır mısınız?” diye mesaj attı.

Yusufelili bir öğrencim tırla Bursa’dan İskenderun’a giderken Adana’ya uğradı görüşmek için… Nereden nereye, otuz beş yıl önceye… Dün artık bugündü.

Daha ne olsun! Vefasızlığın altın çağını yaşıyoruz diye düşünürdüm şimdiye kadar ama yanılmışım. Gönülden gönüle köprüler kurulmuş da habersizmişim, depremle fark ettim.

Birilerinin böyle zor zamanda size alakası, vefası ne büyük incelik… Vefadan büyük armağan var mı? Milletimizin hasletleri büyük.

Millet olarak acılarla yoğrula yoğrula yorgun düştük! Yüzlerce yıldır her şeyi kader bildik, acıyı bal eyledik. Tam bitti derken başka bir felakete, beterin beterine uyandık. Ekonomik krizler, korona, deprem derken gitgide dibe battık. Fay hatları her yerde, kırılıyor, kırılıyor…

Bir arkadaşım “Bu felaketler bizi büyük bir dirilişe hazırlıyor galiba” dedi.

Türk milleti böyle öle öle mi akıllanacak?

Neden olmasın? “Ölmek hayatı tazelemektir.”

Yiğit düştüğü yerden kalkar, dibi görmeden zirveye çıkılmaz, bilirim ama dirilmek için ruhumuzda, beynimizde depremler olmalı. Ruhumuzdaki fay kırıklarından yeni bir doğuşun ışığı yükselmeli. Hani ışık?

Sorumsuzlar, aç gözlüler, menfaatperestler, milletin derdiyle dertlenmeyenler, acısını hissetmeyenler, bütün bu yaşananlardan ders almayanlar her yerde, baş rolde, içimizde… Suyun başını tutmuşlar. Dış düşmana ne hacet, gir ağla çık ağla.

Nasıl olacak dirilişimiz?

Acılarımıza ne merhem olacak?

Birlik, beraberlik, kardeşlik mardeşlik, dayanışma mayanışma, güven müven…

Kime güveneceğiz? Ne değişecek? Soruların cevabını biliyorum ama neyleyim elimden gelen bir şey yok. İçi boşalan kavramların parayla dolduruluyor içi ama dolmuyor işte.

Yüreğimizde şimdi öfke, utanç, korku, çaresizlik, acı düğüm düğüm…

Ama her şeye rağmen dayan Maraş, sen kahramansın!

Antep, ne savaşlar görmüş bir Gazisin sen!

Türk’ün nazlı kızı Hatay, küsme bize, sen hepimizin şahsi meselesisin!

Affedin bizi, kurtarmaya geç kaldık!

Ölüler affeder mi?

Ah acı, bırak artık yakamızı!

yazının devamı...

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.