Somali'de akan gözyaşını Türkler siliyor...
İnsan hayatının şüphesiz en değersiz olduğu Somali'de gün doğumundan batımına kadar ikilem içinde kalınabildiğine şahit olduk. Nasıl mı? Bir yandan trafikte yayaya çarptıktan sonra durma bile gereği duyulmayan, halsizlikten güçlükle yardıma uzanan elleri görme üzüntüsünü, diğer yandan her köşede bu halkın gözyaşını silmeye çalışan büyük Türk milletini her an görme fırsatı bulduk.
Birleşmiş Milletler'in kıtlık ilan ettiği Doğu Afrika'ya ramazan dolayısıyla Türkiye çapında yardım kampanyaları başladığında Anadolu Ajansı Dış Haberler Müdürlüğünde bir hareketlilik yaşandı. Çalışmaları izlemek ve durumu yerinde görmek için, kuraklık nedeniyle açlıkla mücadele eden Doğu Afrika'da, hiç gitmediğim ama çok tanıdık bir ülkeye gitme şansı doğmuştu. 11-12 yaşlarında bir çocukken televizyon ekranlarında gördüğüm, bazıları benim yaşımda bazıları ise daha küçük yaşta, açlıkla mücadele eden çocukların dramını izlediğim ülkeye, Somali'ye gidilecekti.
Hemen bu göreve talip oldum, belki küçükken yaşadıkları zorluklardan etkilenip bir şiir de yazdığım o çocuklara bir yardımım dokunabilirdi...
Kameraman arkadaşım Celaleddin Gürbüz, kendisine bu görev verildiğinde "Belki de bu kutsal ayın ruhuna uygun olarak insanlarına katkıda bulunabileceğim bir yerde görev yapmak güzel olabilir" diye düşündüğünüanlatacaktı. Foto muhabirimiz Ecvet Atik ise her zaman önlem olarak yanına aldığı erzakına Somalili çocuklar için bir bavul daha ekleyecekti.
-SORU İŞARETLERİ İLE DOLU YOLCULUK-
Bir gazeteci olarak gideceğim Somali'de ilk görev Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Türk Kızılayı tarafından toplanan yardımların ilk kısmını taşıyan iki uçağı karşılamaktı. Ancak kimse 20 yıldır süren iç savaşın ve El Kaide bağlantılı Eşşebab örgütünün yıkıp döktüğü ülkede nasıl çalışabileceğimiz hakkında bilgi sahibi değildi. Yabancı devlet ve hükümet başkanları gibi belki yabancı gazeteciler de güvenlik gerekçeleriyle bu ülkeye uzun süredir uğramamıştı. Uluslararası yardım kuruluşlarının da bu nedenlerden ülkeden çekildiğini sonradan öğrendik.
Kenya üzerinden başkent Mogadişu'ya gidilecekti ancak Nairobi'ye uçak bileti bulmamız kolay olmadı. THY'nin o günkü uçağı Türkiye'den Somali'ye yardım için giden STK gönüllüleri ve yetkilileri ile doluydu. Son anda bilet bulduğumuz başka bir havayolu şirketi ile Bahreyn üzerinden Nairobi'ye vardık. Sonrasını kestiremiyorduk, çünkü Nairobi-Mogadişu arasında sefer yapan havayolu şirketinden uluslararası sistem üzerinden bilet alınamıyordu.
Kenya'daki Türklerin yardımıyla bileti Kenya'dan aldırdık. Kenya'da karşılaştığımız STK çalışanlarından Somali'deki duruma ilişkin bilgi de edindik. Birkaç gün önce Eşşebab, başkent Mogadişu'dan çekildiğini açıklasa da ülkede askerlerin kontrolünde hareket edebileceğimizi, tam da o gün kamplarda yardım dağıtan başka ekiplere ateş açıldığını öğrenmemiz, güvenlik endişemizi artırdı.
-TARİHE TANIKLIK BAŞLIYOR-
Kenya'dan "dünyanın en güvensiz şehri" olarak bilinen Mogadişu'ya gidiyorduk. Somali ile tarihi ve dini bağları olan topraklardan gelmemiz, Somali halkının samimiyetine olan inancımız endişelerimizi birazdindirdi.
Ertesi sabah uçuştan dört saat önce Nairobi havalimanına gidip African Express'in Mogadişu uçağına bindiğimizde insan hayatının bu ülkede ne kadar ucuz olduğunu da anlamaya başladık. Havayolu şirketinin uçağında ne bir güvenlik ikaz anonsu ne de güvenlik önlemi bulunuyordu. Koltuk numarası yazmayan "free seat" yazılı biletimizle uçağa geçerken havaalanı görevlileri bizleri çağırdı ve uçağın yanında gelişi güzel yığılmış bavullar arasından bize ait olanları seçmemizi istedi. Bavullarımızı gösterdik. İsteyen bavulunu da alarak uçağa geçti. Biz ise bavulların beşinin bize ait olduğunu teyit ederek uçağa bindik.
Uçakta Somali'de yatırım danışmanlığı şirketi olan bir Amerikalı ile konuştuğumuzda, Türk STK'ların çalışanlarını Somali'de ilk kez gördüğünü söyledi. Ülkede ufak tefek yardım kuruluşlarının faaliyet gösterdiğini ancak bunların da aslında halka yardım etmekle değil başka amaçlarla ülkede olduğunu fısıldayan bu Amerikalı, Türkiye'nin durumunun farklı olacağının, gerçekten de Somali'nin gelişmesinde çok önemli bir rol oynayabileceğinin altını çizdi.
Uçakta hastalar çoğunluktaydı, öksürenler, inleyenler... Bizi korkutan ise cep telefonunu uçuş boyunca kapatmayan Somalililer oldu.
Yaklaşık 2 saat süren yolculuğumuzu fırsat bilerek zor geçecek güne hazırlık amacıyla ekip olarak kendimizi uykuya verdik. Mogadişu'da apronda uçaktan inerek havalimanı binasına yürüdüğümüzde Türkiye'den gelen ilk kargo uçağındaki yardım paketleri de Somalili işçiler tarafından indiriliyordu. Gece iniş yapan uçak, Somali halkı ve yetkilileri tarafından sevinç ve gözyaşları ile karşılanmıştı. Bizi de Somali Cumhurbaşkanlığı görevlileri karşıladı, pasaport işlemlerimizi yaparak, bavullarımızı almaya yardım ettiler. İşlemlerimiz tamamlandıktan sonra Somali sokaklarında gördüğümüz otomobillere göre nispeten yeni model sayılabilecek ciplerle askerler eşliğinde Cumhurbaşkanlığı konutuna hareket ettik. Havaalanından çıkışımızda yola koyulan beton bariyer kaldırılınca nasıl bir ülkeye geldiğimizi yavaş yavaş idrak etmeye başladık. Biz geçince beton bariyer yeniden yolu kapattı.
Mogadişu'nun tek giriş kapısı olan havalimanı da bir süre önce saldırıya uğrayan yerler arasındaydı. Aracı kullanan Cumhurbaşkanlığı şoförleri tıpkı bir ralli sürücüsü gibi şehrin içinde sağa sola manevralar yaparak hızlı bir şekilde yol alırken, biz de çevreye hızla göz attık.
-İNSAN HAYATI BU KADAR MI UCUZ OLUR?-
Şehirde, mermi izi olmayan neredeyse tek bina yoktu. Yoldaki çukurlardan kendimizi kurtarmaya çalışırken, en yenisi en az 20 yıllık olan minibüslerin içinde sıkışmış, yolculuk etmeye çalışan insanlar gördük ki onlar şanslı olanlardı...
Mogadişu cadde ve sokaklarında insanlar, hayvanlar, sokakta oynayan çocuklar ve araçlar hep birarada hareket ediyordu. Yol kenarları araçların çarptığı hayvan leşleriyle dolu. Hızla giden arabaların çarptığı, oraya buraya savurduğu ve sürücünün dönüp bakma bile gereği duymadığı insanlara ise sadece Türkiye'den gelen bizler şaşırıyorduk belki de.
Afrika Birliği ile Somali askerlerini şehrin her yerinde görebiliyorsunuz. Cumhurbaşkanlığına giden yoldaki kontrol noktalarında araçları durdurup içindekilere bakılıyor ve ancak tanıdık askerler ve koruma görevlileriniz araçtaysa ilerleyebiliyorsunuz.
İnsanlar eşeklerle su taşıyor. Birkaç satıcı açıkta et, sebze, meyve gibi ürünlerini satmaya çalışıyor. Şehirde bir kargaşa ve ekmek derdindeki insanların gayretleri göze çarpıyor. Bu durumda biz de hem bu şehirde nasıl çalışacağımızı hem de nasıl hayatta kalacağımızı düşündük. Bu kargaşa içindeki şehirde Türkiye'den gelen yardım ekiplerinin nasıl çalışacağını da merak etmiyor değildik. Cumhurbaşkanlığı konutunun da içinde olduğu yerleşkenin kapılarından girdiğimizde bizi büyük bir bahçe içinde nispeten daha bakımlı binalar ve Türk Kızılayı ile TİKA görevlileri karşıladı. Kamplara gitmek için bizi de beklemişlerdi. Bavullarımızı görevlilere vererek TİKA Başkanı Serdar Çam ve Türk Kızılayı Genel Müdürü Ömer Taşlı ile ilk gün kampları gezdik.
Mogadişu'ya vardıktan sonra gittiğimiz ilk yerleşim çok da uzak değildi. Daha sonra anlayacaktık ki şehrin her yeri kuraklık sebebiyle başkente kilometrelerce uzaktan yürüyerek gelenlerin yerleştiği kamplarla doluydu. Aslında bunlar mülteci kampları gibi de değildi. Başkentte boş buldukları alanlara yerleşen insanlar altyapısız, yardım kuruluşlarının el uzatmadığı bu yerlerde açlık ve hastalıkla savaşıyordu. İnsanlık ayıbı olsa olsa böyle olurdu.
Her biri bir örtü ya da bir kilim sererek üzerinde çocukları ve birkaç eşyası ile oturan aileler birinin kendilerine biraz yemek vermesini bekleyen akvaryum balıkları gibiydi. Yapacak hiçbir şeyleri yoktu. Öylece oturup beklemekteydiler. Kampta suyun olmaması nedeniyle bulduğu birkaç damla ile kap kacağını yıkayan ya da bulabildiyse birkaç sebze ile çocuklarının karnını doyurmak için ateşin üzerinde yemek pişiren anneler gördük. Kaplardaki haşlanmış ağaç kabukları da dikkatimizden kaçmadı.
Daha çok kadın ve çocukların bulunduğu kamplarda ateşler içinde, çeşitli bulaşıcı hastalıklarla boğuşan çocuklar çareyi uzun bir uykuda bulmuşlardı. Sineklerin ve ağır bir kokunun içinde yaşayan bu insanların bir fiske suyla abdest alıp, insanlar arasında buldukları boş bir yerde namaz kılmaları da dikkat çekiciydi.
Yardım ekiplerinin sonraki günlerde paketlerin dağıtıma başlamasıyla insanlığımızdan utandığımız bazı sahnelere tanık olanlar olarak metanetimizi korumaya çalıştık. İnsanlar günlerdir yiyecek bir şey bulamadıklarını söylüyor, akvaryumda yem için çırpınan balıklar gibi "açız, yemek istiyoruz" diye bağırıyorlar, henüz kendilerine izdihamı önlemek için verilen paket fişine sahip olmayanlar bizlere halsizlikten güçlükle uzattıkları elleri ile yakarıyorlardı.
Çocuklarda gelişim bozuklukları hepimizin yüreğini burkuyordu. "Kaç aylık" diye sorduğumuz bir bebeğin iki yaşında bir çocuk olduğunu öğrendiğimizde içimiz sızlıyor ve uyur uyanık, bitkin bir haldeki çocuklarla, çocuklarının karnını doyuramayan annelerin, kamplardaki bu perişan durumdan en fazla etkilenenler olduğunu görüyorduk. Yardım paketlerini taşımak da kolay olmuyordu zayıf bedenlere sahip bu insanlar için. Bir bacağını kamplardaki kaos ortamında üzerlerine açılan ateş yüzünden kaybettiklerini söyleyenler bir yanda, ailesinden kimse gelemediği için paketleri yalnız başına taşımaya çalışan, sırtında küçük kardeşiyle gelmiş çocuklar diğer yandaydı. Gerçi Türk yardım gönüllüleri paketleri taşımaları için destek oluyordu.
Bir yandan yüzyılın dramına şahitlik ederken aynı anda Türk milletinin yardımseverliği ile gurur duymamak mümkün değildi. Dünya genelinde israf, gereğinden fazla lüks tutkunluğu ile adeta yarışan halklara, Somalililerin gözyaşını silmeye çalışan Türk milletinin mesajını duyurma şansını elde ediyor, sanki bir kişi bana sürekli ne denli önemli bir iş yaptığımı fısıldıyordu. -ÇOCUKLAR HASTA VE BİTKİN-
Hastanelerdeki durumun da kamplardan farklı olmadığını duyduk. Deniz Feneri Derneğinin faaliyete geçirdiği metruk bir hastaneye çocuklarını getiren annelerle görüştük. Daha önce çocuklarından birini ikisini kaybeden anneler, büyük bir umutla hastaneye gelmişlerdi.
Çoğunun eşleri onları terk etmiş ya da ölmüştü. Ölümün eşiğinde olsa da halen nefes alan çocuklarını tedavi ettirebilmek için hastaneye koşmuşlardı. Annelerinin yanında başkente yaptıkları uzun ve yorucu yolculuğun ardından, bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği kamplarda kalmak zorunda olan çocuklar, beslenme yetersizliğinden kaynaklanan rahatsızlıkların yanı sıra kızamık, sıtma gibi hastalıklarla da mücadele ediyor.
Hastane ve doktorların çok yetersiz olduğu bu şehirde o gün Kimse Yok Mu Derneği tarafından da perişan durumdaki bir devlet hastanesinin faaliyete geçirildiğini öğrenmek biraz daha umutlarımızı artırdı.
-TÜRKİYE BALIK TUTMASINI ÖĞRETEBİLİR-
Somali'de bulunduğumuz 10 gün içinde Afrika'da birçok ülkede çalışmaları bulunan Türkiye İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) yetkililerinin başkentte durum tespiti yaptıklarını gürdük. Başkan Serdar Çam, bu insanlara sadece gıda yardımı götürerek onlara normal bir hayat sağlanamayacağını söylüyordu. Ülkede bir an evvel barışın hakim olması ve devlet sisteminin bütün kurumlarıyla işlemesi zorunluluktu.
Başkentte görüştüğümüz birçok Somaliliye göre de barış yaklaşıyordu. Şehirde bir sahra hastanesi kurmayı planlayan TİKA, bundan böyle gerekli her alanda Somali'de hizmet vermek için bir de koordinasyon ofisi kurdu. Ülkenin gelişimi, eğitim ve sağlık gibi birçok alanda bu sistemin kurulması için Somali Başbakanı Türkiye'den çeşitli taleplerde de bulundu. Somali makamları, TİKA yetkililerinden hükümet binalarını onarmalarını istedi, sahillerin güvenliğini sağlamak için hücumbot taleplerini iletti.
Türk Kızılayı da şehirde bir lojistik merkez ve ofis kiraladı. Türk Kızılayı 12 bin kişilik bir çadırkent kurarak altyapısız kamplardaki insanları bahçe içindeki çadırlara taşımayı hedefliyordu. Kızılay Genel Müdürü Ömer Taşlı'nın şehri gezdikçe programa eklediği projeleri de bitmedi. Bunlardan biri yetim kızlara eğitim verecek bir hemşirelik okulu kurmak, bir diğeri sokaklardaki çöpleri halkın yardımıyla toplamaktı, çöpleri getirenlere de ödül mahiyetinde belli bir miktar para vereceğini belirtiyordu. Taşlı, halkı da ülkesi için harekete geçirmek konusunda kararlı duruş gösterdi.
Burada, dünyadan toplanan yardımların yüzde 30'unun bile ulaşmadığını öğrendik. Türk milleti şimdiye kadar gösterdiği duyarlılıkla her şartta yardım elini uzatacağını gösterdi. Ancak daha da önemlisi Türkiye balık tutmasını öğretebilirdi.
-SOMALİ'NİN LÜKSÜ-
Bütün bu yaşadıklarımıza rağmen Mogadişu'daki hayata ancak belli açılardan tanık olduk diyebilirim. Bunun en büyük sebebi, ülkede en güvenli yer olan Cumhurbaşkanlığı'nda misafir edilmemizdi. Kamplardaki durum ve yardımları görüntüleyebilmek için konut yerleşkesinden her çıkışımızda bir araç dolusu askerin bize eşlik etmesi için gelmesini bekliyorduk.
TİKA, Türk Kızılayı ile STK'lardan diğer Türk yardım ekipleri ile biz gazeteciler aynı yerde misafir ediliyor ve sıkı güvenlik tedbirleri ile korunuyorduk. Bu en güvenli yerde, Türkiye'den gelenlerden başka kimse yoktu. Sadece Türkiye'den gelen misafirlere sağlanan bu güvenliğin ve misafirperverliğin, Türkiye'ye olan güven ve saygıyı gösterdiğini düşünüyorum.
Bir hafta kadar kaldığımız misafirhane Somali şartlarına göre oldukça lüks sayılabilirdi. Yatak çarşafları uzun süredir değiştirilmemişti, su sadece arada bir ip gibi akıyordu. Her şeye rağmen kliması her daim çalışan misafirhanede mevcut internet bağlantısı da haber metin ve görüntülerini göndermemizi, ailelerimizle haberleşmemizi sağlıyordu.
Somali Cumhurbaşkanlığının mutfak çalışanları tarafından her iftar vakti masanın hazırlanması ve her seferinde kıymalı ve bezelyeli böreğimizle iftar açmamız kuşkusuz unutamayacağımız anılar arasında yerini alacak.
Somali'de askerler ve korumalarla da çok geçmeden bir aile gibi olduk. Birlikte iftar yaptık, ortak olan dinimiz üzerine sohbetler ettik. Görevlilerin neredeyse tümü Arapça biliyor, Kur'an-ı Kerim'den ayetlerle anlattıkları konulara dikkati çekiyorlardı. Kimisi İtalya'da, kimisi İngiltere'de eğitim almış olan Cumhurbaşkanlığı çalışanları bizleri anlıyor ve her gün rahat edip etmediğimizi soruyordu.
İlk gün, bir kadın gazetecinin geleceğini tahmin etmemiş olsalar gerek, bizim ekibi üç kişilik bir odaya yerleştirdiler, ancak hemen durumu fark edip benim eşyalarımı Cumhurbaşkanı'nın ikinci eşinin bulunduğu evin avlusundaki bir odaya taşıdılar. Bu durum için de çok üzgün olduklarını belirttiler.
Cumhurbaşkanının aynı zamanda bir din adamı olduğunu orada öğrendim. Orada geçirdiğimiz günlerde sahurda foto muhabirimiz Ecvet Atik'in yanında getirdiği konserve ve dayanıklı gıda ürünlerini yedik. Eğer yılların deneyimi ile Ecvet ağabeyin getirdiği bu kumanyalar olmasa Somali'de bünyemiz zayıflardı.
Başımıza ilginç şeyler de gelmedi değil. Bizi en çok şaşırtan Cumhurbaşkanlığı misafirhanesindeki görevlilerden bazılarının, misafirhaneye vardığımız ilk gün Ecvet ağabeyin yanında getirdiği erzak dolu bavulu açıp, içinden seçtikleriyle iftar yapmalarıydı. Ecvet ağabey yiyecekleri onlara helal ederken biz ülkedeki durumu biraz daha net anlayacaktık...
Birkaç gün içinde apar topar ilk uçakla gelmeye çalışırken tedbiren gerekli aşıları olamadığımız ve kalma şartlarımızın kısıtlı olduğu bu ülkeden ayrılıyoruz ve ancak zamanla ve tanıyarak alışabileceğiniz bu ülkeyi ve insanları özleyeceğimizi düşünüyoruz.
Kim bilir belki de Hint Okyanusu kıyılarında uzun sahil şeridi ile Somali, gelecekte bir turizm ülkesi olacak ve biz yaz aylarında iklimi çok güzel olan bu dost ülkeye tatile geleceğiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.