Sezai Karakoç: Tanrı'yı anmaktır baştanbaşa yaşamak

Sezai Karakoç: Tanrı'yı anmaktır baştanbaşa yaşamak
Sezai Karakoç'un "tanrı" kelimesini kullanmasını yadırgamamak gerekir. Bu kelime Süleyman Çelebi'nin "Mevlid-i Şerifi"nde, Ahmet Yesevi'nin "Divan-ı Hikmet"inde vb esrlerde çokça geçmektedir.

Sezai Karakoç: Tanrı'yı anmaktır baştanbaşa yaşamak

Sezai Karakoç’un ilk defa 1980 yılında yayımlanan “Diriliş Muştusu” kitabı daha önce Diriliş dergisinde yayınlanan yazıların bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. Karakoç’un “Diriliş” mefkûresinin ana çerçevesini ortaya koyduğu kitap dönüp dönüp okumayı hak etmekte. Bu sebeple belki tekrar okumaya vesile olur niyetiyle kitaptan bazı tespitleri sizlerle paylaşıyoruz:

Peygamberlerin getirdiği "muştu", vahiy muştusu, insanı zamana mahkûm olmaktan kurtaran kutsal haberler kaynağıdır. Kurumayan Tanrı çeşmesidir muştu.

Hakikat uygarlığı olan İslam’ın yeniden açan özgürlük çiçeğidir diriliş kültürü.

Diriliş kış ortasında bahara hazırlık çağrısıdır. Sonbahar hastalarının ya da yaz başakçılarının yalancı çağrılarına kulak tıkayanlar, bu çetin hazırlığın erleri olabileceklerdir.[…] İlk doğum sancıları içinde şimdiye kadar yaşadığımız baharlar yazlar, sonbaharlar ve kışlar minyatür ve maket yani mikro baharlar, yazlar sonbaharlar kışlardır. İşte bugün tam makro baharın ilk cemrelerini düşürme günüdür.

Diriliş eylemi, kişiliğin dışavuruşu, kimliğin belirlenişi ve varoluş ısrarı demektir. Tek tek çoğalmak. Durmadan bilinçlenmek. Bilinç kılıcını durmadan bilemek: Diriliş eyleminin çıkış noktası budur.

Kutlu şehirlerin ruhları, geceleri gözlere görünen yatırlar gibi uyanacaklardır. Bursa'nın, İstanbul'un, Konya'nın, Diyarbekir'in, Erzurum'un, Şam'ın, Bağdat'ın, Buhara'nın, Semerkand'ın ve baş safta Mekke ve Medine'nin ve hepsiyle birlikte Kahire'nin, Kuala-Lumpur'un, Bingazi'nin, İslamabad'ın, Darüsselam'ın ruhları dirilecektir. Elinde bir meşale, bu kış gecesinde dolaşacak olan o çocuğun ulaştığı her kent dirilişe erecektir.

Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler bu dünyayı bu dünyadan ibaret bilmekten kaynaklanıyor. Öteye ruhların kapalı oluşundan. Gözlerin perdeli oluşundan. Kalplerin mühürlü oluşundan. Vakti hep "öğle" sanışımızdan. "İkindi"nin sırrından habersiz oluşumuzdan. Akşamı güneş batmadan düşünemeyişimizden. Geceyi, gece gelmeden hatırlayamayışımızdan.

Aslında, çağımızda, kentleşme denilen olay, gerçekte bir kentleşme değil, tabiatın ölümünden doğan bir ilizyondur.

Umutsuzluğu doğuran sistem ve yapılar, ebediymiş gibi, hiç yıkılmayacaklarmış gibi görünürler. Ama bu aldatıcıdır. Onlar, bakımsız bir evi saran örümcek ağları gibidirler. Umutsuz kişi, ilkin bu ağları, kendini koruyan bir zırh sanır. Bu sanı, onun gözlerini bağlar ve gün gelince, bu ağların içinde boğulur gider. Onları, demir zincirler gibi güçlü görür. Oysa bilmez ki bir süpürge ucu, o ince ince dokunmuş ağları, bir el gezdirme süresinde toplar.

Mü'min'in görevi; Âmentüyü bir ilâç prospektüsü gibi ezberlemek değil, acı gibi gelse de ilâcı içer gibi onu ruhuna geçirmesidir, onunla ruhunu özdeşleştirmesidir, ruhunu Âmentüleştirmesidir.

 

Asıl ter, ruhların döktüğü terdir. Beden nasıl terleyerek içindeki kirli ve zehirli maddeleri dışarı atıyorsa, ruhlar da, çile terlemesi sonucunda, içteki kıskançlık, şöhret düşkünIüğü, puta ve dünyaya taparlık, maddeye değer verme, gurur gibi kötü duygu ve düşünceleri, duyarlık sapıtmaIarını, benlik sanrıIarını dışarı atar. Ruh, bu terleyiş sonunda arınır.

Bir değer ortaya koymak, kendini yaşamaktır. Eleştiriden öteye gidememek, başkalarını yaşamaktır. Sürekli olarak sadece başkalarının yaptığını eleştirmek, eleştirilerin hâlesi haline gelmek demektir. Kendi yaşamını bir kum saati gibi boşaltıp başkasının yaşamını onun yerine doldurmuş olur, kendini bırakıp hep başkasına dikkat eden. Başkasının zamanını kendi zamanının yerine yerleştirmek, kendini ölü haline getirmek sonucunu doğurur bu dikkatin yerinden oynaması.

Ne kapitalizmden ne komünizmden ne de faşizmden eser kalır Allah'ın rahmet rüzgârı esince...

Saat, eşyadan (ben)e evrenden fizikötesine, ölümden varoluşa, varoluştan dirilişe koşan bir attır. Bir yarış atı. Ve bu yarışta onun sahibi ve jokeyi, insan.

(Ben) çekirdeği kırılmadıkça, ruhumuz hakikat sırrının boy atmasına elverişli bir ortam haline gelemez. (Ben) misyonun iç yüzünü görmeğe perde olur.

Fizik varlığıyla evrende hiç de merkezi bir konuma sahip olmayan insanın ancak ruhuyla ve ruhunun yöneltisiyle bir odak noktası oluşturma talihi vardır. Bu talihe işlerlik kazandırmak için bu pürüzlü ve sınırlı dünya hayatını denemeye çağrılmıştır.

Âhiret inancı, kitaplardan yazıIı satırlar olmaktan öteye geçmedikçe, dünyataparlık, madde tutsaklığı, yani, ruhun zindan karanlığına mahkumIuğu sona ermeyecektir.

 

Kendini gören, kendini aşamaz. Kendini aşamayan, varoluşunun ok gibi yönlendiği noktaya, zirve noktasına eremez. Kendini arayan, yitirmeden bulamaz. Yüce bir ereğin coşkusuyla erimeyi göze alamayan, hakikat çizgisinde kristalize olamaz.

İnsanoğlu, kimi zaman, umut coşkunu bir hurma ağacı gibi yemişle yüklü, kimi zaman da, susuzluktan kurumuş ve çatlamış bir kaya gibi kısır, yoksul bir mahrumluk anıtıdır.

İnsan kendi barikatlarının mahkûmu ve kendi zincirlerinin tutsağı olmuştur. Ama bu kıyamete kadar sürüp gidecek değildir. Diriliş nesli, bu mahkûmluğa, bu tutsaklığa başkaldırmanın cesaretini gösterecek ve bu başkaldırmayı yeni uyuma dönüştürmenin yöntemini kestirecektir.

www.dunyabizim.com

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.