Sezai Karakoç: Hicret Mimarisi

Sezai Karakoç: Hicret Mimarisi
Hz. İbrahim’in Arabistan yolculuğu, Hz. Yusuf’un Mısır’a köle olarak gidişi, Hz. Musa’nın Sina Dağı’na çıkışı, bütün bunların hepsi, Büyük Hicret’in sembolik muştucularıdır. Fetihler ve zaferler de hicret yemişleri, hicretin yemişleri..

SEZAİ KARAKOÇ: Hicret Mimarisi

Sezai Karakoç: Hicret Mimarisi

Hz. İbrahim’in Arabistan yolculuğu, Hz. Yusuf’un Mısır’a köle olarak gidişi, Hz. Musa’nın Sina Dağı’na çıkışı, bütün bunların hepsi, Büyük Hicret’in sembolik muştucularıdır. Fetihler ve zaferler de hicret yemişleri, hicretin yemişleri. Tarikat “yol” demektir, derviş bir hicret eridir; tasavvuf bir hicret düğünü…

Onlar, hicret adamıdırlar. İçlerinde hep bir hicretin sızısını duyarlar. Ocakta ateş mi var? Yakında sönecektir, bilirler. Yol tepeye mi çıkıyor, biraz sonra inecektir yamaçtan, farkındadırlar. Şimdi kılıç gibi doğan güneş, sonra bomba gibi batacaktır. Yeşil ağaç kuruyacak, su çekilecek, karakış yazı kovalayacak ve kovacaktır.

Batılı insan, turist olur, olabilir, ama hicret adamı olamaz. Müslümansa, turistken de hicret adamıdır. Bu dünyada hicrettedirler. Bu çağda hicrettedirler. Bu ülkede hicrettedirler. Takvimleri hicretle başlar.

Çile bir hicrettir. Çilesini bitiren Müslüman, hicretini bitirip Medine’sine ermiş olandır.

Her namaz, bu yerlerden bir hicrettir. Oruç, vücudun eşyadan hicretidir. Hac bir hicrettir. Zekat bile malın maldan hicretidir. İşte Müslüman, en büyük yakınlığa ermek için bu iç içe hicret pınarlarında yunan(yıkanan) kişidir. Müslüman, hicretle gusl etmiş kişidir. Müslüman, hicretle teyemmüm etmiştir.

Hz. İbrahim’in Arabistan yolculuğu, Hz. Yusuf’un Mısır’a köle olarak gidişi, Hz. Musa’nın Sina Dağı’na çıkışı, bütün bunların hepsi, Büyük Hicret’in sembolik muştucularıdır. Fetihler ve zaferler de hicret yemişleri, hicretin yemişleri. Tarikat “yol” demektir, derviş bir hicret eridir; tasavvuf bir hicret düğünü…

İçimizde, durmamacasına Mekke’den Medine’ye gidip geliyoruz. Mekke’yle Medine arasında hicret edip duruyoruz. Ne mağaralardan geçmiyoruz. Ne ağlar korumuyor bizi. Ne yılanlar ısırmıyor…

Her Müslüman, bir hicret dönemi geçirecektir hayatında. Fakat, bir gün gelecek, hicret bitecektir. Bitecektir, ama ölünceye kadar gönlünde hicretin acı ve haz karışık verimini duyacak ve tadacaktır her Müslüman.

Hicret, başlangıçta kanla karışık bir süt akımıdır. Sonra kan azalır, azalır, en son arı duru bir süt kalır. Sütse İslam’ın şiarlarındandır.

Bu çağın insanı, dünyaya kendini o kadar yerleşik saymaktadır ki hicretin gök sofrası nimetlerinden haberli bile değildir. İçinde bir hicret mimarisi yoktur da ondan, ölüme karşı hazırlıksızdır. Ölümün sesi, onun için bir göç alarmı değil, bir yamyam tamtamıdır. O, ölüm önünde yamyamlarla kuşatılmış bir beyazın duygusunu taşır. Çocuk kaçıran bir al karısıdır ölüm onun için. Evin önünde kişneyen, hicret zamanını sezip de kişneyen saf kan Arap atı değil.

Ama Müslüman, ölümden önce ölüme hicret etmiş kişidir. Ölüm, ona nice yarış birincilikleri  kazandırmış bir koşu atı değil midir?

Akıncı, bir bakıma bir hicret adamıdır. Asker, bir bakıma bir hicret adamıdır. Şehit, hicretini donanıp giden kişidir. Gaziyse hicretten dönendir.

Biz, birkaç yüzyıldır hicret köprüsünü yıktık. İçimizdeki Mekke ve Medine birbirinden koptu. Kişiyle toplumun arasındaki birbirine göç ediş mimarisi çöktü. Ahiretin bu dünyadaki izi olan hicret adamı özelliğini anlamaz olduk. Bu dünyaya yerleşmek istedik, o yüzden bir sürgüne mahkum edildik. Kendi kendimizden sürgün edildik. Çağdan sürüldük. Kendi ülkemizde sürgünüz şimdi.

(Sezai Karakoç, Kıyamet Aşısı, s. 24-26)

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.