Selçuk Küpçük: Arabesk kendi öyküsünü tamamlamıştır
Selçuk Küpçük: Arabesk kendi öyküsünü tamamlamıştır
Şair ve besteci Selçuk Küpçük, 1960'dan günümüze kadar "arabesk" müziğe bakış açısının değiştiğine dikkati çekti.
İSTANBUL - Ayşe Büşra Erkeç
Şair ve besteci Selçuk Küpçük, 1960'dan günümüze kadar "arabesk" müziğe bakış açısının değiştiğine dikkati çekerek, "Müslüm Gürses'in, kentli sınıfın meselelerini anlatan Ortaçgil'in şarkısını yorumlaması, ardından Murathan Mungan'ın projesinde Batı müziğinin birçok şarkısını Türkçe sözlerle yeniden okuması, türlerin geçişkenliğinin ispatı olduğu gibi arabeskin politik, kültürel olarak merkeze ulaştığının ilanıdır ve arabesk, kendi öyküsünü tamamlamıştır." dedi.
Küpçük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müziğin evrensel bir yapıya sahip olduğunu ifade ederek, "Bu biraz da postmodernite üzerinden açıklanmaya müsait bir durumdur. Modernite kesin hatlar sunan bir hal öneriyordu. Postmodern durum, bunun tam zıddı bir hayatın akıp gitmekte olduğunu söyleyerek yeni çözümlemeler yaptı." dedi.
Sanatçı Küpçük, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Gelenek, bütüncül anlamda 'musiki' deyip, müzikle ilgili her etkinliği bir tek kelimeye indirgiyordu. Müzik, Yunanca 'melek' anlamına gelen kelimenin kökünden türemiş bir tanımlamadır. Müziği kompartımanlara, türlere zorlamak bence onun varoluşunu, insan-evren ve insan-yaratıcı arasındaki ilişkiyi anlamamızı engelleyen bir yöntemdir. Müslüm Gürses bir Bülent Ortaçgil bestesi okuyabildiğine göre, türler arasındaki sınırların buharlaştığını söylemek mümkündür. Ayrıca Müslüm Gürses'in, kentli sınıfın meselelerini anlatan Ortaçgil'in şarkısını yorumlaması, ardından Murathan Mungan'ın projesinde Batı müziğinin birçok şarkısını Türkçe sözlerle yeniden okuması, türlerin geçişkenliğinin ispatı olduğu gibi arabeskin politik ve kültürel olarak merkeze ulaştığının ilanıdır ve bence arabesk, kendi öyküsünü tamamlamıştır. Onun yerini ise belki hip hop alacak bilemiyorum, bunu ilerde hep beraber göreceğiz.
Türkiye'de arabeske ilişkin Ahmet Kaya için de sol entelijansiya 'devrimci arabesk' demeyi uygun görmüştü ama ben sağın da arabesk konusunda aynı tutuma sahip olduğunu söylüyorum. Arabeski temsil eden sosyolojik katman, Türkiye'de sağa oy vermesine karşın sağ aydınlar da arabeski bir yozlaşma biçimi olarak algılamıştır. Türk sağını temsil kudreti olduğunu düşündüğüm Töre dergisinin 1980'lerin başındaki 159. sayısında Mahir Nakip ismiyle yayınlanan bir yazıda, 'Arabesk musikisi gibi soyu-sopu belli olmayan gayr-i meşru sanat ürünlerimiz çoğalacaktır.' denilir. Yine sağcı tarihçimiz Yılmaz Öztuna, Türkiye Günlüğü dergisinin, 1989'daki arabesk özel sayısında, bu müziğin arkasında ülkemizi bölmeye çalışan dış mihraklarla ilişkili güçlerin ve ASALA'nın bulunduğunu iddia eder."
Bugün arabesk müziğe bakış açısının, geçmişe nazaran değiştiğini ifade eden Küpçük, "Yeni kuşak sağcı ve solcu aydınlar çok şükür artık böyle düşünmüyor. Ben burada küresel olarak İngiliz Kültür Okulu'nun da entelektüel dünyada etkisi olduğunu söyleyebilirim. Frankfurt Okulu'nun seçkinci yaklaşımı yetersiz kalınca, kültürel çalışmaların yani arabesk gibi daha evvel kıymet verilmeyen periferideki müzikal ürünleri, göz önüne çıkarma durumu söz konusudur." değerlendirmesinde bulundu.
"Neşet Ertaş'ı bilmeden 'yerli' olunamaz"
Küpçük, Türkiye ve çevresini kuşatan topraklarda müzik aletlerinin kutsiyetinin söz konusu olduğunu ifade ederek, "Bağlama bizde evin duvarına, yüksekçe bir yere asılır. Öyle bir kültürün içine doğuyoruz. Müzik bizim için yerle gök arasındaki irtibatı sağlayan kutsal bir araçtır. Tasavvuf, daha da ileri bir anlam üretip ruhlar aleminde yaratıcının bizimle ses üzerinden kurduğu ilişkiyi müzikal bir yoruma vardırır. Müzik sesi duyduğumuz zaman etkilenmemizin sebebini de buna bağlar." diye konuştu.
Müziğin aşkın duyguları kavrayan, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşamaya devam eden ve aynı mistik kaynaktan beslenen farklı ses odacıklarının hala mevcut olduğunu vurgulayan Küpçük, şöyle devam etti:
"Farklı kaynaklardan beslenip geçerliliğini devam ettiren müziğin aynı sese doğru gittiklerini, insanlığa ortak bir mesaj verdiklerini düşünüyorum. Bu mesaj vicdan, ahlak, erdem ve yalan dünyanın abartılarından arınma meselesidir. Dolayısıyla bana göre, Portekiz Fado Müziği'nin modern temsilcisi Madredeus grubuyla, Erkan Oğur aynı müzikal evrenin akrabalarıdır. Mesela Neşet Ertaş da bana göre bir geleneğin son temsilcisidir. Bu gelenek belki bin yılı içine alan bir sosyolojiyi ve bu toprakların müziği kavrayışındaki aşkın anlayışı temsil ediyor. Neşet Ertaş müziğinin anlam haritasını çözmeden geriye doğru gitmek mümkün değildir. Yani bugün popüler siyasal bir kavram olan 'yerlilik' meselesinin en simgesel ismi belki de Neşet Ertaş'tır ve Ertaş'ı bilmeden yerli olunamaz."
Küpçük, halk ozanı Neşet Ertaş'la röportaj yapmak için gelen gazetecilere, "Ben fazla söz bilmem. Bilmem siz azdan çok anlar mısınız?' diye sorduğunu ve Ertaş'ın bir bilge olduğunu ifade ederek, "Onun bilgeliği, azdan çok anlamaya dair irfan birikimine, babasından devraldığı sesle sahip olmaktır. Yapmış olduğu hiçbir plağını, kasetini, CD'sini evinde bulundurmayan, bulundurmaya dair nefsi mertebeyi aşan bir erdemden bahsediyoruz. Bunu ancak sufice bir bakış açısıyla anlayabiliriz. Bu sufice bakış bizim müziğimizin ana kaynağıdır." şeklinde konuştu.
"Aşk ve Teselli", 14 biyografinin yer aldığı 4 bölümden oluşuyor
Küpçük, Neşet Ertaş, Orhan Gencebay, Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu, Bergen, Erkan Oğur, Ahmet Kaya, Cengiz Kurtoğlu gibi kendi alanlarında özgün, pop, türkü ve arabesk diye tabir edilen farklı tarzda müzik icra eden müzisyenlerin müzikal biyografilerine yer verdiği "Aşk ve Teselli" isimli kitabına ilişkin açıklamalarda bulunarak, uzun yıllardan itibaren Türk ve dünya müziğini araştırdığını söyledi.
Kitabın ismindeki "aşk" kelimesinin, Türkiye'deki müzik anlayışını, "teselli" kelimesinin ise Orhan Gencebay'a atıfla Türkiye'nin modernleşme macerasını ima ettiğini aktaran Küpçük, şunları kaydetti:
"Kitapta ülkemi müzik üzerinden anlamaya çalıştım diyebilirim. Yani Türk modernleşmesini, siyaset sosyolojisinin bir meselesi olarak merkez-çevre, modernite ve gelenek çatışmasını, darbeler dönemi başta olmak üzere ülkemizin geçirdiği olağanüstü zamanlarda bunun müzikal karşılığını isimler ve şarkılar üzerinden çözümlemeyi istedim. Bunun yanında dünyanın farklı coğrafyalarında üretilseler de müziği, ontolojik bir varoluşla kavrayanların ortak evrenden beslenen akraba sesler olduğunu iddia ettim. Mesela Loreena McKennitt ya da Pakistanlı Nusret Fatih Ali Han gibi isimlerle, Neşet Ertaş'ın aynı çağrıyı yapması gibi. Kitabımda, 'Benim Şarkılarım' ile başlayıp 'Hayret Makamı'nda Neşet Ertaş, Sezen Aksu, Ahmet Kaya ve Murat Çelik gibi sanatçılardan oluşan 14 biyografi, 'Yalan dünyanın şarkıları' ve 'Kültür, bellek, hüzün' başlıklarından oluşan 4 ana bölüm yer alıyor.
Divan edebiyatımızı müziğimize taşıyan son usta olan besteci Ergüder Yoldaş'ı anlattım kitabımda. Yoldaş'ın, 1980'lerin başında çıkardığı 'Sultan-ı Yegah' albümü bence modern müzik tarihimiz açısından bir başyapıttır. Bir daha böyle çalışma yapılamayacak çünkü Attila İlhan'dan Abdülhak Hamit Tarhan'a, Yahya Kemal'e, Nesimi'den Baki'ye Türk şiirinin büyük ırmağına vakıf bir sanatçıdan bahsediyoruz. Şimdi böyle bir besteci, aranjör kuşağından bahsetmek mümkün değil. Bahsedemediğimiz için de büyük besteler çıkmıyor. Ergüder Yoldaş'dan bahsetmişken, kıymeti bilinmemiş ve gelenekle geleceği birbirine bağlayan son temsilcilerden birisi olduğunu da ifade etmek isterim."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.