Selami Kaytancı: 'Kimine Zeytin Dalı, Kimine Zakkum Dalı!'
Kimine Zeytin Dalı, Kimine Zakkum Dalı!...
Ben, düşman gibi davranan düşmanımın kendi menfaatine, kendi milletinin yararına yaptıklarına saygı duyarım. Düşmandır; düşmanlığının gerektirdiğini yapmaktadır. Hatta, düşmanımın yaptığı olağanüstü planlarına, olağanüstü çalışma ve gayretlerine de şapka çıkarır, takdirle karşılarım.
WEB TV ADANAPOST - Mekke’de Müslümanlar "Zeytin Dalı Harekatı" için dua etti
WEB TV ADANAPOST - ‘‘Zeytin Dalı Harekatı’’ için Fetih Suresi okundu
Osmanlı’yı yıkan Teodor Herzl de Emmanuel Karasso da, İngiliz ajanlar Lawrens de Gertrude Bell de saygı duyulmayı hak eden kişilerdir benim nazarımda. Kendi ırkları, kendi ulusları adına büyük başarılara imza atmışlar, büyük mücadele ve azim örneği sergilemişlerdir. “Helal olsun adamlara!..” derim.
Ancak, içimizden biri olan, içimizden biri gibi gözüken, ama ruhunu, beynini düşmanıma satmış, midesinden düşmanımın kölesi olmuş, düşmanımın karakterine, kişiliğine bürünmüş, onlardan biri gibi olmuşlara ise, tiksintilerin en büyüğünü duyar, onları affetmeyi asla düşünmediğim gibi, elimden gelse, onları bir kaşık suda boğmak isterim.
Kahraman ordumuz, dünden itibaren Afrin’e bir hareket başlattı. Rabb’im, devletimize, milletimize zeval vermesin ve ordularımızı tüm cephelerde muzaffer etsin inşallah… Hareketin başladığı andan itibaren, sosyal medyada fırtınalar da kopmaya başladı. Sosyal medyayı takip ettiğinizde, kimlerin kaç krat olduğunu, kafasının, beyninin, midesinin kime, kimlere çalıştığını, kimlerin emrinde olduğunu çok net bir biçimde görüyorsunuz…
Saatlerce sosyal medyayı taradım dün akşam… Her gün her konuda bülbül gibi şakıyan; ama kahraman ordumuz için bir tek kelimeyle olsun dua ve iyi dilek temennisinde bulunmayan, bulunamayan bir yığın insan müsveddesi gördüm. Bunlar bir tarafa, ordumuzun olası bir mağlubiyeti için ellerini oğuşturanları gördüm.
“Bu bir şey değil; ABD, Suriye’nin kuzeyinde altmış bin, yüz bin kişilik ordu hazırlıyor; onların karşısında göreceğiz sizi!..” diye bir umutla ordumuzun mağlubiyetini bekleyen, uman aşağılık yaratıklar gördüm.
On bin kilometre öteden gelip sınırlarımıza beş bin tır silah yığan ABD’ye tek kelam etmeyen; sanki bunlarla evcilik oynayacak, evcilik oynarken çatapat şenliği yapacakmış gibi davranan, gıkını çıkartmayan, ama hükumete saymadık laf bırakmayan çukurlar gördüm.
Bu insan müsveddelerini kimlik ve aidiyetleriyle tasnif ettiğimizde, karşımıza çıkan tablo şudur: Bunların bir kısmı, Marksist – Ateist PKK’lılar, bir kısmı, FETÖ denen şeytana ruhunu satmış olan aptallar ve büyük bir kısmı da Kemalist zihniyet taşıyan zavallılardır.
Bazı zavallılar da, biz yerimizde kimseye karışmadan uslu uslu oturursak, etliye sütlüye karışmazsak, bize kimsenin ilişmeyeceğini, huzurumuzu, rahatımızı kimsenin bozmayacağını… iddia etmekte ve kendilerince tarafsız durup sessiz kalmayı yeğlemektedirler. Bunların savunduğu politika, “Yurtta sulh, cihanda sulh!..” safsatasıdır. Ne yazık ki, Cumhuriyet tarihi boyunca bu politika, “Yurtta sustur; dünyada sus ve susturul!..” biçiminde tezahür etmiştir. Bunlar bilmiyorlar ki, elin adamı, bizim gibi günlük politikalarla uğraşmıyorlar; elli yıllık, yüz yıllık politikalar üretip bunu hayata geçirmek için, şeytanın bile aklına gelmeyecek tertip ve planlar üretiyorlar. Biz yerimizden kıpırdamadan otursak bile, onlar bize asla rahat, huzur vermeyeceklerdir. “Arz – Mev’ud” neyin nesidir?!.. Bunun için neler yapılmaktadır?!.. On bin kilometre öteden kalkıp gelenler, burnumuzun dibine binlerce tır silahı evcilik oynamak için mi getirmişlerdir?!.. On bin kilometre öteden gelip Irak’ı işgal edenler; Bağdat’ı, Basra’yı, Kerkük’ü… işgal eden, yağmalayan, yakıp yıkanlar, biz uslu durmadığımız için mi yapmışlardır?!.. Ya da, biz uslu uslu otursaydık yapmayacaklar mıydı?!..
Bir kısım kimseler de var ki, bunlar “kinini dini haline getirmiş” zavallılar güruhudur. Sırf hükumete, hükumetin - devletin başındakilere uyuzluk olsun, kindarlık olsun diye, bir türlü ağızlarından hayırlı bir söz çıkmayan zavallılardır.
Ülkemiz bu gün, büyük bir beka sorunu ile karşı karşıyadır. Mesele, var olma yok olma meselesidir… Biz kimseye bulaşmasak da yüz yıllık plan yapan pislikler, gelip bize bulaşacaklardır!.. En iyi savunma, düşman sana vurmadan onun kafasına balyoz olup inmedir. Atalar, “Hazır ol cenge, ister isen sulh u salâh!..” demişlerdir.
Şimdi, bize açıkça düşmanlık besleyenlere, düşmanlığının gereklerini yapanlara “amenna, tamam!..” diyoruz. Ama içimizdeki satılmış, gafil, hain mankurtlara ne demek gerekiyor?!.. Bunlar nasıl bu hale geldiler, getirildiler?!.. Bizim cevabını bulmamız gereken asıl sorumuz, asıl sorunumuz budur!.. Kıbrıs Barış Hareketi için de Afrin ve diğer Suriye operasyonları için de “işgal” tanımlaması yapanlar nereden, nasıl türemiştir, türetilmiştir. Ana muhalefet partisinin başındaki zatın, yarım ağızla yapmak istediği başarı temennisine bile yuh çekenler, nerede, nasıl imal edilmişlerdir?!.. Hangi maya ile yoğrulmuşlardır?!..
Bu sorunun cevabını bulmak için, epey bir geri gitmemiz gerekiyor… On dokuzuncu asrın son yıllarında, İngiliz Parlamentosunda kürsüye çıkan Müstemlekeler Bakanı Gladstone, elindeki Kur’ân-ı Kerim’i göstererek şunu söyler: “Bu kitap, Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız!.. Ne yapıp yapmalıyız; ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız!..”
Bu fikri hayata geçirmeyi de, bir İngiliz Siyonist Yahudisi olan Lord Gürzon, Lozan’da başarmıştır. Lozan’da tayin ettikleri genel valileri eliyle, planı devreye sokmuş ve başarmışlardır. Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı, Lozan Antlaşması hakkında şunları yazıyor: “Lozan’da, ‘Bedeninizi geri vereceğiz; buna karşılık, ruhunuzu bize teslim edeceksiniz!..’ denilmiştir. Ruhun teslim edilmesi teklifinin gerektirdiği bütün öldürücü hamleler (ameliyeler) eksiksizce yerine getirilmiştir: Halifeliğin ilgası, yazı ile dil devrimi, medeni kanun, şapka ve kıyafet kanunu ve nihayet köklü bir Islamsızlaştırma hareketi gibi… İşte, uğramış olduğumuz ruhi, manevi soykırımın serencamı… Peki, bedenimizi kurtarabildik mi?!.. Ruhu uçup gitmiş vücuda, ceset diyoruz. O halde kurtarabildiğimiz, sadece cesedimizmiş!..” (Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı, Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergâh Yayınevi, Istanbul 2010, sayfa 133.)
Hani bunlar, “O olmasaydı, babanızın adı Corc olurdu, Hans olurdu, Salamon olurdu!..” diyorlar ya, ben de bu gafillere, şaşkınlara, aptallara diyorum ki: “Hani siz her türlü İslam, Müslüman, din iman.. düşmanlığı yaptıktan sonra, sıkıştığınızda, ‘Benim de ninem namaz kılar, benim de ninemin başı örtülü…’ diyorsunuz ya, sizin imanınızı çaldılar, kimliğinizi, kişiliğinizi, ruhunuzu çaldılar… Siz, ruhsuzlaştırılmış birer cesetsiniz!.. Babanızın adı Mehmet, sizin adınız da Ahmet olabilir; ama Ramazan’da oruç tutan Müslümanların gözünün içine baka baka, iftiharla viski kadehini kaldırıyorsanız, aslında sizin adınız Corc’tur, Hans’tır, Salomon’dur!.. Yarım domuzu bir oturuşta yediğinizi, yanında da şu kadar rakı yuvarladığınızı iftiharla anlatıyorsanız, sizin adınız ister Canan olsun ister Naki; ananızın adı ister Fatma, ister Ayşe olsun, babanızınki de ister Şefik, ister Yusuf olsun; siz Sarkis’siniz, Surnik’siniz!.. “İstediğimle sevişirim; cenabet gezerim, çocuk da yapmam, sen benim vücudumu nasıl kullanacağıma karışamazsın!..” diyenin anasının adının Fatma, babasının adının Cemal olmasının ne önemi var?!.. Sen Fatma ve Cemal’den olma, Lozan mahsulü, halis muhlis Kristin’sin, Katerina, Magdelina’sın!..
Cesedi var, ama ruhu Lozan’da çalınmış, İslami kimliğinden uzaklaştırılıp ruhsuzlaştırılmış, bedenini çarşı pazarda, plajda kokteylde fütursuzca sergileyen, satan, yaşantısı bir İngiliz’den, bir Alman, bir Yahudi’den farksız olan kişinin babasının adının Ahmet, Mehmet, Süleyman, Hasan… olmasının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur!.. Onlar, başarılı bir operasyonla, Lozan’da İngiliz mayasıyla özel olarak imal edilmiş Hans’lar, Corc’lar, Salomon’lardır!...
Şimdi babasının adı Ahmet, Mehmet, Hasan… olan; ama kendisi aslında Corc, Hans, Salomon; Kristin, Maria, Magdelina olanlar, elbette ki, bizim ordumuza dua etmeyeceklerdir… Elbette avuçlarını oğuşturup ordumuzun yenilgisini bekleyeceklerdir…
Evet, ordumuz bir “zeytin dalı” hareketi başlattı… Ben zeytin dalını, özellikle, aldatılmış, gafil, işin aslının farkında olmayan Müslüman Kürt kardeşlerimize uzatıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.