Sait Özdemir: Hayatı Fark Ederek Yaşamak

Sait Özdemir: Hayatı Fark Ederek Yaşamak
Bildiğiniz bir hikâyedir belki ama farkında olmak ve farkındalığı en iyi anlatan bir hikâye olduğunu düşünüp paylaşıyorum..

Bir tüccar oğlunu mutluluğun sırrını ve an’ı yaşamayı öğrenmesi için bilge bir insanının yanına gönderir. Bilge, yanına gelen çocuğun eline içinde iki damla yağ olan bir kaşık verir ve malikânesini dolaşmasını söyler; ama dolaşırken kaşığın içindeki yağı dökmemesini ister.

Tüccarın oğlu sarayı gezerken elindeki kaşığın içindeki yağı dökmemek için uğraştığından etrafındaki hiçbir şeye dikkat edemez, malikânedeki güzelliklerin farkına varamaz. Bilge kişinin yanına döndüğü zaman bilge ona saraydaki Acem halılarını ve muhteşem bahçeyi nasıl bulduğunu sorar. Fakat tüccarın oğlu bunların hiçbirini göremediğini itiraf eder. O zaman bilge bir kez daha gezmesini ama bu sefer etraftaki güzelliklere dikkat etmesini tembih eder.Bu defa tüccarın oğlu her yeri altınlarla, ipeklerle, değerli halılarla süslü olan malikânenin içinde hayranlıkla dolaşırken elindeki kaşığa ve içindeki yağa dikkat edemez. Bilge kişinin yanına döndüğünde her şeyi çok beğendiğini anlatır. Bilge kişi de ona kaşıktaki yağın ne olduğunu sorar, tüccarın oğlu mahcubiyet içinde, kaşığa dikkat edemediğini ve yağı döktüğünü fark eder. Bunun üzerine bilge kişi şunu söyler: 'Mutluluğun ve an’ı yaşamanın sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmek ve farkına varmaktır; ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.'

Evet, sevgili dostlar hikâyede de anlatıldığı gibi farkındalık işte böyle bir şey olsa gerek. Aslında farkındalık, kişinin duygu, düşünce ve davranışlarında dikkatini 'şimdi-ve burada'ya dikkat çekmesi ve çevresinde olup biten her ne varsa bunu yargılamadan, değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi gözlemlemesi ve fark etmesidir.

Uzmanlar farkındalıkta temelde beş beceriye odaklanmak gerektiğini söylerler. Bunlar; an’da olma, yargıların farkında olma, mesafe koyma, serbest bırakma ve kabul becerileridir, derler.

An’da olmak geçmişe dair duyulan pişmanlık ve kontrol etme isteği ve geleceğe dair olan beklentiler neşe, huzur ve mutluluk için bir araç değildir. Geçmişin belirsizliği ve geleceğin beklentileri yerine bireyin kendi dünyasında o an olup bitene odaklanmasıdır..

Yaşadığımız dünyada çok karmaşık ve stresli durumlarla karşılaştığımızda; geçmişten gelen pişmanlıklarımızdan ve gelecek ilişkin kaygılarımızdan dolayı şimdiki zamanı hep pas geçip erteliyoruz. Bu durum, o anda yaşadığımız ve asıl odaklanmamız gereken şeylere odaklanmamızı da engelliyor bu nedenle de kendimizi sürekli mutsuz ve umutsuz hissetmeye başlıyoruz..

Günümüz insanına “anda kalma” ile ilgili bilgi vermeye çalıştığınızda da sıklıkla şöyle sorularla karşılaşabilirsiniz: “Ne yani geleceği düşünmeyelim m yanii? Günümüzü gün mü edelim? Geçmişi unutup sadece anı mı yaşayalım?”.

İnsanlar Anı yaşamakla anlık yaşamak arasındaki farkı algılamakta zorluk çekiyorlar. Hâlbuki anın farkında olmak, bizi gelecekteki hatalarımızdan ve gereksiz endişe ve gerginliklerden korur.

Sonuç olarak Hz Mevlana’nın da dediği gibi: “Her şey gelip geçer”. Bizler yaşadığımız her şeye ev sahipliği yapıyoruz. Her an yeni birisi gelir. Bir sevinç, bir bunalım ve aniden gelen bir farkındalık. İşte hepsi beklenmedik bir misafirdir. Hepsini hoş karşılayıp misafir etmek ve uğurlamak gerekir.

yazının devamı...

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.