Ruhlardaki incelik kıyafetlere yansırdı!
Bizim medeniyetimizde suret ve siretin uyumu, zahir ve batının uyumu gibi esastır. İslamiyetin asli kaideleri arasında kılık ve kıyafetimizi tanzim eden hükümler olduğu gibi, ulemanın icması ile Hz. Resulullah’ın (SAV) kıyafetine riayet de ameli bir sünnet olarak kabul edilmiştir. Medeniyetimizin bin yılı aşan tatbikatı bu ruh ile inşa olunmuş idi. Öyle ki, Batılılaşma süreci içerisinde, iki aşamalı bir inkılap ile terk etmeye mecbur bulunduğumuz kıyafet-i asliyemiz, aslında bizim mizacımızı ve fıtratımızı olduğu kadar, belki de daha fazla, iman ve itikadımızı temsil etmekteydi. Ancak II. Mahmud Han’ın reformları ile başlayan süreç, cumhuriyetin ilanından sonra Kıyafet İnkılabı ile tamamlanmış, mahiyete delalet eden kıyafet-i asliyemiz terk olunmuştur.
Herkes nev-i şahsına münhasırdır
Medeniyetimizin edebiyattan mimariye, yazıdan musikiye ictimai hayatın her faslını nakış gibi işleyen ruhu, kıyafet ve kisvelerimizde de mana ile cemal birlikteliğini sağlamıştır. Geleneğimizde devlet ricalinin, ulemanın, esnafın ve her sınıfın kıyafet ve kisvesi kendine has bir anlamı ifade eden sembollerle örülmüştür. Özellikle tasavvufi zümrelerin, rengarenk ve muhtelif şekillerdeki kisveleriyle, cemiyet hayatını bir çiçek bahçesi gibi donatan görünümleri ayrıca değerlendirilmeyi hak etmektedir.
Yakın zamanda neşredilen bir eser bu konuda daha önce haberdar olmadığımız birçok inceliğe işaret etmektedir. İstanbul Davud Paşa semtinde bulunan Erdi Baba Dergahı postnişinlerinden Yahya Agah b. Salih el İslamboli’nin tarikat kıyafetlerinin manevi anlamlarını açıkladığı eseri, Mehmet Serhan Tayşi ve Mustafa Aşkar’ın ortak çalışması ile günümüz okuyucusuna ulaştırılmış oldu.
Tarikatlere özel kıyafet ve desenler
Yahya Agah Efendi, “Fütüvve-i Esrar-ı Tac-ı Saadet ve’l Edeb” adını verdiği bu eserinde, muhtelif tarikat mensupları tarafından kullanılan tarikat taçları (sarıklar), serpuşlar, elbiseler, asalar, tarikat taçlarına işlenen güller, çeşitli sembolleri ifade eden işlemeler, musiki aletleri ve hatta tarikat mensupları tarafından harplerde kullanılan özel sancak ve silahlar hakkında bilgi vermektedir. Eser bu kıyafet ve eşyanın anlaşılmasını sağlayacak çizimlere de sahiptir.
Eserine; “Sanduka-i esrar-ı meani oldu bu mecmua/ Korkarım ben gizlenecek cahil-i nadana düşe/ İzzetin hakkı için senden umarım ya Rab/ Hayr ile sahibini yâd eden yârâna düşe” duasıyla başlayan Yahya Agah Efendi, öncelikle tarikat tacı denilen sarığın, Muhammedi edebin sembolü olduğunu izah eder. “Edeb bir tac imiş Nur-u Hüda’dan/ Giy ol tacı emin ol her beladan” beytini bu manada zikreder.
Dervişin çeyizi de budur!
Yahya Agah Efendi’ye göre derviş çeyizi tabir olunan ve sarık, külah, hırka, cübbe, kemer, asa, naleyn gibi eşyadan oluşan kıyafetin hakikati, Allah-u Teala’nın Hz. Resulullah’ı (SAV) miraca daveti esnasında Cebrail (AS) ile gönderdiği emanetlerdir. Yahya Agah Efendi rivayet ettiği hadis-i şeriflere dayanarak bu emanetleri, dört dilimli bir tac, nurdan bir bürde (hırka), kızıl yakuttan bir kemer, yeşil zümrütten yapılmış bir asa ve birer naleyn olarak saymıştır. Özellikle Hz. Resulullah’ın (SAV) miraç gecesi giydiği ve Veysel Karani’ye verilmesini vasiyet ettiği hırka, Hz. Ömer’in (ra) hilafeti zamanında Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali (ra) tarafından Veysel Karani’ye teslim edilmiş, tasavvuftaki hırka giyme adabı bu hadiseye dayandırılmıştır.
Yahya Agah Efendi sarık ve kıyafetlerde tercih edilen renkleri siyah, yeşil, beyaz, kırmızı ve sarı olarak saydıktan sonra her bir rengin kullanım amacını Kur’an ve hadislerden getirdiği deliller ile izah eder. Sarığın kısımlarını, isimleri ve şekilleri ile açıkladıktan sonra sarıkları, terklerinin (dilimlerinin) sayısına göre sınıflara ayırır. Sarıkların terklerinin sayılarını, bu sayıların rakamsal değerlerinin işaret ettiği manevi anlamları anlatır. Eser bu yönüyle, rakamların sembolik ve mistik anlamları üzerine Annemarie Schimmel’in yazdığı meşhur eserden çok daha derin bilgiler vermektedir.
Sarığı, meşrebini gösterir
Yahya Agah Efendi’nin verdiği bilgilere göre terksiz yani dilimsiz taclar, Mevlevî ve Gülşenî tarikatları ile Bayramîliğin Himmetî kolunda giyilmektedir. Terksiz taclar Arş-ı Azam’ın yani mutlak vahdetin sembolüdür.
İki terkli elifi taclar, Kadirî tarikatında ve Nakşibendîliğin bazı kollarında giyilmektedir. Bu taclar Sırat-ı Müstakim’in, hatt-ı istivanın, Hakk’ın kün (ol) emrinin, ayine-i âlem ve mir’at-ı Muhammedi’nin birbirine nazarının sembolüdür. Aynı zamanda lâ (yokluk) kılıcı olarak da bilinen kelime-i tevhid zikrini ifade eder. İki terkli elifi tac, kılıca benzediği ve iki yüzü olduğu için Zülfikar’ın sembolü olarak da görülmektedir.
Üç terkli sikke-i zeheb adı verilen taclar ise, Kadirîliğin ve Nakşıbendîliğin bazı kollarında kullanılmaktadır. Hepsi üç harften oluşan Hayy, edeb, Ali, Hasan isimlerine işaret ettiği gibi Zat, Sıfat ve Ef’al mertebeleri başta olmak üzere birçok üçlü yapıya da işaret etmektedir. Eserde aynı şekilde dört terkli, beş terkli, altı dilimli, yedi terkli, sekiz dilimli, dokuz dilimli, oniki yapraklı, on dört ve on sekiz dilimli taclar başta olmak üzere kırk dallı taclara kadar tarikat ehlinin kullandığı bütün sarık çeşitlerinin anlamları açıklanmıştır.
Elbiselerde kullanılan renkler ise keşif ehlinin müşahede ettiği nurların renkleri ile izah edilmiştir. Mavi renk kelime-i tevhidin nuruna, kırmızı renk Allah ism-i şerifinin nuruna, beyaz renk ism-i cami olan Hû ism-i şerifinin nuruna işarettir. Sarı esma’ul hüsnadan Hak isminin, yeşil Hayy isminin, siyah ise Kayyum isminin nurlarının rengidir. Renksizlik ise Kahhar isminin nuruna aittir.
Her tarikatın tacına kendilerine has düğme ve gül mühürleri işlenir. Bu mühürlerin Nokta-i Zata (Ba harfinin noktasına) ve Nokta-i Nur-u Muhammedi’ye (Dürret’ül Beyza hadisine) işaret ettiği kabul edilmiştir. Kadiri, Eşrefi, Rufai, Sadi, Bedevi, Bağdadi, Nakşibendi, Halveti tarikatlarına ait işleme güllerin kitapta resmedilen örnekleri, aynı zamanda koruyucu vefkler ve dualar içeren muhteşem güzellikte süslemelerdir.
Âbâ giymeden olmaz!
Yukarıda izah edilen hırkanın haricinde bir de Hz. Resulullah’ın (SAV) Âl-i Âbâ’sına mensup olmayı ifade eden âbâ giyme meselesi olduğunu öğreniyoruz. Sıkıştırılıp sertleştirilmiş koyun veya keçi yününden yapılan âbâ giymek, sufi kelimesinin köklerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Kemer kuşanmak Hz. Resullullah’ın (SAV) sünneti, Ehl-i Beyte bağlılık, tâbi olmak ve tevekkül etmek olarak tarif edilmiştir. Şedd-i şerif, elifi-nemed, kanberiye, tiğbend ve palhenk başta olmak üzere, bağlama çeşitleri ve atılan düğüm sayısı göre, bele bağlanan kuşakların anlamları açıklanmıştır.
Hepsinin bir anlamı var
Eserde, rida, haydari, destegül, tennure denilen kıyafetlerin anlamları ile def, kudüm ve nây-ı şerif gibi musiki aletlerinin kullanımlarının hangi durumlarda helal olacağına dair şer’i deliller nakledilmekte , teslim taşı, keşkül, cilbend, Ali Sofrası, küpe, nefir, teber, hançer, topuz, Rufai gülü, asa, mütteka, seccade, post gibi tarikatlarda kullanılan eşyanın tarifleri yapılarak kullanım sebepleri anlatılmaktadır.
Medeniyetimizin ve inancımızın en derin manalarının en basit kıyafetlere ve kullanılan günlük eşyalara bile nasıl nakış nakış işlendiğini görmemiz açısından bu eser ibret gözüyle okunmalıdır. Şiddetle tavsiye ediyoruz.
Abdülhamid Ahdar haber verdi
İlgilenenler İçin; Tarikat Kıyafetleri, Yahya b. Salih el İslamboli, Haz. M.Serhan Tayşi – Mustafa Aşkar, Sufi Kitap Yayınları, İstanbul 2006
Kaynak: Dünya Bizim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.