Ruhani ikinci dönemini tamamlayabilecek mi?

Ruhani ikinci dönemini tamamlayabilecek mi?
İran'da cumhurbaşkanıyla dini lider arasındaki gerilimi takip eden analistlerin aklında iki soru var: Bu kavga en nihayetinde nereye varacak? Cumhurbaşkanı Ruhani görevdeki ikinci dönemini tamamlayabilecek mi?

İSTANBUL - Selim Celal

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, dini lider Ayetullah Hamaney ile yaşadığı gerginliklerin arasında, 3 Ağustos itibariyle ikinci dönemine resmen başladı. Yaşanan gerginlik, son birkaç aydır, ortaya çıkış sıklığı ve barizliğiyle farklılık gösteriyor. Ne dini lider ne de cumhurbaşkanı, konuşmak için çıktığı kürsüden öteki aleyhinde konuşmadan iniyor. Birbirlerine doğrudan isimleriyle hitap etmelerine ramak kalmış durumda. 

Olayların gerçekleşme sırası göz önüne alındığında, birçok gözlemci, kavganın tahmin ettikleri bir sonraki bölümünü bekliyor ve herkesin aklında iki soru var: Bu kavga en nihayetinde nereye varacak? Cumhurbaşkanı Ruhani görevdeki ikinci dönemini tamamlayabilecek mi?

Bu bağlamda, tarihte akla ilk gelen benzer olay, İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Ayetullah Humeyni ile o zamanki cumhurbaşkanı Ebul Hasan Beni Sadr arasında yaşanan ve Beni Sadr'ın 1981'de azledilmesiyle neticelenen kavga. Bu analojinin geçerlilik seviyesini özellikle artıran şey ise dini liderin, Ruhani'nin de bulunduğu bir mecliste yaptığı bir konuşmada, doğrudan bu meseleye atıf yapması ve benzer olayların vukuuna karşı uyarıda bulunması olmuştu. Birçok analist, dini liderin bu açıklamasını, Cumhurbaşkanı Ruhani'ye Beni Sadr'ın akıbetini paylaşabileceğini ihsas ettiren açık bir ikaz olarak ele aldı. Daha sonra, 30 Haziran 2017'de İran Yargı Sözcüsü Muhsini Ejei Tahran'daki Cuma namazındaki konuşmasında, Beni Sadr-Humeyni kavgasını çok daha derin hatlarla ele aldı ve İran’a yönelik yeni bir dizi fitne-fesat faaliyetinin gerçekleştirileceği öngörüsünde bulundu.

Yaşanan kavga Humeyni-Beni Sadr analojisi üzerinden tahlil edecek olursa, Ruhani'nin de en sonunda yargılanıp görevden alınacağı neticesi çıkarılabilir. Fakat bu tarz tarihsel bir tahlil yapmak pek bilimsel olmaz. Tarihsel tahlillerle ilgili olarak, ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissinger "Farklılıklar da benzerlikler kadar önemlidir" demişti. Dolayısıyla tarihsel bir tahlil yaparken, bir göz benzerliklere odaklanırken diğer göz de eşzamanlı olarak farklılıklara odaklanmalı. Ancak o zaman somut bir analiz ortaya çıkabilir.

Bu iki vaka arasında bazı benzerlikler olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte, farklılıkların listesi de oldukça uzun. Bu nedenle, herhangi bir sonuca sıçramadan önce, bu farklılıkların da net bir şekilde anlaşılması gerekiyor.

Beni Sadr Humeyni'ye karşı kıyam ettiğinde, arkasında Halkın Mücahitleri Örgütü isimli çok güçlü bir organizasyon vardı. Bu örgüt halihazırda silahlanmış durumdaydı ve sokak savaşlarına hazırdı ve gerçekten savaştı da. Ruhani'nin durumuna bakacak olursak, şimdiye kadarki cesaretine rağmen, kendi 'siyasi markasını' oluşturma başarısını gösteremedi. Ruhani hâlâ eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin gölgesinde nefes alıp veriyor. Geçen Mayıs ayında, yeniden seçilme kampanyasında, “Muhammed Hatemi'nin selamlarını kendi seçmen kitlesine ileteceğini” söylemişti. Bu arada merhum Rafsancani'nin mirasından da istifade ediyor. Ama yine aynı şekilde, kendi özel seçmen kitlesini oluşturabilmiş değil. Heterojen bir yapıda olan destekçi kitlesinde reformcular, yeşil hareket aktivistleri, ılımlı muhafazakarlar, etnik-dini azınlıklar ve hatta sırf sisteme olan nefretinden dolayı Ruhani'ye oy veren 'negatif seçmenler' var. Dolayısıyla Ruhani, Beni Sadr'ın vardığı uç noktaya kadar gitmeyi göze alamaz.

Yine de Ruhani işi böyle aşırı bir noktaya vardırırsa, dini liderin onu azletmesi, Humeyni'nin Beni Sadr'ı azletmesi kadar kolay olmayacaktır. Bunun sebebi ise İran'ın 1981 yılındaki siyasi sisteminin parlamenter olması. Yani Beni Sadr doğrudan yürütmeden sorumlu değildi ve kendisine Ayetullah Humeyni ve İran Meclisi tarafından zorla kabul ettirilmiş bir başbakan vardı. O sıralar İslam Cumhuriyeti Partisi ve diğer devrimci grupların kontrolünde olan İran meclisiyle süren uzun bir anlaşmazlıktan sonra Beni Sadr, Muhammed Ali Recai'yi başbakan olarak kabul etti. Recai de bütün kabine üyeleri gibi Ayetullah Humeyni'nin talebelerindendi.

Üstelik Humeyni Beni Sadr'ı azlettiği sırada, İran halkı kendi suretini adeta 'dolunayın üstünde' görüyordu. Humeyni, kendisine muhalefet edenlere çok sert biçimde muamele ediyor olmasına rağmen, neredeyse Şia'nın gaybubette olduğuna inanılan 12. imamı İmam Mehdi olarak görülüyordu. Kısaca, Humeyni'nin liderliği boyunca hiçbir meşruiyet sorunu yaşamadığını söyleyebiliriz. Ancak şimdiki dini lider, Humeyni'nin keyfini sürdüğü karizmadan yoksun. Hatta ciddi bir meşruiyet sorunu yaşadığı da iddia edilebilir. Bunun için en yakın dostları, kendisi hakkında menkıbeler yaymakla meşgul: Bir gün (İmam Mehdi'nin sırra kadem bastığına inanılan Kum şehri yakınlarındaki) Cemkerân Kuyusu'nda İmam Mehdi ile düzenli olarak birebir görüşmeler yaptığı iddia ediliyor; başka bir gün, doğduktan hemen sonra “Ya Ali!” diye sayha attığı söyleniyor. Ancak bütün bu gayretlerin halkta beklenen karşılığı bulduğu söylenemez.

Daha da önemlisi, Humeyni cesur, devrimci bir liderdi. Devrim boyunca tek maddelik talebine bağlı kaldı: "Şah gitmeli!" Devrimden sonra da kararlı duruşunu sürdürdü. Anayasa krizi sırasında şöyle dediği naklediliyor: "35 milyon 'evet' dese bile ben 'hayır' diyeceğim!" Ayrıca aldığı kararların sorumluluğunu da üstlenecek kadar cesurdu; bu karar ister İran-Irak savaşını uzatmak, ister ateşkesi kabul etmek olsun. Fakat Hamaney bu ölçüde özgüvende sahip bir figür değil. Hatta 'tavşana kaç, tazıya tut’ taktiği izlediği söylenebilir. Hamaney nükleer müzakereler sırasında çelişkili beyanatlar verip durdu: Bir gün nükleer anlaşmanın aleyhinde, diğer gün lehinde oldu. Ayrıca yaptığı açıklamalar da farklı yerlere çekilebilecek cinstendi. Dolayısıyla hangi tarafta durduğunu tayin etmek çok zor oldu. Bir yandan 'kahramanca yumuşaklık'tan söz ederken, diğer yandan devrimci fikirleri savunuyordu. "Adamlar hata yapar; büyük adamlar ise büyük hatalar yapar" denilir. Fakat büyük adamların, yaptıkları hataların sonuçlarıyla yüzleşecek kadar cesarete sahip oldukları da eklenmeli. Hamaney'in ise bu ölçüde bir cesareti olmadığı söylenebilir. Gerçi Hamaney bir konuda çok iyi: O da mevcut durumdan faydalanmak. Ancak Ruhani'yi görevden almanın riskleri de yok değil. Dolayısıyla dini lider böyle bir riski almaya hazır görünmüyor.

İlkeli bir kişi olduğu için Beni Sadr'ın insan hakları ihlallerine karışmadığını veya en azından böyle işlere karışacak vakti olmadığını belirtmek gerekiyor. Ancak Ruhani, 2013'te cumhurbaşkanı seçilmeden önceki kariyerinin büyük bir bölümünde, güvenlikle ilgili üst düzey konumlarda görev yaptı. İran’da yaşanan ciddi insan ihlalleri açısından bakılacak olursa, Ruhani'nin geçmişinin Beni Sadr'ınki kadar temiz olmadığı söylenebilir. Bir cumhurbaşkanı olarak her zaman geçmişini müdafaa etti ama hiçbir zaman geçmişte yaptığı şeyleri ne itiraf etti ne bir pişmanlık ifadesi kullandı ne de özür diledi.

En son, fakat bir o kadar önemli bir husus olarak şunu söyleyebiliriz ki Humeyni ve Beni Sadr arasında yaşanan kavga, bir din adamıyla ona tabi olan siyasetçi arasındaydı. Fakat Hamaney-Ruhani kavgası iki din adamı arasında cereyan ediyor. İkisi de aynı argümanları kullanıyor, aynı mantığa müracaat ediyor. Mesela 5 Haziran'da yaptığı konuşmada Ruhani, halkın üzerinde yetki sahibi olduğu iddiasını temellendirmek için (Hz. Ali'ye atfedilen sözlerin bir derlemesi olan) Nehcü'l-Belâga adlı esere atıfta bulundu. Daha net söyleyecek olursak, Hamaney de Ruhani de aynı silahlarla mücehhez durumda. İkisi de birbirleri aleyhinde 'tekfir' fetvası verebilecek yetkiye sahip. Bir İran atasözü "demiri ancak demir keser" der.

Yukarıdaki meseleleri nazara verdikten sonra şunu söyleyebiliriz ki Ruhani ve dini lider arasında yaşanan çatışmanın devam etme ihtimali olmakla birlikte, henüz tam teşekküllü bir savaş öngörülebilir değil. Bu nedenle, birbirlerine karşı kullandıkları sert ifadelere rağmen, 'kahramanca yumuşaklık' seçeneği de daima masalarında duran bir demirbaş olacak.

[Selim Celal İstanbul’da yerleşik bir araştırmacıdır ve İran dış politikası ve iç siyaseti hakkında çalışmaktadır]

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.