Rabia Christine Brodbeck: Ramazan ve Tevbe
Rabia Christine Brodbeck: Ramazan ve Tevbe
Oruç ‘ben’ merkezli maddesel değerleri yok eder. Dinleri ayırmaya, ülkeleri ikiye bölmeye, toplumları ayırmaya, kardeş kavgasına, üst ve alt sınıf arasındaki mesafeye, ailelerin parçalanmasına, toplumların dejenere edilmesine karşı bir panzehirdir.
Ramazan ayında tevbe kapıları sonuna kadar açıktır ve
Allah’ın lütfu ve rahmeti kesintisiz akar.
Rahman ve Rahim olan Rab’lerinden Muhammed ümmetine gelen ilahi armağanların içinde “ayların sultanı”, nurlu ay Ramazan’dan daha kutsalı yoktur. Mübarek Ramazan ayında İslam dininin güzelliğini ve mükemmeliyetini kutlarız. Bu kutlu ayın gizli iç hazineleri İslam’ın iç hazinelerine eşdeğerdir. Ramazan’ın ruhunu yaşadığımız ölçüde İslam’ın özünü de yaşayabileceğiz. Insanların çoğu için Ramazan ayında oruç önceliklidir. Hâlbuki biz oruçla aslında Kur’an-ı Kerîm’in indirilişini kutlarız. Mübarek ay, ilahî âyetlerin insanlığa indirildiği Kadir Gecesi’ni şereflendirmek üzere verilmiştir. Bu yüzden Ramazan aklı, kalbi, ruhu Kur’an âyetleri için açmak üzere verilmiştir.
Ramazan’ın ruhu ilahî âyetlerdir. Ramazan beden ise Kur’an-ı Kerim onun ruhudur. Bu yüzden Ramazan ayına nur ayı, on bir ayın sultanı ve bin aydan daha hayırlıdır denmiştir. Ramazan, müminlerin içinde bin aydan daha hayırlı, tüm gecelerin sultanını ihya ettikleri bir saray gibidir. Bu nedenle müminler sonsuz bağlılıklarıyla Ramazan’a olan saygılarını göstermek üzere oruç tutar, ibadet eder, dua eder, hizmet eder, Kuran-ı Kerim okur, zekât verirler. Kur’an okuyan insanın kabri Kur’an’ın nuruyla aydınlanacaktır ve insan böylece kabrin karanlığını görmeyecektir. Ramazan’ın nuru ise müminleri haşir gününün karanlığında bırakmayacaktır.
Efendimiz hadisinde şöyle buyurur; “Şayet ümmetim Ramazan ayının onlar için ne büyük bir ilahî rahment ve bereket olduğunu anlayabilseler, Ramazan ayının tüm seneyi doldurması için Rablerine yalvarırlar. Çünkü bu ayda bütün a’mâl-i salihâ misliyle mükâfatlandırılır. İbadetler kabul edilir, istenen verilir, geçmiş günahlar affolunur. Ramazan’da cennet, ümmetime aşık olur.” “Ramazan’ın ilk günü, İblis ve şeytanlar demir zincirlerle bağlanır. Cehennemin kapıları kapanır. Ramazan’ın her gecesi Allah kullarına; İsteyen yok mu, vereyim. Tevbe eden yok mu, tevbesini kabul dedeyim. Af dileyen yok mu, affedeyim, der.”
Rahman ve Rahîm olan Allah Ramazan ayını oruç tutanlara, Kur’an’da defalarca tekrar edilen Gafûr ve Rahîm isimlerinin tecellilerini göstermek için yaratmıştır. Oruç tutan müminler için, özellikle Ramazan ayında tevbe kapıları sonuna kadar açıktır ve Allah’ın lütfu ve rahmeti kesintisiz akar. Oruç, kişinin manevî hastalıklarından şifa bulmasını sağlar, ona kendini yenileme fırsatı sunar ve nihayet onun Allah’tan gayrı her şeyden arınmasına vesile olur. Bu, Yaratıcı’dan af dilerken tam bir teslimiyet gösterilerek gerçekleşir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyrulur; “Allah O’na tevbeyle dönenleri ve arınmış ve temiz kalanları sever.” (Bakara, 222)
Gerçek tevbe kalpten gelir, insanın Yaratıcısına kalpten yalvarmasını ifade eder. Gönülden yapılan tevbe, Allah’ın rahmet kapılarını açan nur gibidir, insanı arındırır. Pişmanlık, samimi boyun eğme ve samimi itaatte ana etken aşk olmalıdır. Pişmanlık yaratılanın Yaratıcısıyla alçakgönüllü bir ilişki kurmasıdır. Hakiki pişmanlık ve tevbe, dünyayla bağlantıları kesip gözü yaşlı niyaz içinde, tüm kalple Yaratıcıya dönmektir. Tevbe, lanetlenmiş şeytandan, dünyanın cazibesinden, bedenin ağırlığından, nefsin isteklerinden Allah’a sığınmaktır. Hakiki tevbe Allah’tan korkmak ve O’nu (cc) sevmektir. Gerçek pişmanlık Allah’ın affını, merhametini dilemektir. Hakiki pişmanlık kişinin kulluğunu ve Rabbine olan mutlak ihtiyaç ve bağımlılığına dair idrak ufuklarını açabilir.
Pişmanlık kendini dünyanın bağlarından kurtarıp Allah’ın eline teslim etmektir. Hakiki tevbe çabalarımız bizi ilk insan, insanların atası Hz. Adem (as) ile buluşturur, onun gibi varlık çölünde kızgın kumlarda, kalbinde aşk ve arayış ateşiyle, gözlerinde sel gibi akan yaşlar ile yalın ayak yürütür. Tevbemiz bizi onun ayak izlerinden götürmeli, çünkü o pişmanlık gözyaşlarıyla Cenab-ı Allah’ın muhabbetini, mağfiretini ve rızasını aramıştır. O ayrılık acısını yaşıyordu ve Allah’tan sadece tek bir şey istiyordu: Af ve mağfiret.
Genel insanî zaaflarımızı ikrar etmeli, yüzümüzü toprak etmeli, bütün yetersizliklerimizi bilmeliyiz. Bu ikrarlar, kalbimizi yumuşatıp onu merhamet ve aşkla dolduracaktır. İnsan acziyetini, küçüklüğünü, muhtaçlığını ve zafiyetini idrak etmeli. Bütün sahte kuvvetleri ondan gitmeli, çünkü o sahte, mevhum kudretler insandan ayrıldıktan sonra Allah’ın nusreti ve inayeti tam olarak iner. O zaman da artık O’nun irade, bağışlanma ve rahmet kösü çalmaya başlar. Kişi çaresizliğini, güçsüzlüğünü hissetmeden nasıl kalp gözü açılabilir? Nasıl Vahidü’l Ehad’i bulabilir, nasıl Yaratıcı’nın Celal ve Azametini algılayabilir? Varlık âleminde utanç, haya ve edeb duymadan nasıl gerçek insanlığı keşfedebilir? Eğer tevbe, kişinin tüm kalbiyle Allah’a dönmesi, dünyadan ve içindekilerinden, aşağı arzularından, isteklerinden ve hırslarından feragat etmesi olarak idrak edilirse, o zaman kalbimizdeki aşk fısıltılarını sevgili Rabbimize duyurabiliriz. İşte bu kurbiyet, samimiyet diyarıdır.
Allah dostu Sehl-i Tüsterî der ki; “Allah bir kimseyi severse, sevdiği kişiye günahlarını büyük gösterir ve ona tevbe kapısını açar. Bu kapı Cenab-ı Hakk’a kurbiyet bahçelerine açılır. Allah bir kimseye kızarsa, günahlarını onun gözünde küçültür ve onu çeşitli belalarla cezalandırır; ancak o kimse günahlarını küçük görecek kadar talihsiz olduğundan, tavsiyelere uymaz ve sonunda hüsrana uğrar ve mutsuz olur.” Samimi bir mü’min asla tevbe halini terk etmez çünkü o daima Allah’ın huzurunda olduğunun bilinciyle yaşar. Her zaman ve her yerde Rahman’a sığınır bundan dolayı o, Allah’ın tekliği, yüceliği ve mükemmelliği önünde kendi yetersizliğinden ve hiçliğinden asla habersiz değildir. Gerçek âşıklar Allah’ı bir an bile unutsalar pişman olup o bir anlık gafletten arınma ihtiyacı hissederler, oysa insanların çoğu yalnızca günah işlediklerinde tevbe etme ihtiyacı hissederler.
İslami takvimin en önemli gecelerinden biri “Berat” kandilidir. Bu geceyi tam manasıyla ihya eden müminler bilirler ki, bu kandil, Peygamber Efendimizin sabahlara kadar ümmetinin bağışlanmasını istediği üç geceye yayılmıştır. İlk gece Allah, ümmetinin üçte birini, ikinci gece üçte ikisini, üçüncü gece ise tamamını affetmiştir. Bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre, dört kişi Peygamberimize danışmaya geldiler. Her birinin başka bir derdi ve sorusu vardı, ama aldıkları cevap; “Kadir-i Mutlak önünde tevbe et!” Hz. Yusuf (as) kuyudan çıktı, on dört yıllık hapis hayatından kurtuldu, kırk yıl ayrı kaldıktan sonra babasına kavuştu, Mısır valisi oldu. Ama bu ihsanların hiçbirinde itminan bulmadı. Rabbinden kardeşlerinin bağışlandığına dair işaret alıncaya dek kalbi rahata kavuşmadı. Bu nedenle on yıl boyunca Allah’ın kardeşlerine rahmet ve mağfiretle muamele edeceği müjdesini alana kadar her geceyi aralıksız niyazla geçirdi. Yusuf peygamberin kardeşlerine karşı üstün şefkat ve merhamet vasıfları Mevlana Celaleddin Rumi tarafından Divanı Kebir’de en mükemmel şekilde şöyle tasvir edilir: “Duydum ki Yusuf (as) on sene boyunca uyumamış. O sultan, kardeşleri için Rabbine yalvardı da durdu. ‘Ya Rabbi! Onları affedersen, affedersin. Ama affetmezsen âlemi matemle doldururum. Ya Rabbi! Onları azabın yakalamasın, zira içinde aniden düştükleri günahın pişmanlığıyla kavrulmaktalar!’ dedi. Uzun gece namazlarından Yusuf’un ayakları kabardı, gözleri ağlamaktan kan çanağı kesildi. Matemi ta gökleri tutup meleklere vardı ve o zaman rahmet deryası kabarıp taştı. 14 şeref ve izzet cübbesi indi semadan; ‘Bütün 14’ünüz kullarımın içinde peygamber, elçi ve hadimler oldunuz!’ İşte yaratılmışları azap ve fesattan azat etmek için şeyhin gece gündüz mesaisi böyledir.”
Tevbe O’nun (cc) cezasından affına, gazabından rızasına sığınmaktır. Ancak Allah’a iltica etmek yaratılmışları Yaratıcılarına yaklaştırabilir. Müminler için Cenab-ı Allah’a iltica etmek yüce bir görevdir. O’na olan ihtiyacımızın farkına varalım ve hayatımıza bu ihtiyaca göre şekil vermeye çalışalım. Rabbimize, O’na olan ihtiyacımızı arttırmalıyız ve O’na bağlı olarak yaşamalıyız.
Ramazan ayımız’da kendimizi şirkten muhafaza etmeli ve daimi dua, niyaz ve secdelerimizde sığınmalıyız. Ferdiyetçiliğimizi bir kenara bırakıp hepimiz Ümmet-i Muhammed potasında erimeliyiz. Bir aile, bir beden, bir vücud, yekvücut ve bütün insanlık ile ihvan olmalıyız. Ahlâkî iflası bırakıp kutsal “ihram” haline girmeliyiz. Allah bizim itaatimizi bozulmamış fıtrata göre görmek, niyetimizi sağlam, işlerimizi benzersiz, sevgimizi sonsuz ve şartsız ve cömertliğimizi kahramanca istiyor. Alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (sav)’in, insanlık için gönderilen tüm peygamberlerin, Ehl-i Beyt’in ve Ashab-ı Kiram’ın izinde yürümekten asla vazgeçmemeliyiz. Bütün kâinata rahmet olarak gönderilenin ve ona tabi olmuşların kulu-kölesi olmalıyız. Kur’an’da; “Size nimetlerimizi bol bol verdik” buyruluyor. İnşirah Suresi’nde de buyrulmuş ki: “Göğsünü genişletmedik mi?” Rahman ve Rahim olan Rabbimizin bu denli sonsuz nimetlerine mazhar olan müminler olarak, kabiliyetlerimizi genişletmeye ihtiyacımız var. Kalbimizde derç edilen bu muhabbet ve merhamet hazinesini keşfetmeye ihtiyacımız var. Halikımıza, bize nimetlerin en büyüğü olan ümmet-i Muhammed (s.a.v)’e dâhil olma şerefini bahşettiği için ve en büyük semavi kitap olan Kur’an-ı Azimü’ş-şan’ı ihsan ettiği için sonsuz şükran borcu içerisindeyiz. O’na ve tüm kâinata karşı evrensel bir şuur içerisinde tüm insanlığa kucak açma borcumuz var. İslâm dini sevgi dinidir. Güzelliği, evrenselliği ve herkesi kucaklayan sınırsız aşkı öğretiyor. İnsanlar arasında milliyet, ırk, topluluk, mevki, ülke ayrımı yapmaz. Hepimiz, tevhid temsilcileri olan Hz. Âdem’in torunları. Hâbil’in çocuklarıyız. Kulluk sorumluluğunu taşıyoruz. Bizler meleklerin secde ettiği mahlûklarız. Emanet-i ilahiyenin hamilleriyiz. Allah’a karşı ölümden korkmama ve kulluk vazifelerini yerine getirerek hakikat yolunda yürüme borcumuz var. Hak yolunda şehit olanlara, onların izinden gitme borcumuz var. Allah adına savasçı olmak, bizim borcumuz çünkü biz Rahmetenl’il âleminin halifesiyiz. O’nun yolunda mücadele etme, cihada girme borcumuz var.
Hatırlatalım; Oruç ‘ben’ merkezli maddesel değerleri yok eder. Dinleri ayırmaya, ülkeleri ikiye bölmeye, toplumları ayırmaya, kardeş kavgasına, üst ve alt sınıf arasındaki mesafeye, ailelerin parçalanmasına, toplumların dejenere edilmesine karşı bir panzehirdir. Kaybolan maneviyattır, kucaklaşmadır, beraberliktir, birliktir, kardeşliktir, toplumlardır. Oruç, Allah’a olan sevgimizin artması için “dünyadan oruç tutma”ya dönüştürülmediği takdirde, oruçlarımız yitik birer çaba ve mücadele olarak kalacaktır. Sonuç, iftar anında yenilen birkaç lokma güzel yemekten başka bir şey olmayacaktır. Oruç ayının hikmeti şudur; mideni tamamen yemekle doldurma ki içindeki “marifet” nurunu görebilsin.
Abdulkadir Geylani şöyle nasihat eder: “Manevi kültür, Sufilik, uzun sohbetlerle değil, açlıkla ve alışık olduğunuz ve sevdiğiniz şeyleri terk etmekle olur.” Sonunç olarak, bu mübarek ay içerisinde gerçek bir oruçla âlemlerin Rabbine şükranlarını sunarak muhabbetlerini ispatlama fırsatı elde ederler. En mükemmel oruç, her şeyi bir yana bırakıp Sevgili’yle olmaktır; böylece kalpte yalnız O’nun sevgisi kalır. O zaman, Ramazan ayının hikmeti ve yeryüzündeki gaye-i hayat gerçekleşir. Oruçlu, “O onlardan razı, onlar da Ondan razı” mertebesinde erişir.
Hazreti Mevlana der ki: “Allah’tan kaçıyorsun ama yiyeceklerden kaçmıyorsun. Dinden kaçıyorsun ama putlarından kaçmıyorsun. Ey bu aşağılık dünyayla olmadan yapamayan! Onu altına halı gibi serenle olmadan nasıl yaşayabiliyorsun? Ey bu lüksler ve konfor olmadan edemeyen! Cömert Allah olmasa sen ne yapardın? Bir kimse bir şehirde cömert bir adamın muazzam hediyeler ve nimetler dağıttığını işitse, tabiî olarak bir pay alma umuduyla oraya gider. Rabbimizin nimetleri ise meşhurdur ve O’nun Rahmetini bütün dünya bilir. Öyleyse neden O’ndan dilemiyorsun? Neden şeref cübbesini arzulamıyorsun?” “Sıkıntınız ve hazımsızlığınız sözlerin tekrarından değil açlığınızın azlığından.” “Bedene verilen lezzet sizi hamlaştırır fakat çektiği acı sizi olgunlaştırır. Dinin teklifi altına girmedikçe hakiki imanı elde etmiş olmazsınız.”
Altınoluk Dergisi - Temmuz 2013, Sayı: 329, Sayfa: 010
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.