Prof. Dr. Süleyman Uludağ: “Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tesis ettiği ahlak evrensel boyuttadır.”

Prof. Dr. Süleyman Uludağ: “Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tesis ettiği ahlak evrensel boyuttadır.”
Aslında insan, ruh ve mana yönü ile beden ve suret yönünden oluşan bir varlıktır. İnsanın ruhu oldukça değerlidir.

İslam’da kısas vardır, mağdur ve mazlum isterse kendine gadr ve zulmedeni cezalandırabilir. Birçok durumda bu cezalandırma işini mağdur ve mazlum bizzat değil, mahkeme ve kadı aracılığıyla yapar. Doğrudan cezalandırma yoluna gitmesi fitneye ve kavgaya yol açar.

Şemseddin Sami’nin “Beşeriyet ile insaniyet arasında çok fark vardır. Beşeriyet; insanın her türlü ahval-i tabiiyesine, insaniyet ise ruhani fazilet ve kemâlâtlara aittir.” sözünden hareketle beşerden insan olmaya, kâmil manada insan olmaya doğru giden yolda ahlakın yerinden ve öneminden söz eder misiniz?

Şemseddin Sami değerli bir lisan âlimi ve biyografya yazarı, önemli bir ilim adamıdır. Fakat zikrettiğiniz ifadesi yeteri kadar açık değil ve pek doğru da gözükmüyor. Ragıb’ın el-Müfredat’taki (s. 47) beyanına göre insan derisinin dış yüzüne beşer, iç yüzüne edeme denir. Diğer bazı canlılarda olduğu gibi insan derisinde yün ve tüy bulunmadığından ve derinin üzeri örtülü değil açık olduğundan insana beşer denilmiştir. Kur’an’da beşer denilince insanın bedeni anlaşılır. Bu husus dikkate alınarak zahir ve bâtın faziletlerini nefislerinde gerçekleştiren kişilere kâmil denir.

Aslında insan, ruh ve mana yönü ile beden ve suret yönünden oluşan bir varlıktır. İnsanın ruhu oldukça değerlidir. Yüce Allah, Resulü’ne: “De ki ben ancak sizin gibi bir beşerim ama bana vahiy geliyor.” (Fussilet 41/6.) diye hitap ediyor. Hz. Peygamber de beşer olduğunu gerektikçe beyan ediyor ve “Ben sizin gibi bir beşerim, yapmam gereken bir şeyi unutursam bana hatırlatınız.” (Buhari, Salat, 34.) buyuruyor.

İnsan, beden ve ruh ikilisinin oluşturduğu bir varlıktır. Yine Allah Resulü: “Hak Teâlâ insanı kendi suretinde yarattı.” diyor ve insanın bedenine özellikle de yüzüne dikkat çekiyor. Tin suresinde “Gerçek şu ki biz insanı en güzel surette ve şekilde yarattık.” (Tin, 95/4.) buyuruyor. Şekil ve suretten maksat insanın bedenidir yani tabiat ve maddi tarafıdır.

Beşer ve insan denilen bu varlığın içi ve özü (bâtını) ruh, dışı ve şekli bedendir. Ruh kadar olmasa da bedene de özellikle önem verilir ki hayatını kaybedenlerin cesetlerine bile saygı gösterilmesi bunu gösterir. Beden topraktan yaratılmış, yine toprağa gidiyor. (Taha, 20/55.) Ruh ise ırci’i (dön) emrine uyup Rabbine gidiyor. (Fecr, 89/28.) Günah ve kötülükle kirlendikleri için ilahi huzura dönüşten mahrum olan nefisler de vardır.

Bahsedilen sebeplerden dolayı meseleyi “beşer-insan” şeklinde değil, “beden-ruh” şeklinde ele almak lazımdır. Sonuç şudur: Esas olan ruhu, aklı ve kalbiselimi bedene ve beden kaynaklı arzulara hâkim kılmaktır; bedenî ve nefsani arzuları aklıselimin ve şer-i şerifin denetimi ve gözetimi altında bulundurmaktır. Kemale ve fazilete giden yol budur. İyi bir ahlakın ve ihlaslı bir ibadetin yolu da budur.

Bizim için ahlakın kaynağı din-i mübin-i İslam’dır. Din insanları iyiliğe sevk eden, kötülükten sakındıran ve onların kurtuluşunu sağlayan yegâne yoldur. Buradan hareketle din ve ahlak ilişkisinden söz eder misiniz?

Din de ahlak da toplumların, tamamına yakın insanların temel değerlerinden iki önemli unsurdur. Her toplumun dini ve ahlakı vardır. Bu bakımdan güzel ahlaka sahip gayrimüslimler de az değildir.

İslam’da ahlakın üç kaynağı vardır:

1) Vahiy, kutsal kitap ve örnek peygamber: Allah (c.c.) bizlere: “Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21.), “Andolsun, onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine, 60/6.) ayetleriyle bildirmiştir.

2) İnsan fıtratı, tabiatı ve yaratılışı: Yüce Allah: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir; Allah fıtratında değişme yoktur. İşte doğru din budur. Lakin insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum, 30/30.) buyrulmuştur. Hz. Peygamber de: “Her doğan bebek fıtrat üzere doğar.” (Müslim, İman, 264.) buyurmuşlardır. Bunun anlamı her ferdin yapısında ahlak bilinci vardır, tıpkı din duygusu bulunduğu gibi. İnsanlar fıtraten ve doğuştan ahlak bilincine sahip ve onu kabule hazır ve meyillidirler.

3) Ahlakın üçüncü kaynağı kalbiselimdir, buna aklıselim ve vicdan da denir. İnsanların mayasında ahlak hissi ve şuuru mevcuttur. Bu şuur kiminde azalsa, kirlense ve körelse de insanların çoğunda bu duygu vardır.

Müminler ahlakın bu üç kaynağından beslenirler, gayrimüslimler ise genellikle son iki kaynaktan nemalanırlar. Buna rağmen yazıktır ki Müslüman toplumlar ahlak itibarıyla olmaları gereken seviyede değiller.

İslam’da din ve ahlak ilişkisi iç içedir, ahlak kuralları ibadetlerin hükümleri kadar önemlidir. Doğru söylemek dinen ve ahlaken farzdır, yalan söylemek de dinen ve ahlaken haramdır. İbadet hayatına önem verenlerin ahlak kurallarına uymaya da o kadar hatta daha fazla önem vermeleri gerekir. Zira ibadet Allah’ın hakkıdır. Ahlak ise hem Allah’ın hem de kullarının hakkıdır. Bir ahlak kuralının ihlal edilmesi hem günah hem de şerdir, kötüdür; kurala uyulması ise hem sevap hem fazilettir.

İnsan çift kutuplu bir varlık olarak yaratılmıştır. Şems suresinde buyrulduğu üzere “Allah insan nefsine fücurunu da takvasını da ilham etmiş” yani ona iyilik ve kötülük yapabilme kabiliyeti vermiştir. Dolayısıyla insan ahlaki açıdan nasıl bir sınamayla karşı karşıyadır?

Allah, âlemi zıtlıklarla birlikte yaratmıştır. Ahlaki ve dinî anlamda aklıselimin ve şer-i şerifin iyi, güzel, faydalı ve lüzumlu gördüğü her şey hayır; kötü, çirkin, zararlı ve lüzumsuz gördüğü her şey şerdir. Hayır sevap, şer günahtır. Yüce Allah Şems suresinde “Biz insan nefsine hayrın ve şerrin ne olduğunun bilgisini ve bu ikisini yekdiğerinden ayırt etme yeteneğini, birinin zararlı, öbürünün faydalı nitelikte olduğunu bildirdik.” diyor ve ekliyor: “Nefislerini terbiye ve ıslah edenler, ikisi arasındaki farkı görürler; nefislerini kirleten ve bozanlar ise bunu göremezler zira basiret gözleri kördür.”

Sonuç itibarıyla biri iradesini hayır ve iyilik yönünde kullanır, kurtuluşa erer; diğeri ise şer ve kötülük yönünde kullanır hüsrana uğrar. Nitekim Hak Teâlâ: “Biz iki hedef gösterdik. Biri hayır diğeri şer. İnsanı ikisi arasında muhayyer bıraktık. Dileyen onu dileyen bunu tercih edebilme bilgisine ve iradesine, tercih ettiğini de yapabilme gücüne ve imkânına sahiptir.” (Kehf, 18/29; Beled, 90/10.) Allah Teâlâ, hayrı tercih edenden razı oluyor, onu ödüllendiriyor; şerri tercih edene de gazap ediyor ve onu cezalandırıyor. İnsan, yaptığı iyiliğin de kötülüğün de karşılığını bu dünyada da ahirette de görüyor. Yani ahlak kurallarına uymamanın maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi yaptırımları mevcuttur. Kimsenin yaptığı kötülük yanına kâr kalmayacaktır. Dolayısıyla dünya, bir imtihan yeridir ne mutlu imtihanda başarılı olana!

Hz. Peygamber’in ahlakını soran bir kişiye, Hz. Aişe annemiz onun ahlakının Kur’an olduğunu söylemiştir. (Müslim, Müsâfirîn, 139.) Bu hakikatten bizlerin çıkarması gereken dersler üzerine neler söylemek istersiniz?

Önce şunu söyleyelim Yüce Allah, Resulü hakkında “Şüphesiz ki sen güzel bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.), “Şüphe yok ki Allah Resulü sizin için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 33/21; Mümtahine 60/4,6.) buyurmuştur. Sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) değil, diğer peygamberler de her hususta, özellikle de itikat, ibadet ve ahlak konularında çok güzel örneklerdir ve onların kıssaları, menkıbeleri ve hayat tarzları bizim için gayet faydalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabesi döneminde Müslümanlar arasında okuryazarlar çok az idi ve Mushaf da bir elin parmakları sayısı kadardı. O dönemde müminler Allah Resulü’ne ve sahabesine bakarak onları örnek alarak ibadet ve ahlaki hayatlarını düzenliyor ve yaşıyorlardı. Allah Resulü gibi onun yetiştirdiği dindar müminler de sonraki nesiller için örnektiler.

Hz. Peygamber’in ahlakı Kur’an’daki ahlaktı, Kur’an ahlakı ilahi bir ahlaktır. Bu ahlak, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak ve Allah’ın vasıflarıyla sıfatlanmak esasına dayanıyordu. Allah Resulü Kur’an-ı Kerim’i lafzı ve manasıyla bildiği ve uyguladığı için bir nevi canlı ve konuşan bir Kur’an’dı. Hz. Peygamber’in varisleri de öyledir. Bu sebeple siyer-i nebi kitaplarını iyi okumak lazım. Bu tür dinî eserleri, takva sahibi bir âlimin veya irfan ehli salih bir mürşidin gözetim ve denetimi altında okumak son derece faydalıdır. Bu suretle talip hem Hz. Peygamber’in hayatını doğru olarak öğrenmiş hem de hâl sahibi salih mürşidin ya da takva sahibi âlimin yaşadığı dinî ve ahlaki hayatı yakından tanımış, onları örnek almış olur. Böylece din ve ahlak meseleleriyle ilgili hususları bilginin ilerisine ve ötesine taşıyarak hakikatler hâline getirmiş olur ki önemli olan da ahlak hakkında bilgi edinmek değil, ahlaki davranışlara sahip olmaktır.

Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimizin (s.a.s.) üstün bir ahlaka sahip olduğunu bildirmektedir. (Kalem, 64/4.) Efendimiz de güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini haber veriyor. (İbn Hanbel, II, 381.) Bizlere onun bu yüce ahlakından söz eder misiniz?

Allah Resulü’nün ahlakına ve edebine dair hadis kitaplarında geniş bilgiler yer alır. Ayrıca onun ibadet hayatını konu alan pek çok hilye ve şemail kitapları yazılmıştır. Onun ahlakında istikamet, ihlas, samimiyet, ahde vefa, muhabbet, şefkat, merhamet, adalet, hak ve hukuka riayet, cömertlik, hayır ve yardımseverlik önemli bir yer tutar. Yüce Allah Hud suresinde “Habibim! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” buyurur. Hz. Peygamber’e en zor ve ağır gelen bu ayet ve benzeri diğer ayetlerdi. Saçları erken ağardı diyenlere Allah Resulü “Evet, öyle oldu. Beni Hud suresindeki ayet ihtiyarlattı.” demişti.

Mümin, Fatiha suresini okurken Allah’tan doğru ve dürüst olmayı ister. Bugün İslam âleminin en fazla ihtiyaç duyduğu şey de budur. Allah Resulü mekarim-i ahlak ve mehasin-i ahlak denilen güzel ahlakı tamamlamak ve daha mükemmel bir duruma getirmek için nebi olarak gönderilmişti. İslam’dan evvel de böyle bir ahlak vardı ama eksikleri vardı. Allah Resulü o eksikleri tamamladı. Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’in (s.a.s.) tesis ettiği ahlak evrensel boyuttadır. O, ahlak itibarıyla insanların en güzeliydi. (Buhari, Edep, 112.) Kendi ahlakının kaynağını da “İmanı en mükemmel olanın ahlakı da en güzel olur.” (Ebu Davud, Sünnet, 14.) buyurarak bizlere anlatmıştır.

Kur’an-ı Kerim bizlere iman ve ibadet ilkelerinin yanı sıra ahlakın da ilkelerini vazeden bir kitap. Bu ilkelerden biri de kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmayı ve savmayı öğütlemesi. (Fussilet, 41/34.) Kötülüğe iyilikle karşılık verme ahlakı örneği üzerinden Kur’an’ın vazettiği bu ahlakla bezenmek nasıl mümkün olur?

Bahsettiğiniz kötülüğe iyilikle karşılık verme ilkesi Kur’an’da ve hadislerde vardır. Mekke’nin fethi sırasında Allah Resulü’nün daha evvel eza ve cefalarına maruz kaldığı putperestleri nasıl affettiği, kin beslemediği ve intikam almayı düşünmediği, amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi bile affettiğini biliyoruz ama kötülüğe iyilikle karşılık verme ilkesi mutlak değildir. Kayıtlara ve şartlara bağlıdır. Güdülen siyasete göre de bu hususta farklı işlemler yapılabilir. Nitekim Allah Resulü Mekke fethedilince öldürülmeleri gereken müşrikleri affetmemiştir. Ayrıca şu mealdeki ayetlere de bakmak lazım:

a) Size karşı saldırana aynen size saldırdığı gibi misillemede bulunun. Allah’tan korkun daha ileri gitmeyin. (Bakara, 2/194,178,65.)

b) Eğer cezalandırma yoluna giderseniz misliyle karşılığını veriniz ama eğer sabrederseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Nahl, 16/126.)

İslam’da kısas vardır, mağdur ve mazlum isterse kendine gadr ve zulmedeni cezalandırabilir. Birçok durumda bu cezalandırma işini mağdur ve mazlum bizzat değil, mahkeme ve kadı aracılığıyla yapar. Doğrudan cezalandırma yoluna gitmesi fitneye ve kavgaya yol açar. Bununla beraber böyle durumlarda İslam mağdurun ve mazlumun uzlaşma, anlaşma, sabredip af yoluna gitmesini tavsiye eder ama bu bir tavsiyedir, emir değildir. Kötülüğe iyilikle mukabele daha ziyade ufak tefek kabahatlerde, işlenen suçlarda, görülen eziyetlerde bahis konusu olur ve bu durumlarda alicenaplık gösterip af yoluna gitmek, hatta durum gerektiriyorsa bazı kusur ve kabahatleri duymazlıktan ve görmezlikten gelmek, üstüne gitmemek her iki taraf için de toplumun huzuru için de daha hayırlı olur. Hak Teâlâ affedicidir, affedenleri sever, settardır, gaffardır, maslahat icabı bazı ayıpların ve kötülüklerin üzerini örter. Bütün bunlar İslam ahlakının kuralları ve yöntemleridir.

ÖZ GEÇMİŞ

Prof. Dr. Süleyman Uludağ Amasya’nın Akyazı köyünde dünyaya geldi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü (1967) mezunu olan Uludağ bir süre öğretmenlik yaptı. 1970’te Kayseri Yüksek İslam Enstitüsüne geçti. 1975’ten itibaren Bursa Yüksek İslam Enstitüsünde çalışmaya başladı. 1982 yılından sonra Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak hizmet verdi. Aynı yerde “İslam Açısından Musiki ve Sema” adlı tezle doktorasını tamamladı, doçentliğe ve profesörlüğe yükseldi. Çalışmalarını Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak sürdürdü. Nesil, Hareket, Dergâh, Türkiye Günlüğü, Çağrışım vb. dergilerde makaleleri yayımlandı. Tasavvuf konusunda yaptığı çalışmalarla tanındı, bu alanda en yetkin bilim adamlarından biri olarak kabul edildi. Çeşitli bilimsel toplantılara katılarak bildiriler sundu. İran’a ve Turan’a Seyahat adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliğinin 2002 Gezi Ödülünü alan Prof. Dr. Süleyman Uludağ, TDV İslam Ansiklopedisi Tasavvuf İlmî Heyeti Başkanlığı da yaptı.




Kaynak: Diyanet Dergisi

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.