Prof. Dr. Sinan Canan: “Maneviyat vazgeçilemez ve devredilemez bir ihtiyaç…”
Üsküdar Üniversitesi ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Mecazdan Hakikate Aşk Uluslararası Sempozyumu pek çok farklı alandan uzmanı bir araya getirdi. Sempozyumun üçüncü gününde konuşan Prof. Dr. Sinan Canan, maneviyat kelimesinin köken olarak manaya dair anlamına geldiğini belirterek maneviyatın susuzluk gibi giderilmesi gereken, vazgeçilemez ve devredilemez bir ihtiyaç olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Sinan Canan, insanın belli bir konuda aşk ve tutku ile çalıştığında günlük hayatta çok fazla başvurduğu mantık ve düşünme mekanizmalarının büyük oranda devre dışı kaldığına dikkat çekti.
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından birlikte düzenlenen Mecazdan Hakikate Aşk Uluslararası Sempozyumu üçüncü gününde önemli isimleri ağırladı.
Cemalnur Sargut: “Her şey aşktan doğuyor”
Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşkesi Nermin Tarhan Konferans Salonu’nda gerçekleşen sempozyumun üçüncü gününün açılış konuşmasını Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı, Kerim Vakfı Kurucu Üyesi Cemalnur Sargut yaptı. Cemalnur Sargut, üç gün boyunca devam eden sempozyumun çok verimli geçtiğini belirterek “Aslına bakarsanız neler söylendi ama hiçbir şey de söylenemedi. Ne söylenebilir ki aşk hakkında? Her şey aşktan doğuyor.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Canan ise çevrimiçi katıldığı Mecazdan Hakikate Aşk Uluslararası Sempozyumu’nda insan yapısı ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Prof. Dr. Sinan Canan: “Zor ilişki yoktur, az aşk vardır”
Aşk meselesi hayatımızın merkezinde olmadığı sürece zorlu bir ömür yaşadığımızı belirten Prof. Dr. Sinan Canan, “Özellikle öğrenciler içinde bulunduğumuz bu zamanda öğrenme, çalışma ve motivasyonlarını sürdürebilme gibi konularda sıklıkla problem yaşıyorlar. Bu gibi durumlarda sıklıkla tekar ettiğim bir söz var: “Zor ilişki yoktur, az aşk vardır.” İnsan; önünde herhangi bir engel bulunduğu zaman insanlığı ortaya çıkan, o engeli aşmak için kendisinin bile varlığını bilmediği birtakım potansiyelleri dünyaya yansıtabildiği zaman varlığını hissedebilen enteresan bir canlı. İnsan, dünyaya imkansızı bir şekilde becermeye gelmiş bir canlıya benziyor.” dedi.
Prof. Dr. Sinan Canan: “Büyüdükçe maneviyatın ihtiyaç olduğu fark ediliyor”
Anlamın buharlaştığı, bilginin artık ayırt edilemez kadar çoğaldığı ve insanların kafalarının çok karıştığı bir dönemde bir insanı yeniden ele almanın her vesile ile çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sinan Canan, “Tasavvuf gibi bir kadim gelenek penceresinden insanın çok önemli tarafları masaya yatırılıyor. Yetişme ve geldiğim kültür itibariyle ağırlıklı olarak maneviyatın çok önemli olduğu bir topluluktaydım. İnsanların dillerinden dökülen konular ve sorunlar maneviyata dayalıydı. Bunun sağladığı ruhi huzur başka bir konu ama biraz büyüdükçe maneviyatın çok önemli bir ihtiyaç olduğu bireysel olarak da fark edilebiliyor.” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Sinan Canan: “Maneviyat ihtiyacı vazgeçilemez ve devredilemez”
Maneviyat ihtiyacının vazgeçilemez ve devredilemez bir susuzluk misali giderilmesi gerektiğinin fark edildiğini ifade eden Canan, “Ama o ihtiyacı doğru bir şekilde giderebilmenin yollarını bulmak maharet istiyor. Dünyada şu an bulunan bütün inanç sistemleri, bütün anlatılar ve yeniçağ dinleri de dahil olmak üzere hemen hepsi aslında insanın maneviyat arayışına ve ihtiyacına birtakım cevaplar oluşturabilmek için bir çaba içerisindeler. Manevi kelimesi köken olarak manaya dair anlamına geliyor. ‘Bütün olan bitenlere, hayatta yaşadıklarımıza biz nasıl bir anlam yüklüyoruz, nasıl bir mana veriyoruz ve neden bir mana vermek zorundayız?’ soruları maneviyat meselesinde büyük hikayenin anlaşılabilmesi için bir giriş kapısı diye düşünüyorum.” dedi.
Prof. Dr. Sinan Canan: “İnsan bedeni 7 yılda bir yenileniyor”
Prof. Dr. Sinan Canan, beden ve beyin dediğimiz yapının bir yere kadar diğer canlılarla hemen hemen aynı özellikleri sergilediğini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Temel yapı taşlarımız, çalışma biçimlerimiz, metabolik düzenlerimiz ve kimyasal reaksiyonlarımız neredeyse aynı. İlaç araştırmalarında hayvanlara belli bazı kimyasal maddeler enjekte edip onların insanlardaki etkilerini de öngörebilir duruma gelebiliyoruz. Onların fiziksel yapıları bize çok benzediği için onlardaki kimyasal etkileşimlerin hemen hemen aynısının insan beyninde de olduğunu varsayıyoruz ve genellikle de böyle oluyor. Bu benzerlikler üzerinden yola çıkarak tarifi yapıyoruz ama sadece o malzemeden ibaret olmayan tarafınızın olmadığını da farketmeye başlıyoruz. Öncelikle bütün varlık açısından ele aldığımızda; neden biz sadece bedenden ibaret değiliz konusu aklıselim baktığımızda hemen karşımıza çıkabilecek fiziksel bilgilerden geliyor. ‘Ben’ diye baktığımız beden yaklaşık 7 yılda bir yenileniyor. Bazı organlarımız haftalık, bazıları ise yıllık olarak yenileniyor. Beden bütün hücreleri, atomların molekelleri ile değişiyor. Yani on sene önceki benliğimiz ile aynı bedene sahip olmuyoruz. Ama benliğimiz devam ediyor.”
Prof. Dr. Sinan Canan: “Bedene sadece ‘ben’ demek mantıklı yaklaşım değil”
Sahip olduğumuz bedenin dünyada yaşarken yediğimiz ve içtiğimiz şeylerden toparladığımız malzeme ile yapıldığını belirten Prof. Dr. Sinan Canan, “Biz dış dünya ile olan maddesel ilişkimizle bir bedenin devamlı inşasına doğrudan ya da dolaylı olarak kaynak sağlıyoruz. Bedene sadece ‘ben’ diyecek olduğumuzda dünyadan geçerken topladığımız bir yığına ben demiş oluyoruz. Bu ilk etapta doğru görünse de çok mantıklı, makul ya da sağduyulu yaklaşım değil. Biraz yakından bakıldığında tuhaflık olduğu görülebiliyor.” diye konuştu.
Prof. Dr. Sinan Canan: “İnsan aşkla çalıştığında şaşırtan performanslar gösterebiliyor”
Son yıllarda pozitif psikolojide ve insanın uç durumlardaki psikolojik halleri ile ilgili araştırmalarda ilginç mekanizmalar keşfetmeye başladıklarını ifade eden Canan, “Örneğin bir insan belli bir konuda aşk ve büyük bir tutku ile yıllar boyunca çalıştığında o mesele ile ilgili karşısında yeni bir zorluk, meydan okuma düzeyi çıktığında birikimlerini devreye sokmak için öyle bir zihinsel moda geçiyorlar ki buna akış modu deniyor. Akış modu psikolojide çok önemli araştırma konularından bir tanesi. İnsanların kendilerini bile şaşırtan performanslar göstermelerine sebep oluyor. Kendi varlık düzeyini aşabilmesini sağlayan ilginç kabiliyetlerin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Bildiğimiz kadarıyla diğer canlılarda böyle bir şey yok. Onu da ne kadar kullanabiliyoruz bu da ayrı bir sorun.” dedi.
Prof. Dr. Sinan Canan: “Akıl ve mantık sistemleri devre dışı kalıyor”
Prof. Dr. Sinan Canan, ‘Akış; herhangi bir işe başlandığında vaktin nasıl geçtiğinin unutulması, günlerin nasıl geçtiğinin takibin kaybedilmesi, açlığın ve susuzluğun hatırlanmamasını tezahür ediyor.’ dedi ve sözlerini şöyle tamamladı: “Bizim kültürde Hz. Mevlana’dan aşkın tarifi ‘insanın rahatını, huzurunu ve iştahını kaçıran şey’ diye alıntılanıyor. Tam olarak insanın aşkla bir şeye dalması ve onda kaybolmasına benzeyen bir hikaye tasvir ediliyor. Böyle olduğunda da insanların özellikle günlük hayatta çok fazla başvurdukları mantık ve düşünme mekanizmaları büyük oranda devre dışı kalıyor. Akıl ve mantık yürütme sistemleri geçici bir süre tatile alınıyor, bu tatil sayesinde de insan benliğine yerleştirdiği o deneyimi engelsiz, tereddütsüz ve takılmasız olarak hayatına sermeye başlıyor. Yaptığı iş her neyse enteresan bir performans göstermeye başlıyor.”
Prof. Dr. Reşat Öngören, Osmanlılar’da Aşk-ı İlahi Anlayışının Temellerini ele aldı
Sempozyumun üçüncü günü öğleden önceki oturumunda Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nden Prof. Dr. Reşat Öngören, “Osmanlılar’da Aşk-ı İlahi Anlayışının Temelleri” başlıklı tebliğinde Osmanlı öncesindeki dönemden başlayarak Osmanlı dönemindeki tasavvuf düşünürlerinin ilahi aşkla ilgili görüşlerinden örnekler verdi. Prof. Dr. Öngören, Osmanlı döneminin tasavvuf açısından en üst noktalarda ilerlediğini kaydetti.
Prof. Dr. Emine Yeniterzi, Şeyh-i San’an’ın hikayesini ve sembolleri anlattı
Öğleden önce gerçekleştirilen panelin başkanlığını yapan Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Emine Yeniterzi, “Aşk Yolunda Terkin Sembolü: Şeyh-i San’an” başlıklı sunumunda Hristiyan bir kıza aşık olan Şeyh-i San’an’ın hikayesini anlattı. Prof. Dr. Emine Yeniterzi, bu hikayede geçen sembollerin anlamlarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Dr. Öğretim Üyesi Eylül Yalçınkaya: “Genç kuşaklara daha iyi anlatılmalı”
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr. Öğretim Üyesi Omneya Ayad’ın “Aşk ve Günahın Paradoksal İlişkisi: İbn Acibe’nin el Bahru’l Medid İsimli Tefsirinde Aşk Yorumu” başlıklı sunumuyla katıldığı panelde, Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr. Öğretim Üyesi Eylül Yalçınkaya ise “Mesnevi-i Manevide Aşıklar Sembolizmi” başlıklı konuşmasında Mevlana’nın ilahi aşka bakışını değerlendirdi. Dr. Öğretim Üyesi Yalçınkaya genç kuşakların Hazreti Mevlana ve Yunus Emre’yi daha iyi tanıması için daha çok anlatılması gerektiğini söyledi.
Panel Şırnak Üniversitesi Tasavvuf İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. İbrahim Baz’ın “Aşkın Kimyasına Dair: Mem u Zin Hikayesinde Aşkın Boyutları ve Aşığın Eşikleri” başlıklı sunumuyla sona erdi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın konuşmasıyla sona erecek
Sempozyum Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın yapacağı “Aşk dili mi? Acz, Fakr ihtiyaç dili mi?” başlıklı konuşmasıyla devam edecek.
Sempozyum ÜÜ TV ve Üsküdar Üniversitesi resmi Youtube kanalında da canlı olarak yayınlandı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.