Peyami Safa'nın Romanlarını Neden Okumamalı?
Peyami Safa, öteden beri seçkin bir romancı olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Ancak bu seçkinliğin hangi temeller üzerine oturduğu yeterince izah edilmemiştir. Edilemez de! Çünkü üniversite yıllarında Safa'nın tüm romanlarını okuyan birisi olarak bu romanların elle tutulur bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Ekrem Sakar yazdı.
Peyami Safa, öteden beri seçkin bir romancı olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Ancak bu seçkinliğin hangi temeller üzerine oturduğu yeterince izah edilmemiştir. Edilemez de! Çünkü üniversite yıllarında Safa'nın tüm romanlarını okuyan birisi olarak bu romanların elle tutulur bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Siz de Safa'nın romanlarını okuyarak değerli vaktinizi israf etmeyin diye, niye okumamanız gerektiğine dair beş adet sebep göstereceğim. Sonrasında seçim sizin.
1) "Tekniği" zayıftır
Safa, romanlarını kurarken hayatı örnek almış ancak romanın yapısı ile hayatın düzeni arasında yaptığı karşılaştırmada; romanı, hayatın kronolojik silsilesine değil, psikolojik yapısına bağlı tutmuştur. Bunu yaparken de somuttan soyuta gitmiş, yani önce hayat ve hareket, sonra konuşma, daha sonra tasvir ve en son da tahlil ve izah yaptığı için romanlarını okumak âdeta bir çile çekmeye benzer. İnsan onun romanlarını okurken "kardeşim, ne olduysa şunu adam akıllı anlatsana!" demekten kendini alıkoyamaz. Ayrıca romanlarını kaleme alırken, romanı sadece yazarın tasarrufu altına girmesini değil, hayatın bir takım tesadüflerine ve cilvelerine de açık bıraktığı için gerçekçilik hissi uyandırmaz. Ne yapayım öyle romanı o zaman? Bunun yanı sıra romanlarını yazarken kafa karıştırıcı şeyler denemiştir. Örneğin Bir Tereddüdün Romanı'nda 1. ve 3. şahıs olmak üzere, her bölümde anlatıcıyı değiştirir. Başka işimiz kalmadı da kim konuşuyor, onu mu çözmeye uğraşacağız?
2) "Konuları" sıkıcıdır
Kişilerin düştüğü kasvetli ve bunalımlı durumları konu edinir genelde. Meselâ Şimşek romanında aile ortamında başlayan gayrimeşru bir ilişkinin bireyler arasındaki huzursuzluğa, çatışmaya ve nihayet bir aile faciasına yol açmasını konu edinir. Başka bir romanı olan Mahşer'de Çanakkale'de gazi olup İstanbul'a ümitle dönen bir gencin, karşılaştığı olayların etkisiyle hayâl kırıklığına düşmesini anlatır. Biz bu dünyaya milletin derdini okumaya mı geldik? Bazen sosyal meselelere temas eder de kişisel bunalımlardan kurtulduk zannederiz. Sonra bir bakarız ki romanlarında dikkati çeken ve eser genelinde zengin bir tabaka oluşturan sosyal meselelerin temelinde bile, bireyin bunalımları, açmaz ve endişeleri yatmaktadır. Misal, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu'nda kişilik bölünmesi diye tanımlanan ve iç çatışmaya, huzursuzluğa, ruhsal parçalanmışlığa düçar olan insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacını okuruz. Kulağa ne kadar da sıkıcı geliyor değil mi?
3) "Karakterleri" anlaşılmaz
Safa, romanlarındaki karakterleri şahsiyet ve kültürlerine göre konuşturmuştur. "Bu iyi bir şey ama!" diye itiraz etmeden önce bekleyin. Dejenere olmuş genç kızlar Fransızca konuşurlarken şarklı tipler Osmanlıcaya yakınlık kurarlar. Meselâ Yalnızız'da Feriha ile Meral arasında şöyle bir diyalog geçer, "- Pourquoil il est si mechant / - Sais, je moi?" Bunları böyle konuşturmaya ne gerek var? Fransızca bir roman değil ki bu! Bir örnek de Matmazel Noraliya'nın Koltuğu'ndaki Vâfî Bey'den verelim: "Yalnız şu kadarı malûmun ola ki Ashab-ı Kehf'in köpeği mağarada konuşmuştur. Surede de muzmerdir, ayan değildir, velâkin erbabına celidir." Sadakallahülazim. Bu ne Allah aşkına? Bu adamı anlamak için ilâhiyat okumamız gerekir. Romanda karakterlerin konuşmalarını anlayamadıktan sonra okumanın ne anlamı kaldı?
4) "Üslubu" boğucudur
Hayat zaten yeterince zor. Hepimiz bir koşturmacanın içindeyiz. Akşam evde uzanıp rahatlamak için elimize bir kitap aldığımızda o kitap bizi daha çok yoruyorsa onu ne yaparız? Bir kenara atarız ve televizyonu açarız. Bu Peyami Safa'nın boğucu üslubu yüzünden Allah bilir kaç genç kitap okumaktan soğudu! Boğucu derken ne mi kastediyorum? Uzun cümleleri ve gereksiz detaylarıyla bizi yorduğundan söz ediyorum. İşte Yalnızız'dan bir cümle: "Yeni gelenlere karşı alâkaları gayet kısa sürer: Düşük başlar hafif kalkar, büyük kapıya doğru hafifçe eğilir ve tekrar eski vaziyetine döner; herkes kendi üstünde toplanan dikkatini başkasına pek az ayırır, hem de onlar ilk gördüklerini bile eskiden tanıyormuş gibidirler, aralarında kandan fazla akrabalık vardır, acının ve korkunun birleştirdiği müşterek bir manevi aileye mensup olduklarını hissederler, emindirler ki insanlar arasında sabretmesini, beklemesini onlar kadar bilen yoktur." Cümlenin başından sonuna gelene kadar koptuk gittik. Bir de ne anlatıyor belli değil. Pes yani!
5) "Kelimeleri" eskidir
Güzelim arı, duru, saf Türkçemiz varken Peyami Safa tutar da dilimize zamanında - ne yazık ki - Arapça ve Farsçadan geçmiş olan, ama iyi ki bugün unuttuğumuz o çirkin sözcükleri kullanır. Anlatım bozukluğu ile malûl olmasına rağmen son zamanlarda herkesin diline dolanan "herkesin hayatına kimse karışamaz" mucibince istediğini yapabilir diyebilirsiniz. Fakat bugün biz bu kelimeleri nasıl anlayacağız? Romanı Osmanlıca sözlükle beraber mi okumak zorundayız? Sanki romanları okumak çok kolay, başımıza bir de sözlük karıştırma işi çıkıyor. "Tekâmül", "münferid", "tecrid", "tasfiye", "emare", "mümessil", "sergüzeşt", "tecessüs", "müstait", "mamafih" gibi sözcükleri bugün kim kullanıyor Allah aşkına? Asıl anlamadığım, Türkçesi varken böyle Arapça ve Farsça kelimeleri romanlarına dolduran, dilimize zarar veren bir kişinin bu ülkede nasıl büyük romancı olarak kabul gördüğü.
Not: Fark etmeyenler veya içinde şüphe olanlar için yazı boyunca ironi yaptığımızı belirtelim. Kendisini rahmetle anıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.