Paranoyanın İslamofobik hali Bölünme siyasi, çatışma dini?

Paranoyanın İslamofobik hali Bölünme siyasi, çatışma dini?
11 Eylül, sömürgeciliğin sansürlenmiş hali iken Norveç tablosu da paravanlanmış sömürü riski altında olma paranoyasıdır. İlginç olan tüm bunlardan...



11 Eylül, sömürgeciliğin sansürlenmiş hali iken Norveç tablosu da paravanlanmış sömürü riski altında olma paranoyasıdır. İlginç olan tüm bunlardan sonra bir İslamofobi olgusundan bahsedilmesi. Refah düzeyi yüksek Oslo?daki eylem din karşıtlığı gibi görülse de, gerçekte Osmanlı ve Türklerin varlık sahnesindeki yerleri ve gelecekte alacakları pozisyona karşı bir saplantının tezahürdür.

ALİYE ÇINAR

Doç. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Ün.

İslamofobi, Batı?nın sömürgecilik geleneğinden beslenmiştir ve beslenmektedir. 11 Eylül olayından sonra yaşanan en dikkat çekici İslamofobi atağı Norveç?in 11 Eylül?ünü yaşadığı şimdilerdeki tablodur. Ancak bunun refleksi daha karmaşıktır. Demek oluyor ki bundan böyle, çok kolay sömürülemeyeceği düşünülen bazı ülkeleri ve onun vatandaşlarını, gelecekte daha çok tehdit beklemektedir.

Çünkü birey bazında bile, kişinin aşağıladığı bir insanın güç kazanması kriz cidarlarını tetikler. Bundan sonraki sahne, belki de buradan beslenecektir. Batı?nın bilinç dışında nüveleri bulunan kaygılar şunlardır: ?Bizim işçimiz oldu; bizim sosyal devlet yapımızdan çoğu alt tabaka beslendi ve şimdi de ekonomide, bilgide ve yaşam standartlarında bu vatandaşın ait olduğu mihraplar yükselişte... bu kabul edilebilecek bir şey değildir?.

Hasta Adam profilini temsil eden bir ülkenin, Osmanlı?nın geçmişi bilinirken; önemli bir jeo-politik yapıda yer alan Türkiye?nin ve ona dokunan arterlerin gelişmesi İslamofobiyi tetikleyebilecektir.

Nitekim Norveç saldırısının ardından fail amacını açıkça beyan etti: Batı Avrupa?yı Müslümanların ??ele geçirmesinden?? korumak istediğini söyleyen saldırgan, İşçi Partisini çok sayıda Müslümanın ülkesine gelmesine izin vermekle de suçladı.

Müslümanların Avrupa?da gücü hızla ele geçirdiğini ve Avrupa?nın değerlerini silme yolunda ilerlediğini düşünen Norveçli fail, 2020 yılını da tehlikenin sınırı olarak ilan ediyor.

Çatışmacı politik manevra

İngiliz asıllı Karen Armstrong kendi kültürel dokusu hakkında bakınız neler söylüyor: ?Batı?da İslam düşmanlığının kökleri derindedir. Bu nefret tohumları, Haçlı Savaşlarıyla atılmıştır... Politikacılar bu derin kökleri ısrarla yeniden ortaya çıkarmaktadır. Batı medyası da bu süreçte olumsuz bir rol oynuyor. Osmanlı?nın yayılması, Batının insanlık onurunu ayaklar altına alarak yayılması gibi değildir? diyerek Batı?yı ve Doğu?yu kendi yerlerinde oldukça isabetli okumaktadır.

Ancak dünyanın yönünün, kültürel ve dini bir çatışma içine sokulması da politik bir manevradır. Ekonomik modernleşme ve sosyal değişim ile sarsılan yerel kimliklerin yerinin, yalnızca dinî ve kültürel bilinçlenme ile doldurulabileceği, derinden hissedilmiştir. Bu beraberinde, otantik ve yerel kültürlere dönüş eğilimini getirmektedir. Siyasi ve ekonomik rekabetin, jeo-kültüre bağlı hale gelmesinin nedeni budur.

Bundan böyle, ?mesele beşeri ve kültürel sermayeyi kullanma ve muhafaza etme? meselesidir. Bu da, globalleşmenin getirdiği krizle ilgili bir durumdur. Dolayısıyla savaş, çatışma ve mücadele kavramının içi, beklenmedik yeni oluşumlara gebedir.

İşte bu yeni oluşumda, din ve kültür, yeniden önem kazanmaktadır.

Demek ki karikatür krizlerinden, 11 Eylül olayına ve Norveç 11 Eylül?üne varıncaya kadar pek çok konu üzerinden, tekrar tekrar gündeme getirilen İslomofi?nin altında barbarlık ve kılıç dini efsanesinden daha farklı bir algı yatmaktadır. Bu kadar aşağılanan ve sömürülen bir ötekinin, gün gelip sömürebileceği hayaleti, İslamofobinin yeni trendinin yakıtıdır.

11 Eylül saldırısının faili Muhammed Atta ve Pansilvanya?da düşen uçaktaki terörist olduğu iddia edilen Lüblanlı Ziyad Cerrahi?nin Ortadoğulu kimliğine rağmen; Norveç olayını radikal bir Hıristiyan olan Anders Behring Breivik?in gerçekleştirmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Çünkü bu defa, sömürgeyi, sömürme üzerinden ve de kardeşi kardeşe düşman kılarak gerçekleştirmekten ziyade; tam da karşıt cenahtan, asıl düşmanlık hattından (İslam-Hıristiyan) ateşi fitillemek söz konusudur. Şimdilerde ikinci hikâye sahnededir.

Din tanımlı milliyetçilik

Dünyamızdaki bölünmeler dini ve kültürel değil, siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ancak çatışma, kültür ve din üzerinden sürdürülüp, siyasi arenaya katılmaktadır. Dünyada bir güç dengesizliği var, güçsüzler büyük güçlere meydan okuyor, bunu yapmak için de genellikle dini bir dil kullanmaktadırlar. Aslında fundamentalizm dediğimiz şey, çoğunlukla milliyetçiliğin dini formu olarak, bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkıyor. XIX. yüzyıl Avrupası?nın milliyetçilik ideali artık paslandı ve Orta Doğu?ya yabancı geldi. İslam dünyasında insanlar, sömürge geçmişinin ardından köklerine dönmek amacıyla, kendilerini din üzerinden tekrar tanımlıyor.

Fundamentalizmin varoluş gerekçesini de izah eden Armstrong, önemli saptamalarda bulunmaktadır: ?Nerede Batı tipi bir toplum olmuşsa, orada mutlaka, fundamentalizm de ortaya çıkmıştır. Nitekim ben bunları yakından inceledim. Hepsinde de gördüğüm şudur: Bu insanlar Batı?nın gerçek maksadının, hakiki imanı ve dini değerleri yok etmek olduğu kanaatini taşıyorlar. Bu fundamentalistler, hayatta kalma mücadelesi verdiklerine inanıyorlar. Üzerlerine fazla gidildiği ve duvara dayandıkları zaman da mecburen saldırıya geçiyorlar?.

Militan dindarlığın yaygınlığı

Bizim fundamentalizm dediğimiz militan dindarlık XX. yüzyılda dünyadaki tüm önemli inanışlarda ortaya çıktı. Yani fundamentalist Budizm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Sihlik, Hinduizm ve Konfüçyanizm olduğu gibi fundamentalist İslam da var. Kısacası, pozitivizm ve sekülerizmin indirgemeciliği karşısındaki diğer sarkaç olarak sahneyi almıştır fundamentalizm.

Fundamentalizmin, sömürgeciliğe ve asimilasyona karşı bir direnç olarak var olduğu gerçeği, önemli bir husustur. Temele tutunma zımnen şunu söylemektedir: Dinin ortadan kazınması arzusuna karşı mücadele edilmelidir. Dinler arasındaki fundamentalist mücadele ise iktidar ve yayılma kavgasıdır.

Fundamentalizm din ve siyaseti birbirinden ayıran modern laik topluma karşı bir başkaldırıdır. Bir reaksiyon olarak ortaya çıkan dindar bir karşı-kültürcü hareket, esasında tepki gösterilen sömürgeciliğin yapısını ifşa etmektedir. İlkin, Batı tipi toplumun bir din karşıtı olduğunu açığa çıkmaktadır. Buna karşılık olarak da fundamentalistler, modern kültürden dışlanan dini, yeniden merkeze getirmek istiyor.

Yahudi, Hıristiyan ya da Müslüman, fundamentalizmin tüm çeşitlerinin kökeninde yok edilme korkusu yatar. Fundamentalistler laik ya da liberal toplumun kendilerini yok etmek istediğine inanır. Bu bir paranoya değil: Yahudi fundamentalizmi iki önemli olayı temel alır; ilki Nazi soykırımı, ikincisi ise 1973?teki Yom Kippur Savaşı.

Barışı tavsiye etmelerinden dolayı Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa?yı onaylayan Kur?an, kendisi de böylece teslim olmaya, selâma (barışa) davet etmekteydi: ?Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm?a) girin...?

İslam terör değil esenlik dini

Hem insanların kendi aralarında, hem de Allah?la barışık olmaları İslam ise, Hz. Nuh, Musa ve İsa da müslimin değil miydi? Elbette. Ancak burada tam bir kucak açış var ve bu sayede İslamiyet kapsayıcı bir kimlik hüviyetini kazanmıştır. Bu aynı zamanda, eksiksiz bir kimlik elde etme anlamına geliyordu. Selam, etimolojik olarak, barış, esenlik anlamına geldiği gibi, hesabın kapanması ya da tamamlanması manasına da geliyordu.

İşte bütün mesele, derinlerde burada düğümlenmektedir. Bu kimliği kabul etme ya da reddetme mücadelesinin diğer adıdır, İsrail-Filistin mücadelesi veya Pentagon?a saldırıyla iyice açığa çıkan dahası Norveç?te yaşanan İslamofobi paranoyası.

11 Eylül olayı,  sömürgeciliğin sansürlenmiş hali olduğu gibi, Norveç tablosu da paravanlanmış sömürü riski altında olma paranoyasıdır. İlginç olanı da bütün bunlardan sonra bir İslamofobi olgusundan bahsedilmesidir. Refah düzeyi yüksek Oslo?daki eylem din karşıtlığı gibi görülse de, gerçekte Osmanlı ve Türklerin varlık sahnesindeki yerleri ve gelecekte alacakları pozisyona karşı bir saplantının tezahürdür.

Ancak bu takıntının kökleri insanlık kadar eskidir. Zira Habil ve Kabil hikâyesi güncellenen bir hikâye gibi görünmektedir.  Israrla Habil?in öldürülmesi tekrarlanıyor sanki. Acaba Kabil niçin öldürmüştü kardeşini? Bunu asıl kaynaktan dinleyecek olursak: ?Onlara Âdem?in iki oğluyla ilgili haberi hakkiyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): ?Seni öldüreceğim? demişti. Diğeri ise şöyle demişti: ?Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder? Maide 20).

Kâbil kardeşi Hâbil?i ?kıskançlık!? yüzünden öldürmüştür. Tıpkı, İslamofobi olgusunda olduğu gibi. ?Neden senin dininde kelam kemâle eriyor ya da sen neden daha kuşatıcı bir kimliğin müntesibisin? itirazı, Kâbil?in ?seni öldüreceğim? tehdidine ne kadar da benziyor!

aliyecinar@gmail.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.