Önceki gün Dünya Basın Özgürlüğü Günüydü!
Üç Gazeteci 6 Yıldır Tutuklu Yargılanıyor. Bu gazetecilerden Füsun Erdoğan?ın Mektubunu Bilginize Sunuyoruz...
Özgür Radyo eski genel yayın koordinatörü Füsun Erdoğan, Atılım gazetesi genel yayın koordinatörü Sedat Şenoğlu, Atılım gazetesi yazarı Bayram Namaz Eylül 2006?dan bu yana yaklaşık altı yıldır Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi?nde tutuklu olarak yargılanıyor. Bu davada sosyalist kimlikleriyle tanınan yazar Arif Çelebi ve Sultan Ulusoy da tutuklu yargılanıyor.
Bu dava 2006 Haziranında AKP hükümeti eliyle daha da ağırlaştırılarak devreye sokulan Terörle Mücadele Yasası?nın (TMY) ilk uygulandığı dava olmasının yanı sıra, Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM)infaza dönüşen uzun tutukluluk adaletsizliğinin tipik örneklerinden birisidir.Basın özgürlüğü alanında milim ilerleme sağlamanın yolu TMY ve ÖYM?nin kaldırılmasından geçiyor.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu olarak basın özgürlüğünü savunan tüm kişi ve kurumları bu davayı yakinen takip etmeye davet ediyoruz.
Bu davada yargılanan tutuklu gazeteci Füsun Erdoğan?ın konuyla ilgili mektubunu bilginize sunuyoruz...
Betona ve Betonculara İnat!
Önceki gün Dünya Basın Özgürlüğü Günüydü!
Meslek örgütü temsilcileri açıklamalar yaptı.
Rakamların dilinden Türkiye gerçeğini gözler önüne serip basın özgürlüğünde dünya sıralamasında en son sıralarda yer aldığımızın altını bir kez daha çizdiler.
Bütün bunları okurken dinlerken Nedim Şener?in tahliyesinin ertesinde kurduğu bir cümle, yüzümde beliren garip bir tebessüm eşliğinde beynimin kıvrımlarında dolaşıp durdu.
"Betonun içinde gömülüyorsunuz. Gazeteciler açısından şöyle bir handikap var: meslektaşları, beton dökülmüş meslektaşlarının üzerine beton dökmeye devam ediyor. Kendinizi savunamıyorsunuz ve sürekli infaz yapılmaya çalışılıyor" demişti.
Ve bu coğrafyadaki önemli ve aşağılık bir zihniyete, davranışa parmak basmıştı.
Devletin antidemokratik baskıcı, faşist yasalarına eşlik eden uygulamaları "anlaşılır" bir durum.
Biliyorsunuz ki, bütün bunları varoluşunun veya şamasının bir garantörü olarak görüyor!
Peki ya diğerleri?
Nedim Şener'in sözünü ettiği ve geniş bir yelpazede kendilerine yer edinen/bulan betoncular?
Onlar neyin peşindeler?
Bir yandan devletin sansüründen, baskılarından yakınırken ellerinde bir kürekle içeridekilerin üzerine atmak için çimento taşımaları da neyin nesi?
Kişisel hırslarının çapsızlıklarının ve komplekslerinin esiri olan bu insan müsveddeleri bütün bu uygulamalardan niye, hangi yüzle şikayet ederler ki?
Garip bir ironi bu!
Böylelerinin ne tarihten ne de insanlığın o büyük düşünden bir şey anlamadıkları, insani duygulara yabancılaştıkları açık değil mi?
Gelecek düşleri ve umutları olanların ve her şeye rağmen insan kalmakta inat edenlerin betona gömülemeyeceklerini anlamayacak kadar ahmak...
Attıkları her kürek dolu çimentoyla insanlıklarından biraz daha uzaklaşıp, çukurlaştırdıklarını göremeyecek kadarda kör ve zavallılar.
Böylelerini düştükleri çukurda başkalarına bırakmak ve etraflarına yaydıkları kötü kokulardan uzak durmak en doğrusu.
Nedim Şener'in dediği gibi devlet tutsakları hakikaten betona gömüyor!
Hapishane beton ve demir demek!
Voltalarınız birkaç adımda betona tosluyor!
Adımlarınız hep betonda yol alıyor!
Birkaç haftada ayakkabılarınızın tabanının betonca nasıl eritildiğine şahit oluyorsunuz.
Koğuştan içeri girdiğinizde betonun yerini gri karo taşları alıyor.
Yatakhaneye çıkmak için beton merdivenleri çıkmanız gerekiyor.
Geceleri uykunun kollarına kendinizi bırakarak betonun çirkinliğinden uzaklaştığınızı düşündüğünüzde de; eklemlerinizde kemiklerinizde hissettiğiniz ağrılarla betonun "ben buradayım"dediğini duyuyorsunuz!
Ve bütün bu çirkinliklere inat, doğa öylesine müthiş, öylesine harika ki!
Pencereden başımı çevirdiğimde, havalandırma kapısının demiri, eşikteki mermer ve zeminin betonunun birleştiği noktada, incecik çatlaktan başını kaldırmış bir yabani otun betona ve demire meydan okuyuşu karşılıyor beni...
Yemyeşil, taze yapraklarıyla betona meydan okuyan yaban otu; devletin betonuna da dışarıdaki betonculara da en güzel yanıt oluyor!
Hapishanede sözün bittiği yer tam da burası!
Yetmez mi?
***
Yarın 6Mayıs...
Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idam edilişlerinin40. Yılı...
Geçtiğimiz yıl bugün Denizlerin, devrimcilerin avukatı Halit Çelenk'i de onların yanına uğurlamıştık.
Onları saygı ve sevgiyle anarken, havalandırma betonunu adımlayıp Rodrigo'yuıslıkla çalacağım.
Bir de "Ne ağlarsın benim zülfü siyahım" türküsünü salacağım gökyüzüne.
Deniz, Yusuf, Hüseyin ve Halit abimiz için...
***
Sayılı zaman tez geçermiş derler...
Altı yıldır ilk defa duruşma arası üç aydan biraz fazlaydı...
Ve gerçekten zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan, duruşma zamanı geldi çattı sayılır.
Yargılandığım dava dosyasına hukuksuzluklara, altı yıldır "suç vasfı,delil durumu..." denilerek tutukluluğumun devamına karar alınması memleketteki hukuksuzluk örneği onlarca davadan biri.
İddianameye, TMY'ye ve özel yetkili ACM'de görülen dava dosyama ve başka dosyalara dair değişik zamanlarda yazdım.
Bu nedenle daha önce yazdıklarımı tekrar etmeyeceğim.
Sadece benimle, bizimle dayanışmak isteyen kişi ve kurumları:
29 Mayıs 2012 tarihinde Beşiktaş 10. ACM'de sabah 10.00'da görülecek duruşmamıza davet etmek istiyorum.
Teşekkürler ve görüşmek dileğiyle...
Füsun Erdoğan, 5 Mayıs 2012, Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu(TGDP)
12 Mayıs 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.