Nurali Doğan: Batı Niçin Demokrasi Yerine Darbeleri Destekledi

Nurali Doğan: Batı Niçin Demokrasi Yerine Darbeleri Destekledi
"Müslüman coğrafyanın önemli iki ülkesi Mısır ve Türkiye, askeri darbelerin hedefi olacak, Mısır kaybedecek ama Türkiye bu mücadeleyi kazanacaktır."

Nurali Doğan: Batı Niçin Demokrasi Yerine Darbeleri Destekledi

"Müslüman coğrafyanın önemli iki ülkesi Mısır ve Türkiye, askeri darbelerin hedefi olacak, Mısır kaybedecek ama Türkiye bu mücadeleyi kazanacaktır."

Yıllar sonra bir tarihçi, siyaset bilimci ya da sosyolog; Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Avrupa’nın doğu kısmının son birkaç yılını incelediğinde karşısına iç savaşlar, mezhep çatışmaları, küresel vekalet savaşları, sahneye çıkan küresel terör örgütleri ve askeri darbeler çıkacaktır. Müslüman coğrafyanın önemli iki ülkesi Mısır ve Türkiye, askeri darbelerin hedefi olacak, Mısır kaybedecek ama Türkiye bu mücadeleyi kazanacaktır.

Mısır’ın askeri darbeyle karşı karşıya kaldığı durum ile Türkiye’nin askeri darbenin başarısız olduğu süreçte karşılaştığı durum birçok anlamda özdeşleşiyor. Tarihi alt yapıları, yapış şekilleri, nedenleri birbirine eşitlemek gibi bir niyetimiz yok. Mısır ile Türkiye darbe girişimleri çok daha detaylı bir karşılaştırmayı hak ediyor ancak burada bizim yapacağımız, sadece Mısır ile Türkiye’ye karşı demokrasinin taşıyıcıları olduklarını iddia eden ve bu anlamda küresel ‘bekçilik’ rolü de oynayan Batı’nın (burada kastedilen devletler, kurumlar ve bunların yönettikleri medya) Türkiye ve Mısır darbelerine karşı tutumlarını, darbecilere neden destek olduklarını ve meşrulaştırdıklarını irdelemektir.

Mısır tarihinde ilk defa demokratik yolla seçilmiş bir sivil lider, ülkeyi yönetmeye başlamıştı. Arap devrimleri tüm bölgede heyecanla ve merakla izlenir olmuş, sonucunda sokağın nabzı bir nebze dinmiş, Haziran 2012’de seçimler gerçekleşmiş ve resmi sonuçlara göre yüzde 51,73 oy alan Muhammed Mursi yarışı kazanmıştı. Ancak iktidarda bir yıl bile kalamadan, 1 Temmuz 2013 günü ordu tarafından yapılan açıklamada, ülkedeki siyasi krizi çözmesi için Mursi’ye 48 saatlik süre verildi. Cumhurbaşkanı Mursi darbeden birkaç gün önce İngiliz TheGuardian Gazetesi’ne verdiği bir röportajda ülkesinin bir daha askeri müdahaleye maruz kalacağı senaryosunu net bir dille reddediyordu. Ancak gelişmeler hiç de Mursi’nin beklediği gibi olmadı.

Sokağa dökülen sivillerin istifa talebinin suflesinin çok önceden bir cunta tarafından verildiği kısa sürede netleşti. Mursi'nin istifa etmeye yanaşmaması üzerine Genelkurmay Başkanı Abdul Fettah Sisi, 3 Temmuz 2013 akşamı kameralar karşısına geçti ve cumhurbaşkanın artık görevde olmadığını ilan etti.1 Hâlâ birçok Batılı devlet başkanının ağzından duyamadığımız bir “askeri darbe” böylece gerçekleşmişti.

Mısır’da gerçekleşen darbe, Batı başkentlerinde sürpriz olarak karşılanmadı. AB, NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşların temsilcileri daha fazla kan dökülmemesi çağrısı yaptılar sadece. Devlet başkanlarının tavrı da Mısır’daki duruma darbe dememek yönündeydi. Hatta darbeyi gerçekleştiren Sisi ile yollarına devam edeceklerini ilk günden açıklayanlar vardı. Arap devrimlerini izleyen ve Ortadoğu coğrafyasında yaşayan heyecanlı yeni nesil, bu durumu önce anlamlandıramadı. Ancak meselenin özü gün geçtikçe daha net ortaya çıkıyordu. Takım elbiseli, medeni görünümlü, kibar ve demokratik Batılı liderler, kanlı bir darbe ile yönetimi ele geçiren Sisi’yi demokrasiye tercih ediyorlardı. Darbeden sonra hayatını kaybeden yaklaşık 3500 Mısırlı demokrasi savunucusu, Batı’nın gücünü konsolide etmesi açısından birer küsurattan ibarettiler ne yazık ki.

Batılı liderler çok geçmeden; sömürgeci devletler ülkelerinin kaynaklarını tüketmesinler, çocuklarına, geleceklerine zulmetsinler diye bağımsızlıkları için canlarını veren insanların katili Sisi ile kırmızı halılarda boy göstermeye başladılar. Ölen insanlar ağızlarına almadan, insan haklarından bahsetmeden, daha birkaç ay önce birlikte kameraların karşısında el sıkıştıkları seçilmiş devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin zindanda tutulduğunu önemsemeden Mısır’ı bir tezgâhın üzerine yatırdılar ve her sektörü, her zenginliği parça parça paylaştılar. Artık Mısır ile yeni ilişkiler dönemi başlıyordu. Darbeye darbe dememek için her türlü demokrasi, insan haklar söylemini kendilerine siper edinen bu liderlerin Mısır’dan payını almalarının zamanı gelmişti. Bunlardan kamuoyuna açıklananlarından bazılarına birlikte bakalım.

2015’in Temmuz ayının sonunda Mısır ile İtalya arasında petrol ve doğalgaz arama ile petrol rafinerilerinin geliştirilmesine yönelik beş farklı petrol ve gaz anlaşması imzalandı. Anlaşmaların toplam hacmi 3,5 milyar doları buldu.

İmzadan sadece on gün önce ise İtalya Başbakanı Matteo Renzi, Al Jazeera muhabiri Barbara Serra ile bir röportaj yapmıştı. Röportajdan bir bölümü aynen aktaralım.

“Bence, el-Sisi mükemmel bir lider. Mısır'ın konumu, Akdeniz'de kesinlikle çok önemli ve sanırım birçok kriz, polemik ve gerginlik sonrasında, Mısır, el-Sisi'nin liderliğinde geleceğe yatırım yaptı. Açıkçası bu, çok uzun, çok zor bir yoldur ve bu süreci desteklemek için çok çaba gerekir. Çok samimi olmama izin verin lütfen. Bu andan itibaren, Mısır yalnızca el-Sisi liderliğinde kurtulacak. Onunla dostluğumdan gurur duyuyorum ve barış yönünde ona destek olacağım.”

Anlaşmadan hemen sonra Ağustos ayında İtalya’nın en büyük petrol üreticisi Eni Petrol ve Doğalgaz şirketi, Ortadoğu’da bugüne kadar bulunmuş en büyük doğal gaz rezervini keşfettiklerini açıkladılar. Bu rezervin yaklaşık yatırım maliyeti ise 12 milyar dolar olarak belirlendi. Ayrıca yine İtalyan Edison firması da benzer bir araştırma için Mısır’ın farklı bölgelerinde çalışmalarına devam ettiklerini açıkladı.

Mısır gibi iştah açan büyük bir pazar, İtalya için bile çok büyüktü kuşkusuz. Fransa, ABD, Almanya, İngiltere, Rusya ve diğerleri de talan edilmiş bir Mısır için sıralarını bekliyorlardı. Kanlı bir darbe ile yönetimi ele geçiren Sisi ile kırmızı halılarda poz veren liderlerin milyar dolarlık anlaşmaları, medeni Avrupa başkentlerinde hiç yadırganmıyor, kimse demokrasi ya da insan hakları sorgulamaları yapmıyordu. Liderler, sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bunlardan biri de Fransa Cumhurbaşkanı François Hollanda idi.

Fransa Cumhurbaşkanı Hollanda; savunma, enerji, havacılık, altyapı, ulaşım, telekomünikasyon ve çevre sektörlerinin temsilcilerinden oluşan kalabalık bir heyetle Mısır’a gitti. Hollanda da diğerleri gibi sıranın kendisine geldiğini, darbeye göz yummasının karşılığında hak ettiği imtiyazı alması gerektiğini düşünüyordu. Fransa, Mısır'la yaptığı 24 savaş uçağı ve savaş gemisi anlaşmaları ile bütçesine 5,2 milyar Euro kattı. 16 helikopter ve yaklaşık bin mürettebat kapasiteli uçak gemileri üzerine anlaşma yapan Fransa, Mısır’da 400 kişilik ekibin eğitimini üstlendi. Hollanda’nın ziyaretinde imzalanan diğer anlaşmalar ise, İskenderiye’de kanalizasyon arıtma merkezi, Ramsa tramvay hattının modernizasyonu, elektrik santrali, Rüzgar enerjisi, modern ulaşım, yenilenebilir enerji, turizm, sanat ve bilim dallarına işbirliği, Paris’te Süveyş Kanalı fuarı organizasyonu, Mısır-Fransa kültürel işbirliği, Sina'da güneş enerjisi, doğalgaz, metro, elektrik transferinden oluştu.

Almanya şansölyesi Merkel de Sisi ile kırmızı halıda, kameraların karşısında poz veren bir diğer Batılı liderdi. Elbette bunun bir de faturası vardı. 2015 yılında Mısır Elektrik Bakanlığı ile Elsewedy Electric ve Siemens şirketleri arasında değeri 240 milyon Euro olan 6 trafo istasyonu inşa edilmesini içeren anlaşma imzalandı. Avrupa’nın en büyük teknoloji şirketlerinden olan yine Alman Siemens firması ile Mısır hükümeti arasında 8 milyar Avro enerji anlaşması imzalandı. Geçtiğimiz Ağustos ayında yine Almanya’nın Mısır’a sattığı dört denizaltıdan ikincisi teslim alındı. Dört denizaltının değeri 1 milyar dan dan başta yadırgansa da tüm uluslararası toplantılara katılıyor, dünya liderlerinin olduğu aile fotoğraflarında rahatça yerini alıyordu. Meşru ve seçilmiş liderler arasında kendini hiç yabancı hissetmiyordu. Zira bu hakkı ona yine seçilmiş ve meşru dünya liderleri vermişti.

Batı dünyasının Mısır’daki darbeye karşı sessiz kalması, sessiz kalarak meşrulaştırması ve hatta daha da ileri giderek darbecileri kutsaması, insan hakları ihlallerinden, hayatını kaybeden binlerce insandan, kapatılan siyasi partilerden, zindanlara atılan siyasilerden, Mısır’ın ilk defa demokratik bir şekilde yapmış olduğu seçimlerle elde ettiği umudun kırılmasından bahsetmemesi, elbette birbiriyle ilintili ya da ilintisiz birçok farklı parametreyi içerisinde barındırır. Bunlardan en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz yukarıda çok açık bir şekilde gördüğümüz üzere, bu ülkelerin kendi çıkarları ve saf pragmatizmdir. Az önce sadece birkaç örnek olarak alıntıladığım ve darbeden hemen sonra yapılan anlaşmalar, elde edilen zenginlikler, bu açıdan bizlere bir fikir vermektedir. Bölgede yaşanan savaşların, kullanılan terör örgütlerinin, derin devlet yapılanmalarının, vekâlet savaşlarının, istihbarat savaşlarının en öncelikli amacı hiç kuşkusuz çıkarları gözetmektir. Mısır’da gerçekleşen darbe sonrası, darbecilerle kurulan ilişkiler ve Mısır’ın yaşadıkları, bize Türkiye deneyimi konusunda önemli ipuçları sunmaktadır. Zira Türkiye’de darbenin başarılı olması sonrası karşılaşılacak tablo bundan farklı olmayacaktı. Bunu, sadece bir önyargı olarak okumak da mümkün değildir. Keşke öyle olsaydı. Ancak 15 Temmuz gecesi ve sonrasında Batı’nın verdiği tepkiye bağlı olarak çıkan sonuç; Türkiye darbecilerinin Mısır pratiği ile devam edebileceğini çok açık göstermiştir. Darbecilere meşruiyet daha o gece 15 Temmuz gecesi başlamıştır. Birlikte bakalım.

Milletin Darbecileri Yendiği Ülke: Türkiye

Batı dünyasının Türkiye’deki darbe girişimine karşı sergiledikleri tavır, Mısır’da gerçekleşen tavırla özdeşleşiyor. Hatta çok açık bir şekilde az sonra da örneklerine bakacağız ki dünya medyası, uluslararası kurumlar ve devlet başkanlarının Türkiye’de seçilmiş lider ve onu destekleyenlere karşı tepkisi, Mısır’da Mursi ve taraftarlarına gösterilenden çok daha serttir. Bunun nedenini de darbe girişiminin başarısız olması ve diktatör ilan ettikleri, onlarca kez seçilmiş sivil lider, Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla milyonlarca insanın sokaklara çıkıp darbeye direnmesidir. İleride detaylandıracağımız üzere bu konu en az darbenin başarısız olması kadar önemliydi Batı için. 15 Temmuz gecesi ve sonrasında bu aktörler daha fevri ve sinirlerine hâkim olamayan bir duruş sergilediler. Bunlardan bazılarına kısaca bakalım. Sonra da Batı dünyası neden darbecilerin yanında yer aldı sorusuna yanıt arayalım. Bu arada sorunun kendisini naif bulanlar vardır muhakkak. Ancak bu makalede irdelemeye çalıştığımız, darbenin kimler tarafından yapıldığı değil, darbecilerin meşrulaştırılması ve desteklenmesi sürecidir.
Nisan 2017’de, Sisi’yi Beyaz Ev’de ağırlayan Trump ise çok açık konuşmuştu. “Eğer şüphesi olan varsa, herkes bilsin diye söylüyorum, Sisi’nin gayet arkasındayız. Çok zor bir durumda harika bir iş yaptı. Mısır’ın ve Mısır halkının çok arkasındayız” dedi.

Sisi, artık dünya çapında meşru bir liderdi. Özellikle Türkiye ve diğer bölge halkları tarafın dan başta yadırgansa da tüm uluslararası toplantılara katılıyor, dünya liderlerinin olduğu aile fotoğraflarında rahatça yerini alıyordu. Meşru ve seçilmiş liderler arasında kendini hiç yabancı hissetmiyordu. Zira bu hakkı ona yine seçilmiş ve meşru dünya liderleri vermişti.

Batı dünyasının Mısır’daki darbeye karşı sessiz kalması, sessiz kalarak meşrulaştırması ve hatta daha da ileri giderek darbecileri kutsaması, insan hakları ihlallerinden, hayatını kaybeden binlerce insandan, kapatılan siyasi partilerden, zindanlara atılan siyasilerden, Mısır’ın ilk defa demokratik bir şekilde yapmış olduğu seçimlerle elde ettiği umudun kırılmasından bahsetmemesi, elbette birbiriyle ilintili ya da ilintisiz birçok farklı parametreyi içerisinde barındırır.

Bunlardan en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz yukarıda çok açık bir şekilde gördüğümüz üzere, bu ülkelerin kendi çıkarları ve saf pragmatizmdir. Az önce sadece birkaç örnek olarak alıntıladığım ve darbeden hemen sonra yapılan anlaşmalar, elde edilen zenginlikler, bu açıdan bizlere bir fikir vermektedir. Bölgede yaşanan savaşların, kullanılan terör örgütlerinin, derin devlet yapılanmalarının, vekâlet savaşlarının, istihbarat savaşlarının en öncelikli amacı hiç kuşkusuz çıkarları gözetmektir.

Mısır’da gerçekleşen darbe sonrası, darbecilerle kurulan ilişkiler ve Mısır’ın yaşadıkları, bize Türkiye deneyimi konusunda önemli ipuçları sunmaktadır. Zira Türkiye’de darbenin başarılı olması sonrası karşılaşılacak tablo bundan farklı olmayacaktı. Bunu, sadece bir önyargı olarak okumak da mümkün değildir. Keşke öyle olsaydı. Ancak 15 Temmuz gecesi ve sonrasında Batı’nın verdiği tepkiye bağlı olarak çıkan sonuç; Türkiye darbecilerinin Mısır pratiği ile devam edebileceğini çok açık göstermiştir. Darbecilere meşruiyet daha o gece 15 Temmuz gecesi başlamıştır. Birlikte bakalım.

Milletin Darbecileri Yendiği Ülke: Türkiye

Batı dünyasının Türkiye’deki darbe girişimine karşı sergiledikleri tavır, Mısır’da gerçekleşen tavırla özdeşleşiyor. Hatta çok açık bir şekilde az sonra da örneklerine bakacağız ki dünya medyası, uluslararası kurumlar ve devlet başkanlarının Türkiye’de seçilmiş lider ve onu destekleyenlere karşı tepkisi, Mısır’da Mursi ve taraftarlarına gösterilenden çok daha serttir. Bunun nedenini de darbe girişiminin başarısız olması ve diktatör ilan ettikleri, onlarca kez seçilmiş sivil lider, Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla milyonlarca insanın sokaklara çıkıp darbeye direnmesidir. İleride detaylandıracağımız üzere bu konu en az darbenin başarısız olması kadar önemliydi Batı için. 15 Temmuz gecesi ve sonrasında bu aktörler daha fevri ve sinirlerine hâkim olamayan bir duruş sergilediler. Bunlardan bazılarına kısaca bakalım. Sonra da Batı dünyası neden darbecilerin yanında yer aldı sorusuna yanıt arayalım. Bu arada sorunun kendisini naif bulanlar vardır muhakkak. Ancak bu makalede irdelemeye çalıştığımız, darbenin kimler tarafından yapıldığı değil, darbecilerin meşrulaştırılması ve desteklenmesi sürecidir.

 

Batı Dünyası 15 Temmuz’da Nasıl Tepki Verdi?

İlk olarak ABD içişleri Bakanlığı Güvenlik Komitesi Başkanı Michael McCaul’un söylediklerine bakalım. Fox News’te, ekranın bir yanında 15 Temmuz şehitler köprüsündeki direniş canlı olarak aktarılıyor ve diğer yanında McCaul şunları söylüyordu. “Darbenin başarılı olması halinde ABD, Türk ordusu ile arasında var olan güçlü ilişkilerini sürdürmelidir. Görünüşe göre darbe, İslamcı eğilimleri olan Erdoğan’ın politikalarına, IDA İstanbul Atatürk Havalimanı ve diğer yerlerdeki saldırılarına ve Rusya’nın bölgedeki varlığına bir tepki.”

Darbe girişimi devam ederken, Batılı birçok kaynak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya, İran ve Yunanistan gibi ülkelere kaçtığı haberlerini yayıyorlardı. Bunu yaparken, gazetecilik refleksinden çok öte, darbecilere destek oldukları ve sokaklardaki halkın direnişini kırmaya çalıştıkları çok açıktı. Zira bu haberler teyit alınmadan alelacele piyasaya sürülüyordu. İngiliz Mirror gazetesi, Tayyip Erdoğan’ın uçağının Avrupa üzerinde dolaştığı bir haritayı bile dolaşıma sokmuştu.

Fox News, hem 15 Temmuz gecesi hem de sonrasında, darbeye destek olmak için çok ciddi çaba harcadı. Temmuz sabahı yayınlanan haberin başlığı, artık heyecanını gizleme gereği duymadığını da ifade ediyordu. “Türkiye’nin son umudu da yok oldu.” Makale, “Batı uygarlığından uzaklaşan her ülkede darbenin gerçekleşebileceğini” vurguluyordu.

Darbenin neden başarısız olduğu sorgulamaları ise daha ilk günden yapılmaya başlanmıştı. Prestijli dış politika dergisi Foreign Policy, 16 Temmuz’da “Türkiye’deki darbe neden başarısız oldu? Recep Tayyip Erdoğan’ın aşırılıkları darbeyi neden kaçınılmaz yaptı? Başlığıyla çıkıyordu.

İngiliz gazetesi The Guardian’da, yine 16 Temmuz’da aceleyle yayınlanan makalenin başlığı; “Türkiye ordu tarafından değil, Erdoğan tarafından ağır çekim bir darbe yaşıyordu” idi. Yüzlerce insanın hayatını kaybettiği ve binlercesinin de yaralandığı darbe girişimini savunmak için bu kadar hızlı hareket etmeleri takdire şayan doğrusu. Bir iki haber daha yazıp sorularımızın cevaplarını bulmaya devam edelim.

New York Times: Darbeden sonra Erdoğan zafer kazandı fakat Türkiye’nin kaderini kimse bilmiyor.

Huffington Post: Erdoğan’ın zaferi neden Türkiye’yi bir diktatörlük haline getirecek?

New York Times: Erdoğan’ın taraftarları birer koyun. Erdoğan ne yaparsa onu takip ediyorlar. Bu haberlerin tamamında onlarca seçim ve referandum kazanmış Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’yi aslında diktatörlükle yönettiğinin (ama buna rağmen nasıl oluyorsa sürekli seçim kazanmaya devam ediyor) ve dolayısıyla darbe girişiminin meşru olduğu işleniyordu. Temel olarak da Mısır’da ortaya koydukları performansın çok daha fazlasını sergiliyorlardı Zira darbe direnişle karşılaşmış ve Erdoğan’ın çağrısıyla milyonlar sokağa dökülmüştü. Belki de darbecilerin başarmasını bekleyenlerin izah etmekte zorlandıkları en önemli sorunsal, başarısızlıktan ziyade diktatör olarak kodladıkları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısının milyonlarca insan tarafından karşılık bulmasıdır. Peki, Mısır’da başarılı olanlar ve Türkiye’de başarmaya çalışanların esas problemi nedir? Neden kendi toplumları tarafından serbest seçimlerle seçilen Mursi ve Erdoğan’a karşı böylesine kin ve nefret dolular? ABD Dışişleri Bakanı John Kerry neden Mısır darbesinden hemen sonra “Demokrasi tesis edildi. Ordu demokrasiyi inşa ediyor” diye açıklama yaptı?18 Mısır’da kanlı darbeyi gerçekleştiren Sisi’yi darbeden 15 gün sonra ziyaret eden AB’li yetkililer; Meclis’i bombalanan, 250 insanını kaybeden ve darbeye direnen böylelikle bağımsızlığını, demokrasisini koruyan, önemli bir NATO üyesi ve AB üye adayı Türkiye’ye neden 57 gün sonra gelebilmişti? Kanlı bir darbe sonrası iktidarda olan Sisi’nin darbeden yıllar sonra bile “Ülke ve bölge koşulları nedeniyle Batı tarzı insan hakları ve sivil özgürlük kavramları Mısır'ın şartlarına uymuyor. Mısır'daki insan hakları ve sivil özgürlükler konularına Batılı bakış açısıyla yaklaşmamak gerekir” açıklamasına ses çıkarmayanlar, neden ilk günden Türkiye’ye, darbecilerin insan haklarını gözetin açıklamaları yapmıştı?

Birlikte irdeleyelim.

 

Batı Neden Darbecilerin Yanında Yer Aldı?

Bu soruya dört temel cevabım var: Birincisi, ekonomik sömürge amacıyla. Darbenin sonuca ulaştığı Mısır’da, bu anlamda yaşananların üzerinde özetle durduk. Yapılan anlaşmalar sadece Batılı ülkelere karşı daha fazla imtiyaz içeren ve Mısır’ı daha fazla yoksullaştıran anlaşmalardı. Çoğu yer altı kaynakları somut olarak da değindiğimiz üzere bu ülkeler tarafından ele geçirildi. Silah üretici ülkeler silahlarını, deniz altılarını sattılar.

Bu yatırımlar Mısır’ı daha fazla zengin yapmadı ne yazık ki. Hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak daha fazla bağımlı hâle geldi Mısır. Uzun uzun yazdığımız ikili anlaşmaların yanı sıra bir araştırmayla konuyu biraz daha açalım. El Cezire'den Clayton Swisher'a bağlı araştırmacı gazeteciler, Mısır doğalgazının İsrail’e satışı konusunu beş ay boyunca didik didik ederek bir araştırma yaptılar. Egypt's Lost Power (Mısır'ın kayıp gücü) başlıklı haber, Mısır'ın İsrail, ispanya ve Ürdün'e taban fiyattan doğalgaz satmasından dolayı tam 11 milyar dolar kaybettiğini ifşa etti. Buradan kaynaklanan 20 milyar dolarlık borç ve ilave kanuni borçlar da var.20 Sadece bu imtiyazlar da değil, Mısır’ın IMF ile yaptığı anlaşmalar ülkeyi tam bir sömürge haline getiriyordu ne yazık ki. Sadece son bir yıl içerisinde IMF’den 4 milyar dolar kredi alan Mısır, önümüzdeki 3 yıl içinde toplam 12 milyar dolar kredi almak için anlaşmıştı. Bu kredileri İtalya’dan, Almanya’dan, Rusya’dan daha fazla silah almak için kullandı Sisi.

Batılı devlet liderleri ve kurumları, Türkiye’de böyle bir darbe gerçekleşmediği için; Mısır için söz konusu olan bütün bu ekonomik ve siyasi imtiyazlardan, ülkenin bağımlı hâle gelmesinden, bir sömürge düzeni ile birlikte darbecinin de tam kontrolünden mahrum kaldılar. Darbecilerin yanında yer almak, Batı için tam bir kazan-kazan siyasetini barındırıyordu. Türkiye, Mısır’dan çok daha büyük bir pazardı ve kazanımlar çok daha büyük olacaktı kuşkusuz. 15 Temmuz ve sonrası atılan manşetlerin neden nefret dolu olduğunu, neden bağımsızlık ve demokrasi için direnen bir millete “koyun” dendiğini anlamak, bu bağlamdan okuduğunuzda güç değil.

Batının darbecilerin yanında yer almasının başka bir nedeni, ötekilerini de kapsayan şekilde, Müslümanların demokrasi ile olan ısrarı dolayısıyladır. Mısır ve Türkiye’de, halkın gerçek anlamda demokrasi talebinin altında yatan en değerli sebep, yani en yalın haliyle kendi kendini yönetme isteği, ülkelerini bağımsız politikalarla yürüteceğini düşündükleri siyasi hareketleri ve liderleri iktidara getirebilecekleri, bunun sonucunda da daha bağımsız bir ülke haline gelmek için bağımsız siyasi hareketleri ve liderleri iktidara taşıyabilecekleri ve dolayısıyla da bağımsız bir ülke haline gelebilecekleri bilincine sahip olmalarıdır.

Bu bölümleri Türkiye üzerinden ve zaman zaman da Mısır örneğine tekrar dönerek ele almak istiyorum.

 

Darbecilere Desteğin Nedeni: Müslüman-Demokrasi ilişkisi

Yüz yıl önce tüm bölgeyi (Kuzey Afrika/Ortadoğu) esaret altına alan, sınırları çizen ve tüm ülkelerin başına diktatörler, krallar, askerler, prensler atayan sömürgeci Batı ülkeleri, bu bölgeyi kolaylıkla yönetmeyi, kaynaklarını sömürmeyi ve bölge üzerinden güç devşirmeyi başardılar. Irak, İran, Suriye, Mısır, Libya, Ürdün, Tunus ve diğerleri. Zengin altyapı kaynaklarına ve stratejik olarak önemli bir konuma sahip olan bu bölgeyi diktatörler eliyle yöneten Batı için tek istisna Türkiye idi. Diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye'de göstermelik bir demokrasi inşa edilmesine müsaade ettiler. Türkiye, görünürde demokrasi ile ancak gerçekte küresel vesayet odakları tarafından ordu, yargı, emniyet, siyaset bürokrasisi gibi kurumlar eliyle yönetildi uzun yıllar. Çok partili hayata geçiş ile birlikte Türk toplumu demokrasi ilkesini sonuna kadar bilinçli bir şekilde kullanarak, bağımsız olabileceği liderleri dönem başa geçirerek Batı için beklenmeyen sonuçlar da üretti. Doğal sonuç olarak her defasında darbe ya da muhtıralarla bu süreçler bölündü. Bağımsız politikalar yürütmek isteyen her lider darbe ile cezalandırıldı. Bu süre zarfında Müslüman ülkelerin diktatörleri yönetimlerini babadan oğula devrediyor ve birer sömürge ülke pozisyonlarına devam ediyorlardı.

Bölge, bir kısır döngü içerisinde, sömürge düzeni içerisinde yaşarken, dünyayı değiştiren bir olayla karşılaştık. ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terör saldırısı, Müslüman coğrafyada yeni bir süreci, terör örgütleri çağını başlattı. 11 Eylül, Afganistan, Irak gibi ülkeleri işgal etmek için kullanıldı ve milyonlarca insan hayatını kaybetti. Batı dünyası, sıcak çatışma ile bölgeyi yeniden dizayn etmeye karar vermişti. Sadece Afganistan ve Irak’ın işgali değil, bununla birlikte etkisi on yıllarca boyunca devam eden ve böyle giderse de edecek olan yeni bir politikayla daha karşılaştık. 11 Eylül’den bu yana Müslümanlar ile terörizm, barbarlık eşitlenmeye çalışıldı ve bu devam ediyor. Özellikle DEAŞ ile birlikte had safhaya ulaşan bu algının en çok zarar göreni de kuşkusuz Müslümanlar ve devletleri oldu. Müslüman nüfusun binde 1 olduğu Almanya'nın Dresden kentinde, yani gündelik hayatta neredeyse hiç Müslüman ile karşılaşılmayan bir kentte, Avrupa'yı kasıp kavuran ırkçı islamofobik PEGIDA hareketinin ortaya çıkmasının nedeni; 11 Eylül’den bu yana durmaksızın devam eden islamofobik algı operasyonları ve Dresdenlilerin televizyon başında Hollywood yapımı videolarla kafa kesen, insan yakan Müslüman görünümlü DEAŞ’lıları görmeleriydi.

İşte tam da bu noktada Mısır’da ya da Türkiye’de, bağımsızlık ile birlikte onu da belirleyen demokrasi için sokaklara çıkan ve en ufak bir şiddet kullanmayan milyonlarca insan, Batı'nın görmezden gelmek istediği bir gerçek haline geldi. “Barbar Müslüman” “anti demokratik Müslüman” “terörist Müslüman” argümanları bu iki direnişte, şiddetsiz halk direnişinde çökmüştü. Sivil halktan kimsenin tek bir silah bile kullanmadığı, tek bir linç ya da yağma olayının olmadığı 15 Temmuz direnişi, Batı tarafından saygıyla karşılansaydı, Mısır’daki, Türkiye’deki Müslümanların demokrasi ile yönetilme ısrarı başta Dresden’deki insanların yeniden düşünmesine yol açacaktı. On yıllar boyunca büyük yatırımlarla oluşturulan anti demokratik-Müslüman algısı çökmüş olacaktı.

Batı’nın demokrasi bağlamında darbecilerin yanında durmasının bir diğer nedeni de gerçek anlamda demokrasinin yerleşmesi sonucunda, ülkenin bağımsız liderler tarafından idare edilecek olması hususudur kuşkusuz. Serbest propagandaların, siyasi faaliyetlerin ve sonuçta serbest seçimlerle demokratik yolla seçilen liderlerin var olduğu bir coğrafya değil Ortadoğu. Az önce değindiğimiz gibi tek istisna var, o da Türkiye. Türkiye dışında tek bir deneme oldu, o da makalemizin başında detaylıca bahsettiğimiz, Mısır. Gerçek anlamda demokratik seçim, Batı’nın ısrarla üzerinde durduğu bir prensip gibi dursa da seçimleri gözetlemek için AGIT vb. kuruluşlar seferber olsalar da işin aslı pek öyle değil.

Zira bu ülkelerin gerçek anlamda demokrasi ile yönetilmesi demek, liderlerin tekrar seçim kazanabilmek için kendi halklarının çıkarları için politika yürütmeleri demektir. Mısır’da ve Türkiye’de sokaklara dökülen milyonlarca insan bunu çok iyi biliyordu. Çünkü ancak böylece ülkenin çıkarlarını önceleyen, bunun için siyaset yapan liderleri seçme şansları olacağının farkındaydılar. Bu da onları demokratik bir tutum içerisine sokuyordu. Peki, Batı dünyası için İslam coğrafyasının gerçek anlamda demokrasi ile yönetilmemesi neden önemli? Halk için neden önemliyse onlar için de aynı faktörden ötürü önemli. Bağımsız hareket edebilecek, halkın ve ülkesinin çıkarlarını öne çıkaracak, Batılı güç merkezleri tarafından kontrol edilemeyecek liderlerin seçilme ihtimalinin olması. Demokrasi olursa bu ihtimal de hayat bulacak sonuçta. Dolayısıyla Batı'nın güç merkezleri, bu bölgeyi kontrol altında tutmak, kaynaklarını sömürmek ve sonuçta güç devşirmek için demokratik olmayan liderler eliyle yönetmek durumundalar. Bunun da tek yolu, gerçek anlamda demokrasinin ortaya çıkmaması. 15 Temmuz direnişi işte tam da bu noktaya değdi. Halk, sivil siyasi iradeye ve seçimle iş başına getirdiği liderine sahip çıktı. Yani demokrasi için direndi. Direnmenin ötesinde şehit oldu, gazi oldu, günlerce nöbet tuttu.

Bu direnişin uyumlanması, saygıyla karşılanması, demokrasi için direnen insanların Batı medyasında yer alması, elbette ki bütün islâm coğrafyasının da meşru olarak kabul edilen demokrasi talebini, tekrardan ortaya çıkaran bir etki yapabilirdi. Müesses nizam için bu bir riskti. Kaybedeceği şeyler, suçlanacağı şeylerden daha önemliydi. Terazinin bir yanında demokrasiyi ayaklar altına alan ikiyüzlü Batı yaftasını yemek vardı. Ancak diğer yanında tüm Ortadoğu coğrafyasına sıçrayabilecek bir demokrasi fikriyle birlikte bu bölgenin kontrolünü kaybetmek vardı. Elbette ki darbenin yanında durmakla suçlanmak, Batı dünyası için büyük bir kayıp değildi. Zira bu suçlamayı yapan tek ülke Türkiye ve birkaç milyon Müslüman olacaktı.
El Cezire’den Swisher, Mısır’da gerçekleşen darbe sonrası açık yüreklilikle konuşan iki kişiyle röportaj yapmıştı. Bunlardan biri ABD'nin eski Kahire Büyükelçisi Edward Walker'dı. Walker, eski Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının pek azının cesaret edebileceği şekilde yüksek sesle şunu itiraf etti: “Müslüman Kardeşler ‘in Batı nezdinde özellikle de ABD nezdinde öyle pek sempatik olmadığı iyi bilinir. Dolayısıyla başardıklarını görmek bizim çıkarlarımıza uygun değildir gerçekten de.”22, Walker, cumhurbaşkanlığına yerleştirilen Sisi'nin niçin çok çekici olduğunu da şöyle ifade ediyor: “Sisi, çekici çünkü o Mursi değil... Bizim kaygımız, Mısır ve İsrail ilişkilerini korumak ve sürdürmektir.”

İkinci isim ise Washington merkezli düşünce kuruluşu WINEP'ten Simon Henderson. O da Mısır'da yönetim değişikliğinin, İsrail’in gazı sıvılaştırma şıkkını yeniden düşünmesi, Mursi devrinde Mısır'ın Süveyş Kanalı üzerinden sevkiyata izin vereceğine güven duyulamayacağı anlamını taşıdığını söylüyor. Çok açık sözlü. “Mısır kamuoyu, İsrail’le doğalgaz anlaşması yaparak günün 24 saati elektrik kullanarak mı yoksa prensip gereği günün bir kısmında karanlıkta kalmayı tercih ederek mi daha mutlu olacağını hesap edebilir” diyor.

Burada elbette Müslüman Kardeşler‘in ülkeyi sivil siyaset ile yönetme fikrinin, Batı başkentlerinde ne derece tehlikeli bulunduğunun da altını çizmek gerekir. Darbe yönetiminin çok hızlı bir şekilde Müslüman Kardeşleri yasaklaması ve Batı tarafından da destek bulması önemli. Bunun önemi sadece seçilmiş bir siyasi partinin kapatılmasının anti demokratik özelliğinden kaynaklanmıyor. Bu, David Hearst’in, “Mursi iktidarda kalsaydı, bugün AID’den söz ediyor olmazdık.” tespitiyle de ortaya çıkan ve çok daha büyük etki yaratan bir yasaklamayı Batı (devletleri, kurumları), demokrasi ile kendi kendini yönetebilen ve dolayısıyla da bağımsızlaşabilen bir Müslüman coğrafya yerine, kendi maddi ve siyasi çıkarlarını gözetecek kukla devlet başkanlarıyla yönetilen bir coğrafya istiyor.

Mısır ve Türkiye’de darbecilerin yanlarında konumlanmaları; ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel her açıdan istikrarlı politikalarının bir sonucudur. Sisi örneği ile bugüne kadar yaptıkları ortada. Türkiye ve Erdoğan’a karşı yürüttükleri kampanyalar da ortada. Bu makale, sadece bir kısmını toparlayabildi. Türkiye; 15 Temmuz’da sergilediği direniş ile sadece Türkiye’yi kurtarmadı; Ortadoğu’nun ve kendisine umut bağlayan yüz milyonlarca insanın umudu oldu. İslam ile demokrasi arasındaki ilişkiyi netleştirdi. Terör ve şiddet ile arasına koyduğu mesafeyi çok iyi gösterdi. Bağımsızlık için mücadele etmenin değerini tekrar hatırlattı. Özgür bir şekilde kendi seçtiği liderine sahip çıkmanın, bağımsızlığına sahip çıkmak olduğunu yeniden hatırladı ve hatırlattı.

Kaynak: Bilimevi Dış Politika Dergisi, Sayı: 2

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.