Nereden geliyor bu değirmenin suyu?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, uluslararası konjonktürün, terörle mücadelede Türkiye'ye yardım noktasında uygun olmadığını açıkladı...
Çiçek, Kanal 24'te katıldığı canlı yayında terörle mücadele konusundaki soruyu yanıtlarken, terör sorunun Türkiye Cumhuriyeti devletinin sorunu olduğuna işaret ederek, bunun böyle görülmemesi halinde konuşurken de yanlış konuşulabileceğini, terörle mücadeleye katkı vermek yerine siyasi suçlamaların konusu olunabileceğini söyledi.
''Geriye dönük etnik terörden bahsediyorsak, dün, bugün ya da yarın iktidarda kim varsa 83-84'ten beri her görüş ve düşünceden siyasi partiler tek başına veya birlikte iktidar oldu. Siyasi iktidara göre terör bu işe başlıyor veya vazgeçiyor değil'' diyen Çiçek, Türkiye'nin böyle bir sorunla karşı karşıya olduğunu, olaya devlet sorunu olarak bakmak ve tartışmak gerektiğini kaydetti.
İspanya ve İngiltere gibi başka ülkelerin sorunu devlet sorunu olarak gördüğünü, siyasi partilerin de konuya böyle yaklaştığın anlatan Çiçek, ''Böyle yaklaşacaksak, bu bir parti sorunu da değil, partiler üstü sorun olarak kabul etmek lazım. Zaman zaman öyle kabullerimiz oldu ama zaman zaman iç politikada çok kullandığımız sorun oldu. Bu da terörün ekmeğine yağ sürmekten başka fayda temin etmedi. Olaya bir parti meselesi, biri gitsin gelsin olarak görmek de yanlış, partiler üstü mesele olarak görmek lazım'' diye konuştu.
''Nereden geliyor bu değirmenin suyu?''
Terör meselesinin dış boyutunun olduğunu hiçbir zaman gözardı etmemek gerektiğine işaret eden Çiçek, şöyle konuştu:
''Ben buna sık sık vurgu yapıyorum, bunu da bilerek yapıyorum. İşin özünde bu var. Bunu gözardı ederek terör meselesinde çözüme kavuşmak, tedbir geliştirmekte ciddi zorunluk olur. Deniyor ki 'Falanca adam silahları bırakın dese silahları bırakırlar.' Ben farklı bir şey söylüyorum ve iddia ediyorum; Kendileriyle mülakat yapılan teröristler ve terörist başılar da dahil olmak üzere 'biz bu işleri bırakıyoruz artık' dedikleri zaman da bile bu işin kolay kolay bırakılması mümkün değil. Çünkü onların iradeleri kendi ellerinde değil, bunları kullanan ülkeler ve uluslararası güçler var. Zaten bu destek olmasa terörün bu kadar boyut kazanması ve varılığın sürdürmesi mümkün değil. Yazılanlardan yola çıkarak deniyor ki filanca yerde 5 bin silahlı militan var, 3 bin de Türkiye'de var. Bu değirmenin suyu nereden geliyor? 8 bin kişilik gücü karda kışta, yazda baharda yedireceksiniz, içireceksiniz, barındıracaksınız, eğiteceksiniz, silah, mühimmat, planlama şu bu, bunlar nasıl oluyor? Okur yazarlığı bile olmayan, 16-17 yaşlarında, doğru dürüst hayatı anlamamış bu insanlar nasıl oluyor da böylesine kapsamlı, karmaşık planlama yapabiliyor. Bunların arkasında uluslararası güç ve destek olmasa, 1, 5-10 gün bile yaşamaları söz konusu olmaz. Üzerinde mutabık kalmamız gereken bir başka husus, uluslararası destekler olmadan hiçbir terör örgütü varlığını uzun süre sürdürmesi mümkün değil. Dünyada 50'ye yakın terör örgütüyle ilgili ortak noktaları tespit etmeye çalıştım; gördüğüm, hepsinde önemli bir dış desteğin olduğudur. Bu destek kesilmediği sürece 'kökünü kazıdık, kazıyoruz' demek...''
''Olabildiğince gerçekçi olmak lazım''
Çiçek, terörle mücadelede olabildiğince gerçekçi olmak gerektiğine dikkati çekerek, ''Ne kötümser olup 'eyvah, battı, gitti, her şey sonlandı, bundan sonra yapılacak bir şey kalmadı' düşüncesi doğrudur ne de olduğundan çok fazla iyimserlik pompalayıp sonunda bir üzücü olay meydana geldiğinde toplumu sükutu hayale uğratmaktır. Onun için olabildiğince gerçekçi olmak gerekecektir'' dedi.
Dünyayı rahatsız eden 13 karışık bölgenin 11'inin Türkiye'nin etrafında olduğunu belirten Çiçek, Türkiye'nin önemli bir ülke olduğunu vurguladı. ''Siz büyüdükçe, geliştikçe rakibiniz olan bir kısım ülkelerin de ayağına basarsınız, onların menfaatleriyle zaman zaman çatışırsınız. Çatıştığınız ülkeler başka menfaatle bunlar dengelenmiyorsa, 'ne güzel Türkiye büyüdü, gelişti, imkanlarımızı elimizden alıyor, ben de kenarda durup alkışlıyorum' demez'' diyen Çiçek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Terörün dünyada bu kadar varlığını sürdürmesi; onun dış politikada enstrüman, alet, edevat olarak kullanıldığını görmemiz lazım. Belki Türkiye olarak şunda aldanıyor olabiliriz; bir kısım ülkelerin bunu kınıyor olması, bununla ilgili hoşumuza gidecek 3-5 fiyakalı laf etmesi, şu da bu da öteki de istiyor diye çok da doğru olmayan içeriye dönük ifadeler kullanılıyor. Bu tür açıklamaların belli değeri, anlamı var ama bunların önemli bölümünün kalorisi yoktur. Sıfır kalori, açıklamalardır bunlar. Misal x ülkesini kabul edin. Terörle mücadelede yapması gereken 10 iş var da bunların 1 tanesini yapıyorsa, o da en light olanı yapıyorsa, bu size destek veriyor anlamına gelmiyor. 'Ben hala bu işi elimde tutacağım, size karşı koz olarak kullanacağım, benim politikalarıma paralel, benim menfaatlerim çatışacak noktaya gelirse, ben bu sopayı elimde tutuyorum' anlamına gelir. Allah insanlara akıl vermiş, yazılı bilgi, belge aramaya gerek yok. PKK ortak düşman mı? Avrupa PKK'yı terör listesine aldı. Ne zaman, 2002'de. 1984'ten 2002'ye kadar 18 sene var. 18 sene bu örgüt 30 binden fazla insanın kanına girdi. 18 sene nasıl oldu da Avrupa bunun terör örgütü olduğunu kabul etmedi? Anlayamadı mı, fark edemedi mi, temyiz kuvveti mi yoktu? Türkiye o zaman da çırpınıp durdu. Bu örgüt o zaman da kan döküyorsa, aynı ülkeler insan hakları ihlalleri oluyor diye Türkiye'yi sıkıştırıyordu. Çoluk çocuk demeden insanları katleden örgütün para toplamasana, eğitim kampı kurmasına, lojistik destek sağlanmasına, televizyon yayını dahil her türlü faaliyetine 18 yıl müsaade ettin. Birisi bana desin ki üzücü olaydan sonra 'vah vah, tüh tüh üzüldük', bu lafların hiçbirinin anlamı yoktur. Adına en çok yalan söylenin kavramlardan biri terördür. Bakmayın sen kınıyoruz falan, yaptığın işe bak.''
''Kandil'e nasıl gidiyorlar?''
Çiçek, terör örgütünün her yıl kongresini Kandil'de yaptığını hatırlatarak, ''Dünyadaki, Avrupa'daki temsilcileri Kandil'de toplanır. 1 yıl içinde hangi alçaklıkları yapacaklarsa bunların kararını Kandil'de alır. Bunu dünya bilir. Peki bu insanlar filanca, falanca ülkeden Kandil'e nasıl gidiyor, ışınlanarak mı? Havayollarını kullanıyorlar. Bunların isimleri belli. Bana bir tek misal hatırlatın ki kongreye giderken falanca ülkenin havaalanında örgüt üyesi yakalandı işlem yapıldı. Sinek uçsa oraya giderken izin almak mecburiyetinde, birinin kontrolünde buralar. Bu kontrolü elinde bulunduranların hiçbiri bir şey yapmadı'' dedi.
Gazetelerde ''uluslararası konjonktür şuna, buna müsait'' diye yazıldığını belirten Çiçek, şunları kaydetti:
''Uluslararası konjonktür, yardım noktasında müsait değil. Bizim yapacaklarımız bakımından eskiye nazaran biraz daha olumlu atmosfer meydana getiriyor. Onun için siz bakmayın en yakınımızdakiler dahil, birlikte dünyanını muhtelif yerlerinde sorumluluk taşıdığımız ülkeler bile terörle mücadelede Türkiye'ye yeterli desteği vermediler. Vermesi gereken 10 destek varsa birini bile vermediler. Biz kendi mücadelemizi 'falanca, filanca'dan destek gelecek, şuradan, buradan bu olacak' diye buna göre yapamayız. Bugüne kadar milletimizin sağduyusu,basireti, fitne fesada fırsat vermemesi, güvenlik güçlerimizin kahramanca çabasıyla, gayretiyle yapıldı. Bundan sonra da böyle olacak. Böyle olacağına göre ne milletimizin morali bozulmalı ne de bu kurumlarımızın yanlışı eksiği varsa bunu fırsat bilip vur abalıyı karnımızda ne kadar şey varsa, bunu ortaya dökecek tarzda bu kurumları ve buralarda görev yapan insanlarımızın moralinin bozulması lazım.''
Çiçek, ''Bu son cümleyi Uludere ile ilgili mi söylüyorsunuz?'' sorusuna, ''Ben genel söylüyorum, herkes gereken dersi çıkarıversin. İster orası ister burasıdır. Biz bu değerlendirmeleri Ankara'da, İstanbul'da çok konforlu ortamlarda yapıyoruz. Emin olun bu değerlendirmeleri yapanların, çözüm adına bir kısım lafları söyleyenlerin o bölgeyi gördüklerini sanmıyorum. O şartlar altında bu insanlar görev yapıyor, hata eksik de yapabilir. Bunun elbette bir müeyyidesini koymak ayrıdır. Ama bu mücadeleyi yapanların azmini kıracak, elini soğutacak, yüreğini karartacak değerlendirmelerden de hepimizin kaçınması lazım'' diye konuştu.
Europol tarafından yayınlanan 2012 yılı AB Terörizm ve Eylem Raporu'nda ''Avrupa'nın örgüt için mali kaynak, militan temini, eğitim ve propaganda amaçlı kullandığı lojistik merkez olmaya devam ettiği, bu faaliyetleri gerçekleştirmesi için PKK'nın Avrupa çapında eleman temininde rol alan militanlardan oluşan bir ağa sahip olduğu ve bunun endişe kaynağı olabileceğinin'' ifade edildiğini hatırlatan Çiçek, ''Demek ki Avrupa şu an genel geçer lafların ötesinde terörle mücadelede Türkiye'ye yeteri kadar destek vermedi, vermiyor. Biz kendi gücümüzle, imkanımız ve tecrübemizle, kendi milletimizin ve güvenlik güçlerimizin çabasıyla gayretiyle iş nereye kadar geliyorsa onu götürüyor, bundan sonra da götürmeye devam edeceğiz. Meseleye böyle bakmak lazım'' dedi.
İMRALI'DAKİ CEZAEVİ F TİPİ STATÜSÜNDEDİR
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki koşullarına ilişkin, ''Sanki bu adada sabah 8'de kalkıyor, adanın her tarafında elini kolunu sallayarak dolaşıyor, yeri geliyor iki saat zeytin ağacının altında, yeri geliyor öğle sıcağından filanca çamın altında keyif çatıyor gibi bir atmosfer kamuoyuna yansıtıldı. Halbuki İmralı'daki cezaevi, F tipi statüsündedir'' dedi.
Kanal 24'te katıldığı canlı yayında, Bağımsız Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın açıklamasına ilişkin soru üzerine, terör örgütünün yekpare bir örgüt olmadığını, bunun uluslararası güçlerin, ülkelerin kullandığı bir örgüt olduğunu söyledi.
Söz konusu örgütün çatı kısmında pek çok ülke ile irtibatı olan unsurlar bulunduğunu belirten Çiçek, ''Dolayısıyla birisinin 'şöyle' dediğine, öbür ülke ve onun oradaki uzantısı 'evet' demiyorsa o zaman sıkıntılar çıkıyor'' dedi.
Söz konusu ülkelerin, bu meselede nerede durduğuna bakılması gerektiğine işaret eden Çiçek, şöyle devam etti:
''Özellikle de silahlı eylem yapan unsurlar açısından bakmak gerekiyor. Çünkü bazılarını kabul ediyorlar, bazılarını kabul etmiyorlar. Terörist başının bir kısım açıklamalarında da 'filanca bizim kontrolümüz dışında, falanca ülkeyle irtibatlı olabilir, onların koyduğu bir kısım eylemler olabilir.' Bunlar yanıltmak için de olabilir, çünkü toplumda ciddi bir tepki oluştuğu zaman yükü üzerlerinden atmak için de olabilir. Ancak diğer taraftan da bir doğru yanı vardır, yekpare bir örgüt olmadığı için. Ama artık herkesin şu görmesi gerekiyor ki bu türlü kanlı eylemlerin ülkeye, hukukunu koruduğunu söylediği kesimlere bile bir faydası yoktur. Bu nasıl bir iştir ki diyorsun ki 'Ben Kürt halkının hukukunu korumak için bu eylemleri yapıyorum' diyor, ama öldürdüklerinin çok önemli bir kısmı Kürt kökenli vatandaşlarımız.
15 Ağustos 1984'te Eruh'ta bu kadar insanı katlettiler. Kadınlar, yaşlılar var. Öldürdüğün bu insanların hepsi Kürt kökenli insanlar. İki yaşındaki çocuğu katlederek, o çocuğun hukukunu nasıl korumuş oluyorsun ki? Bu soruyu bizim tüm vatandaşlarımızın, en öncede bölgedeki vatandaşlarımızın sorması lazım. Ben vicdanen sordukları kanaatindeyim. Çünkü can yakıyor. Ölen çocuklar kendi çocukları.
Bu örgütün kullanıldığı ortada. Bu örgütü kimlerin kullandığına da bakmak lazım. İşin önemli noktası burasıdır. Belki kamuoyunu bu noktada daha fazla bilgilendirmek gerekiyor. Bu türlü açıklamaları sadece siyasetçilerden, belli makam sahiplerinden beklemek yerine, aslında toplum önderi durumunda olan, sözü sohbeti dinlenen sanatçılarımızdan, yazarlarımızdan, bilim adamlarımızdan, iş adamlarımızdan... Herkesin, en önce de bölgenin içinden çıkmış ve bu işten rahatsız olanların çok açık ortaya koyması lazım ki 'Biz kullanılıyoruz. Bu ülkenin insanları kullanılıyor.' Kimler tarafından? Türkiye'nin gelişmesini istemeyenler tarafından. Dünyada da terör örgütleri böyle kullanılıyor. Dış destek kesildiği anda da birden, bir yağmurun kesilmesi gibi, elektriğin kapatılması gibi bu işler birden kapanıveriyor.''
''İç politika meselesinin dışında tutulmalı''
Bu konuda siyasetçilere de önemli görevler düştüğüne dikkati çeken Çiçek, İspanya'da bu işlerin bir politik malzeme olarak kullanılmaması için, yazılı mutabakatlar yapıldığını anımsattı. Türkiye'de de bu işlerin daha soğuk kanlı konuşulması gerektiğini belirten Çiçek, ''Konuyu iç politika meselesinin dışında tutarak büyük bir vatan severlikle, sorumluluk duygusu içinde... Geriye dönün olarak, 'Sen şunu yaptın, ben bunu yaptım...' Bunu demek gerekecekse herkes herkese bir sürü laf söylüyor. Artık bir çizgi çekip, gelinen bu noktada 'Ne yapabilirizi' bizim kendimizin konuşması lazım. Başkalarının konuşması bizim hayrımıza olmaz'' diye konuştu.
Cemil Çiçek, ''Terör örgütü elebaşı Öcalan'a ev hapsi' konusundaki tartışmalarla ilgili soru üzerine, şunları söyledi:
''Törörist başı ile ilgili olarak zaman zaman açıklamalar olur. İşte, İmralı'da kalmış olması bir değerlendirme konusudur. 'Orada, bir adada tek başına neden kalıyor?' Sanki bu adada sabah 8'de kalkıyor, adanın her tarafında elini kolunu sallayarak dolaşıyor, yeri geliyor iki saat zeytin ağacının altında, yeri geliyor öğle sıcağından filanca çamın altında keyif çatıyor gibi bir atmosfer de kamuoyuna yansıtıldı. Halbu ki İmralı'da ki cezaevi F tipi statüsündedir. 'Neden orada kalıyor da diyelim ki Sincan'da ya da İstanbul'daki F tipinde kalmıyor?' Orası F tipi cezaevidir. Orada kalmasını tercih eden de devletin kendisidir. Güvenlik açısından. Türkiye'nin huzuru açısından. Diyelim ki bu kişiyi aldık getirdik, Sincan'daki, Yenikent'teki F tipi cezaevine koyduk. Emin olun her gün Sincan, Yenikent eylem alanı haline dönüşür. Dünyada ne kadar bu işlerden menfaat temin etmeye, ortalığı karıştırmaya çalışan medya varsa, bunlar da gelir burada karargah kurarlar.
Onun orada bulunmasını isteyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendisidir. Zaten adanın tamamı cezaevi olarak kullanılmıyor. Orası askeri yasak bölge. Oradaki cezaevi de F tipi statüsündedir. Sincan'daki bir F tipi cezaevinde bulunması gereken ne varsa aynı şartlar, uygulamalar orada da var. Buradaki F tipindeki bir kişi günde ne kadar dışarı çıkabiliyorsa o da o kadar odasından dışarı çıkabilir. Burada hücre ne kadarsa onun kaldığı hücre de o kadardır. Zaman zaman propaganda olarak, 'Şu oluyor, bu oluyor...' Şehit aileleri bunlara üzülüyor. Bu çok doğru değil. Ama diğer taraftan da dış dünyaya farkında olmadan bu işin önünü arkasını bilmeden tartışmalar yapıyoruz. Orası F tipi cezaevidir. Buradaki F tipinde uygulanan statü neyse odur, buradakinin imkanı neyse oradakinin imkanı da odur.''
''Dört siyasi partinin bir araya geldiği tek platform''
TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun çalışmalarına değinen Cemil Çiçek, yazım komisyonunun taslakları hazırladığını, daha sonra komisyonda bu taslakların müzakere edildiğini söyledi.
Anayasa yapımının zor bir iş olduğunu kaydeden Çiçek, ülkedeki gergin ortamda anayasa çalışmalarını sürdürdüklerini ifade etti. Başlangıçta, ''Bu iş böyle gitmez'' diye kehanet içinde bulunanların olduğunu anlatan Çiçek, ''Ama biz buna rağmen Türkiye'de dört siyasi partiyle beraber, toplumun her kesimi ile görüşerek, halkın görüşlerini alarak işi buraya kadar getirdik. İşin en zor kısmı burasıdır. Burayı aşarsak, bu anayasayı biz yapacağız ki yapmak mecburiyetindeyiz. Yapmama diye bir ihtimali ben aklıma bile getirmek istemiyorum. Bu, siyaset için ciddi bir kayıp olur, zaaf olur ve güven açısından kayıplar söz konusu olur'' dedi.
Türkiye'nin anayasa yapmama gibi bir lüksünün olamayacağını ifade eden Çiçek, şunları söyledi:
''Ne yapıp yapıp yeni bir anayasayı bu yılın sonuna kadar belli bir noktaya getirme mecburiyetimiz var. İhtiyaç, talep olmaktan çıktı artık. Bir mecburiyet haline geldi.
Sayın genel başkanları birlikte ziyaret ettik. Verdikleri mesajlar olumludur, cesaret vericidir. Ama kabul etmek gerekir ki dört farklı görüşten ortak bir metin çıkaracağız. Bunun dışında, dışarıdaki siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini de dikkate aldığımızda, çok farklı görüşleri bir noktada toplayacağız. Bu nedenle zor bir süreçtir. Bu nedenle zaman zaman tartışmalar da farklı fikir ve düşünceler de oluyor.
Türkiye bu süreçle beraber bir kaç şey de kazanmış oluyor. Anayasa yapım sürecinde Türkiye'nin konuşulmadık sorunu kalmıyor. Bunların hepsi bir ölçüde anayasa ile bağlantılıdır. Şu an yaşadığımız bir kısım sıkıntıların kaynağında da anayasadır vardır. Biz bunları konuşuyoruz. Bu konuşmalardan, farklılıklardan kamuoyuna olumsuz bir kanaat yansıtılmamalıdır. Her parti, hangi konu konuşuluyor ise o konuyla ilgili görüşünü getirecek oraya.
Bir yöntem olarak, 'Türkiye'de ifade, fikir özgürlüğü oturulup konuşularak halledilecektir' söyleniyor, işte biz o yöntemi uygulamış oluyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu, terör meselesini partiler olarak konuşalım demişti. İşte o konu da dahil bir masanın etrafından dört siyasi parti, uzman ve danışmanlarıyla Türkiye'nin en temel meselelerini konuşuyor. Bu, Türkiye için önemli kazanımdır.
Dört siyasi partinin bir araya geldiği tek platformdur bu. Dört farklı görüşte olan siyasi parti, 7 aydır en temel konuları kavga etmeden, ağır laflar etmeden tartışıyor. Birlikte bir iş yapılabileceğinin örneğini vermeye çalıştık. Eğer bu tecrübeyi hayırla sonlandırabilirsek, bundan sonra da bu yol ve yöntemlerle belki toplumun en temel konularını konuşarak tatlıya bağlam yolu olabilir.
Sayın Kılıçdaroğlu, 'filanca konuyu şöyle konuşalım' derken, bu uzlaşma komisyonu modelini teklif etmeye çalıştı. Ama belli ki belli konuların konuşulması bakımından önemli bir emsal teşkil edecek gibi görünüyor.''
''Sıkıntıları en fazla yaşayan kişilerin başında geliyorum''
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'nun, ''Başkanlık sistemi gündeme gelebilir'' yönündeki değerlendirmesine ilişkin soru üzerine, Çiçek, ''Bu masada anayasa ile bağlantılı her konu konuşuluyor ve konuşulacak. Şimdi temel hak ve özgürlükleri yazıyoruz. Bunun bitiminde yasama ve yürütme organının anayasadaki düzenlemesini yapacağız. Bunu yaparken ki başkanlık sistemi büyük ölçüde yürütme ile ilgilidir. Siz yürütme organını yazacaksanız, ister istemez başkanlık, yarı başkanlık, parlamenter sistem gündeme gelecektir. İki ay sonra da olabilir, 15 gün sonra da olabilir'' diye konuştu.
Çiçek, şöyle devam etti:
''Her parti çalışmasını yapacak, ne düşünüyorsa masaya getirecektir ve konuşulacaktır. Bir anayasa sadece temel hak ve özgürlükler belgesi değil, devletin işleyişini de düzenleyen metinlerdir. Yasama, yürütme, yargı organı, yürütmeye bağlı anayasada yer alması gereken bir kısım kuruluşlar varsa bunların statülerini belirlerken, ister istemez seçtiğiniz modele göre bunların belirlersiniz.
Eğer yeni bir anayasa yapmazsak bugünkü anayasa yürürlükte kalmaya devam ediyor. Bu anayasadan kaynaklanan sıkıntıları yaşamaya devam ederiz. Bu sıkıntıları da bu dönem en fazla yaşayan kişilerin başında ben geliyorum. Çünkü Meclis Başkanı oldum. Ne derler, 'Fakir hovardalığa çıkınca ay erken doğarmış.' Öyle bir dönemde Meclis Başkanı oldum ki geçmişte hiç karşılaşmadığımız bir alay, karmakarışık, anayasa ile bağlantılı ne kadar olay varsa önümüze geliyor. Yani, neye göre yapacaksınız, herkes benden bir şey bekliyor ama anayasa benim beklentime uygun iş yapmama imkan vermiyor. Bunu mazeret olarak söylemiyorum.
Herkes sizden bir şey bekliyor ama yetkiniz nerede, yasama organı nerede duruyor, yürütme organı nerede duruyor? Bu problemin anayasal dayanağı ne? Bu problemin anayasal dayanağına kimse bakamadan, 'Bu niye böyle olmuyor?' diyor. Bu niye böyle olmuyoru bir de anayasa ile örtüştürebilse belki birbirimizi anlamamız kolay olacak. Bu anayasa kaldığı sürece her gün anayasal problemi bu ülke biz yaşamaya devam edeceğiz.''
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.