Necmettin Turinay: "Toroslara Çekilmiş Münzevi Kartal: Necmettin Erişen!.. "
"Toroslara Çekilmiş Münzevi Kartal: Necmettin Erişen!.."
Necmettin Türinay’ın kaleminden:
"Toroslara Çekilmiş Münzevi Kartal: Necmettin Erişen!.."
Tarık Buğra, “Ağaçlar Ayakta Ölür” diyor. Fakat bazen olur ki, insan da ayakta ölür. Hayata karşı, devir ve zamana karşı boynunu bükmeyen, rutine ve alelâdeye teslim olmayan kahramanlara da ancak böylesi yakışır.
Nitekim o da onlardan birisi idi ki, Toroslar’ın yüksek dağ yamaçlarında, esen yeller arasında ruhunu teslim ediverdi. Zeytinliklerin dibini eşerken, dağdaki kulübesine üç-beş çivi çakarken yorulmuş olmalı ki, bir kerevete veya koltuğa oturmuş ve öylece kalakalmış!.. Yani ölümünün bile kimse farkına varmamış. Gelip giden, etrafında dolaşan, ya da ona hafiften seslenenler, yenice dalmış uyuyor sanmışlar. Meğer o oturduğu yerde dimdik, hayatta olduğu gibi eğilip bükülmeden, kimselere de muhtaç olmayarak son nefesini öylece teslim etmiş!.. Üstünde mavi gök-beyaz bulutlar, etrafında Toroslar’ın gür yeşilliği ve dağdan dağa vuran sessiz yankılanmalar arasında bir ömür böylece sona ermiş.
Sanki bir garip ölümü gibi!..
Kimsesiz ve yalnız!..
Fakat tabiatın inzivasına çekilen bu adamın hayatı, eğer bilseniz tam bir destandır. Milyonları peşinden sürüklemeyi bilen ve meydanlara sığmayan lider karakterli birinin, Toroslar’ın inzivasında ne aradığını kuşkusuz siz de merak edersiniz. Fakat bu konuda size ne söylesem boş!.. Çünkü ne bunları kendisine sorabildim, ne de o, içindeki bastırılmış ukdeyi açmaktan yana oldu. Eminim ki sorsam bir tel kopacak, derinden derine işleyen bir yara yeniden nüksedecek, ya da ciltlere sığmayan bir kitap orasından, burasından savrulup dağılıverecek!..
İyisi mi küçük küçük bazı notlarla iktifa edeyim. Geçen Cuma günü çıkan “Regaibde Edirne” yazısını kaleme alırken, aslında hatırımda o vardı. Edirne Selimiye’de Perşembe günü, Roman’lardan bir grup, meğer mevlit ve ilâhiler okumayacak mıymış? Bu haber beni o kadar ferahlandırmıştı ki, işte o anda Necmettin Erişen hatırıma gelmiş ve Edirne Regaibi’ni de o vesile ile yazmıştım. Fakat ne o Roman’lardan, ne de Necmettin Erişen’den o yazıda bahsedememiştim. Olacağa bakın ki, daha o yazının mürekkebi kurumadan, Erişen’in vefat haberi Toroslar’dan aşağı inmesin mi?
İşte o gün, Toroslar’daki ölümün ardından, bende neler neler sökün etti. Adı bilinen, kendisi artık hatırlanmayan eskinin eskisi bir örgüt!.. Mücadele Birliği ve onun ilk genel başkanlarından Necmettin Erişen!.. 12 Mart 1971 darbesinde, Doğan Öz tarafından kapatılan örgütün öncü isimlerinden!.. Bakışları acılı ve siması da muztarip!.. Gülmeyen ve belki lûtfen tebessümle yetinen!.. Omuzlarındaki tarihin yükü ile de öylesine vakur birisi!..
İşte bu halde kendi köyünden çıkmış, İstanbul’a mı gidiyor, İstanbul’dan mı dönüyor belli değil. Kara tren Konya’nın düzünde emeklemeye başlamış. Konuşuyor, sohbet ediyorlar. Kimse kimseyi bilmiyor. Fakat sonradan öğreniyoruz; konuşanlardan biri Cemil Meriç, diğeri ise Necmettin Erişen!..
Aradan yıllar geçmiş, Cemil Meriç o yolculuğu Jurnal’lerinden birinde anlatmak ihtiyacını duymuş. “Dağdan dağa vuran bir çağlayandı o” diyor. Ve o konuşma Cemil Meriç üzerinde o kadar etkili olmuş ki, tahmin edemezsiniz!.. İşte Cemil Meriç’in eve dönüşü ya da kendi kültür ve medeniyetimize rücû edişi, bu tren yolculuğundan sonra başlar. Yıl 1966 veya 1967, Erişen o sıralarda tanınmayan, bilinmeyen kayıp bir isim ayrıca!..
O Kur’an okurken sanırdınız ki, yerleri ve gökleri bir titreme ve ürperme kaplardı. Öylesine içten bir okuyuş!.. Kendi okuyuşunun tesiri kendine vurmuş gibi bi de, o koca cüsseli vücut sanki erir giderdi. Ortalıkta da sadece büyük Allah’ın hükümranlığı!.. Yani böyle heybetli seslerin yakarmaları arasında insan kendinden geçer, geçerdi.
İşte heybet ve vakarın, tevazu ve alçak gönüllülükle izdivaç ettiği bu büyük ruh, şimdi aramızdan çekildi gitti. Bir defasında Ankara’da evime gelmişti. Ellerinde, avuçlarında ve omuzlarında, kuşlar yuva yapmış gibi küçücük çocuklarıyla!.. Orasından burasından çocuklar dallarına konuyor!.. Siz sanın ki, meyveli bir ağaç gibiydi Erişen!..
Bu haldeki bir insan, bir gün geldi, genel başkanlığı da, örgütü de bırakıverdi!.. İşsiz güçsüz, memuriyetten atıldığı için de maaşsız-ücretsiz!.. İşte o halde iken ne yapmış biliyor musunuz? Üsküdar sokaklarında, çarşı ve pazarlarda hamallık!.. Omuzları yara-bere içinde. Fakat kimseler onun bu durumundan haberdar da değil!..
O sıralarda olmalı herhalde. Üsküdar’daki çingenelerle arasında bir yakınlık doğmuş. Artık onlarla düşüp kalkıyor. Yıllar sonra bir keresinde, ben de şahit oldum bu duruma. Biz onunla Üsküdar çarşılarında beraber yürürken, ordan buradan sayısız Roman ellerine sarılıyor, yüzünü gözünü öpüyor, daha ne zaman geleceksin diye de adeta sitem ediyorlardı. Şahit olduğum bu ülfet ve kalp yakınlığı diyebilirim ki, beni ezmiş ve utandırmıştı. Neydi bu adam? Ondaki bu derin tesir nereden ileri geliyor diye, o anda dalıp gittiğimi hatırlarım.
Sonra ne olmuş biliyor musunuz? Özal zamanında öğretmenliğe ancak dönebilmiş. Üsküdar Halil Rüştü Ortaokulu’nda “Yalansız Bir Dünya” kurmuş!.. Öğrencileri öyle etkilemiş ki, yalana yer yok artık. O şanslı çocuklar da geçirdikleri bu iç tecrübeyi, “Yalansız Bir Dünya” adıyla kitaba dönüştürmüşler. Ticaret Lisesi’nde de, genç çocuklara apayrı bir nümunei imtisal!.. Onlar da hocaları ile geçirdikleri yılları, “Bir Bizi Anlasanız” diye ayrı bir kitapta toplamışlar.
Şimdi o Romanlar, o yalansız çocuklar ve biz eski dostları, Toroslar’ın eteklerinde, bomboş bir ovanın ortasında, Bursa Müftüsü’nün sorduğu sorulara muhatap bekliyoruz:
- Nasıl bilirsiniz?
Necmettin Turinay
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.