Mustafa Yürekli: Mevlana, ilim ve şiir
Afganistan’ın kuzeyindeki Horasan bölgesinin önemli tarihî şehirlerinden olan Belh’te, 6 Rebiyülevvel 30 Eylül 1207’de doğan Mevlâna Celaleddin Rumi, babası, Belh’ten göç etmeye karar verdiğinde beş yaşlarındaydı. Bu hac kafilesi Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine ve Şam güzergâhıyla Anadolu’ya geçti. Kafile, Malatya’da bir yıl, Erzincan Akşehir’de dört yıl geçirdikten sonra 1222’de Karaman’a vardığında Mevlâna, on beş yaşındaydı
Mevlana, 1225’te, Karaman’da, on sekiz yaşında, kafilede yer alan Semerkantlı Lala Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’la evlendi. Karaman’dayken Halep ve Şam’a giden Mevlâna, annesi Mümine Hatun ile ağabeyi Alâeddin Muhammed’i ve büyük ihtimalle eşi Gevher Hatun’u burada kaybetti. Sultan Alâeddin Keykubat’ın ısrarlı davetleri üzerine 1229’da Konya’ya döndü.
1231’de, Mevlâna yirmi dört yaşındayken babası Baha-i Veled Konya’da vefat etti. Mevlana tekrar Halep ve Şam’a döndü; eğitimini tamamladı. Bu eğitim yolculukları dışında sürekli Konya’da yaşadı.
Mevlâna ilmiye sınıfından bir aileye mensuptu; soyu, anneannesi tarafından ünlü Hanefî fakihlerinden Şemsüleimme Muhammed-i Serahsi’ye (ö. 1097) ulaşmaktaydı.. Babaannesiyle de Harezmşahlardan olduğu ve baba tarafından ilk halife Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) bağlandığı kaynaklarda belirtilmektedir. Babası da dönemin ünlü alimlerindendi. Bir İslam aliminin oğlu olan Mevlana, kendini ilim ve irfana adadı.
Mevlâna, biri babası hayattayken Karaman’daki ikamet yıllarında olmak üzere iki kez eğitim amacıyla Halep ve Şam’a gitti. Yirmi dört yaşında babasını kaybettiğinde yerini alması istendiğinden şeyhi Seyyit Burhaneddin onu yirmi beş yaşından sonra tekrar Şam’a gönderdi. Mevlana, yedi yıldan fazla eğitim gördüğü Halep ve Şam medreselerinde yetişmiş olsa da Irak ekolü olan Hanefi mezhebine mensuptu..
Mevlâna, Halep ve Şam’daki eğitim yıllarında birçok alimden ders aldı. Kaynaklarda Halep’teki hocası olarak ünlü Hanefi fakihi Kemaleddin b. el-Adim’in adı sıkça anılmaktadır.
Mevlâna Şam’da Şeyh Muhyiddin-i Arabî, Sadeddin-i Hamevî, Şeyh Osman-ı Rumi, Evhadüddin-i Kirmani, Sadreddin-i Konevi ile görüşüp sohbet etmiştir.
Müstakil bir eser yazmadığı halde Mevlâna için müfessir ve fakih sıfatları kullanılmıştır. Mutasavvıf kişiliğinin yanında ayrıca âlim, müderris ve müftü gibi sıfatlarla da anılmış olan Mevlâna üç bin kadar ayeti eserlerine aynen veya anlam olarak yerleştirmiştir. Yararlandığı hadisler de önemli sayıdadır. Osmanlı uleması onun bu özelliklerini takdir edip ona hürmet göstermiştir.
Osmanlı Devleti’nin ilk resmî şeyhülislamı kabul edilen Molla Fenari (ö. 834/1431), Şerhu Dîbâceti’l-Mesnevî adlı risalesinde Mevlâna’yı muhakkik, arif, şeyh ve velilerin kutbu gibi sıfatlarla tanıtmaktadır.
Ünlü bilgin ve Osmanlı şeyhülislamlardan Kemal Paşazade (ö. 940/1534) birçok risalesinde, özellikle tasavvufi ve ahlaki meseleleri ele alırken Mevlâna’nın düşüncelerinden yararlanmıştır.
Mevlâna, babasından miras aldığı tasavvufî geleneğe bağlı bir sufî olarak daha önce yaşamış Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, İbrahim-i Edhem, Hallac-ı Mansur, Maruf-i Kerhî, Şiblî, Dekuki ve Ebu’l-Hasan-i Harakani gibi sufileri eserlerinde çokça anmış, onlardan sözler aktarmış ve davranışlarından örnekler sunmuştur.
Mevlâna’nın Arapça gazel ve beyitler de barındıran Farsça eserlerinde az da olsa Türkçe beyit ve ifadeler yer almaktadır. Bilgilendirici ve öğretici bir yol izlediği Mesnevî’si yaklaşık 26 bin beyit olup özellikle ilahi aşkını, gönül derdini lirik şiirin imkânlarını kullanarak anlattığı Dîvân-ı Kebîr’i 40 bin beyit kadardır.
Düzyazı eserleri, Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbât adlı kitaplarından oluşmaktadır.. Fîhi Mâ Fîh, Mevlâna’nın çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmaları ve sorulan sorulara verdiği cevapları içermektedir. Mecâlis-i Seb’a ise Mevlâna’nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Mektûbât’ında, çeşitli devlet adamlarına, ilim erbabına, şahıslara ve oğullarına yazdığı 150 kadar mektup yer almaktadır.
Mevlâna’nın bütün eserlerinde bilgi, söyleyiş ve üslup açısından belirgin bir bütünlük vardır. Söz başlarındaki edebî girişler dışında sözündeki açıklık ve içtenlik, konuşma diline olan yakınlık eserlerinin ortak özelliğidir.
Mevlâna zamanına ulaşan edebî gelenekten ciddi bir şekilde yararlanmıştır. Eserleri üzerinde araştırma yapanlar onun kendinden önceki İslam şairlerinin Arapça ve Farsça şiirlerini çokça okuyup onlardan yararlandığını belirtmektedir. Arap edebiyatından Mütenebbi, Adî b. Ruka’, Ebu Nuvas, Lebid b. Rabia, İran edebiyatından ise Senai ve Attar gibi şairler, Mevlâna’nın yararlandığı şanatçılardır..
Mevlâna’nın Farsça şiirlarinin özelliklerinden biri de Horasan ve Irak üsluplarına sahip olmasıdır. Mevlâna’nın şiiri, Horasan üslubu veya Türkistan tarzı diye bilinen Moğol öncesi Horasan ve Maveraünnehir şairlerinin üslubunun özelliklerini taşımaktadır. Ancak kelime ve cümle yapıları itibariyle Horasan üslubunun özellikleri Mevlâna’nın şiirinde öne çıksa da bazı dil özellikleriyle muhteva ve anlam zenginliği itibariyle Irak üslubuyla buluştuğu noktalar bulunmaktadır. Bu sebeple onun şiirinin bilhassa anlama dönük özellikleri Irak üslubuyla açıklanabilmektedir.
Mevlâna’nın şiiri, özgündür. Onun şairlik amacıyla şiir söylemediği, şiirine özen gösterip beyitlerini süslemediği, vezin ve kafiyeye takılıp kalmadığı araştırmacılarca hep söylenegelmiştir. O, çok iyi bildiği edebî geleneği pek önemsememiştir. Kullanılmayan bazı kelime ve tabirler onun şiirinde yer bulmuştur. Şiirin, kafiyenin ve veznin kayıtlarından rahatsız olduğunu, kendisi de dile getirmiştir. Hatta kendi ifadesiyle filozof da değildir, şair de. Ancak bütün bunlara rağmen ve bunlarla birlikte onun şiiri aşkla, coşkunlukla, şiiriyetle, fikirle, hikmet ve irfanla iç içe benzersiz bir şiirdir.
İlimle tasavvufi tecrübenin buluştuğu Mevlâna, sahip olduğu şairlik kabiliyetiyle birlikte hem düşünce, hem de anlatımda benzersiz bir güce erişmiştir. Dardan genişe doğru varlık âlemi, hayal âlemi ve yokluk âlemi diye vasıflandırdığı âlemlerin en genişine doğru ilerlemede ve heyecanını dile getirmede şairlik hususiyeti ona yardımcı olmuştur. Sahip olduğu bilgi ve kabiliyetle o, Farsça şiirdeki ilk büyük mutasavvıf şair Senai’nin (ö. 525/1131) ve ünlü Attar’ın (ö. 618/1221) açtığı çizgide ilerleyerek bu yolun en güçlü ismi olmuştur.
Mevlâna gerçekte fikirleriyle, şiirdeki tercihleriyle ve aynı zamanda az sayıdaki Türkçe mısraları ve ifadeleriyle Anadolu’daki Türk şiirinin kaynağında yer edinmiştir.
Mevlana’da görülen ilim, irfan ve anlayış, Yunus Emre’de, Fuzuli’de, bütün İslam şairlerin ortak özelliğidir. Modern dönemde İslam medeniyetinden kopuş, şairlerimizi güçsüzleştirmiştir.
Türkçede, alim ve salih olmadan şair olunamaz oysa.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.