Mustafa Yürekli: İstanbul, Mısır ve Hint İslamcılıkları
İstanbul, Mısır ve Hint İslamcılıkları
Üstat Sezai Karakoç, ‘Mehmet Akif’ kitabında, 20. yüzyılın başında çağdaş İslam düşüncesinin İstanbul, Mısır ve Hint olmak üzere üç ekolünden bahseder.
Ergun Yıldırım da, bir gazetedeki köşesinde, 21. yüzyılın başında çağdaş İslam düşüncesinin değerlendirmesini yaptığı ‘İstanbul İslamlaşması yeniden yatağına akacak’ başlıklı bir yazı yayımladı.
Bu iki metinden hareketle İslamcılık tarihini tarayıp söz konusu üç ekolün bir asırlık macerası içinde hem İslam düşüncesinin dışarıdaki Batı düşüncesi karşısında gösterdiği direnişi hem de içeride birbirleriyle etkileşimini anlatacağım.
20. Asırda Üç İslamcılık
Sezai Karakoç, ‘’Mısır Ekolü, (Ferit Vecdi, Reşit Riza ve Muhammed Abduh...) daha çok akılcı ekoldü. Mısır'ın öbür İslam ülkelerinden önce batılılaşması, ona bu çerçeveyi vermişti.’’ tespitini yapmaktadır. Bu listeye Seyid Kutup da eklenebilir.
Bir asır önce 20. yüzyılın başında çağdaş İslam düşüncesinin ‘’Hint ekolü ise, daha çok batının esiri olmanın yol açtığı bir teselli ihtiyacıyla ve görüş imkanlarıyla, Batı zincirlerini kırma esasına dayanan tarihi ve tasavvufi bir karakter gösteriyordu (İkbal). Tarihi perspektif, C. Efgani'de ağır basıyordu.’’ analizini yapmaktadır. Bu listeye de Mevdudi eklenebilir.
Sezai Karakoç, ‘’yerli ekol’’ olarak bahsettiği İstanbul İslamcılığının başlangıçta Hint ve Mısır İslamcılığının yanında göreceli zayıf olduğunu belirtir. İstanbul İslamcılığının başlangıçta gösterdiği zaafiyetin nedenlerini de son derece net bir şekilde açıklar: ‘’İslam, devletin biçim ve özünü, halkın hayat tarzını tayin eden hükümler bütünü olduğundan, ayrı bir tez gibi ele alınmamış olmasındandı. Ancak, Meşrutiyette, çeşitli tezlerin alternatifliği söz konusu olunca, İslam tezi de en kısa bir sürede, kendini kurmuş ve başta Mehmed Akif’in gözüyle, o zamana kadar eserlerini vermiş bulunan çağdaş İslam düşünürlerine bir bakış atmış ve yüzünü döndürmüştü. Akif bu dönemde, bu yüzdendir ki, İslam yazarlarından tercümeler yaptı.’’
Kısaca Hint ve Mısır ekollerinden de yararlanan hilafet merkezi İstanbul’daki Müslüman aydınlar, İslam medeniyetinin Buhara ekolünü temsilen Batı karşısındaki atılımı olan Osmanlı sosyal sistemini kuramlaştırarak İstanbul İslamcılığını görünür hale getirdiler. Çünkü İslam birliği tezi olarak İstanbul İslamcılığı, Yavuz Sultan Selim’den itibaren dünya hakimiyetini sağlayan üstün bir strateji olduğunu kanıtlamış, bütün bir İslam aleminde benimsenmiş, koynunda teori ile pratiğin birbirini geliştirdiği bir küresel politikaydı.
İstanbul İslamcılığı: Diriliş
Sezai Karakoç, Türkiye'de yeni İslam düşüncesinin doğuşuyla Hindistan ve Mısır’da doğuşunun apayrı şartlara bağlı oluşuna dikkat çekmiştir. Dolayısıyla sözkonusu doğuş koşulları farklılığının üç ekolü de ciddi etkilediği tespitini yapmaktadır.
İlk olarak İstanbul İslamcılığını doğuş koşullarında, Osmanlı’nın Meşrutiyet dönemi koşullarında açıklamaktadır: ‘’Türkiye'de, esas İslam devleti kurulu bulunduğundan, İslam, düşünce sistemi olmaktan çok, davranışlarda ve kuruluşlarda yaşıyordu. Ancak, Devletin yıkılma tehlikesiydi ki, yeni yeni, düşünce planında da, bir sistem yapmaya yöneltiyordu.’’
İslam devleti henüz ayaktadır, halife baştadır; mer’i hukuk, İslam hukukudur. Kısaca İslam devletin resmi ideolojisidir ve İstanbul’da Müslüman aydınlar, 1909’a kadar iktidardadır. Oysa 1764’ten itibaren Hindistan ve 1882’den itibaren de Mısır, fiilen İngiliz işgali altındadır. Bu yüzden Sezai Karakoç, İstanbul’daki Müslüman aydınları ‘çekirdekten yetişme İslamcılar’ olarak nitelemektedir. Oysa Hint ve Mısır İslamcıları ise daha bir ‘sistem ve düşünce İslamlığı’ gelişmişti. Bunun için Mehmed Akif başta olmak üzere İstanbul’daki Müslüman aydınlar, fikirlerini, Hint ve Mısır İslamcı düşünürlerden çok, İstanbul ve Anadolu gerçekliğinden, ‘’sokaktan, aileden, klasik kültürden, toplumdan, devletin sarsıntılı halinden ve nihayet kendinden alıyordu’’. Hint ve Mısır İslam mütefekkirlerinin tesiri, İstanbul aydınında İslam fikrini doğurmuyor, esasında ‘’var olan bir ülküyü geliştirmeye ve beslemeye yarıyordu’’.
İstanbul İslamcılığı ile Hint ve Mısır İslamcılığı arasında bir ‘tabilik’ münasebeti yok, belki bir ‘paralellik’ vardı. Hint ve Mısır’dan kitap ‘’tercüme, kendi tezini müdafaada kullanılan çalışmalardan ve yeni nesli yetiştirme vasıtalarından ibaretti’’. İstanbul’da Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad’da tercüme yazı yayınlama faaliyetleri, ‘’çağdaş islam düşüncesiyle yerli İslam düşüncesi arasında bir köprü kurmak içindi’’. İstanbul, Hint ve Mısır mütefekkirleri ‘’arasıdaki benzerlikler, 20 yüzyıl başlangıcındaki İslam düşüncesinin ortak tarafları ve genel çizgileridir’’.
Sezai Karakoç, İstanbul, Hint ve Mısır İslamcı aydınları arasındaki en büyük farksa, ileri gelenleri arasında Akif’in de bulunduğu İstanbul İslamcılarının ‘’İslam ruhunu canlandırmak’’ istemesine karşılık Mısır bilginlerinin ‘’İslam’ın genel sistemine yeni bir yorum’’ getirmeye çalışmışlardır. İstanbul İslamcıları ve Akif, ‘’İslam’dan çıkmakta olanları uyarmıştır’’; Hint ve Mısır İslamcıları ise, daha çok ‘’islam gerçeklerini ilim açısıdan ele alarak, İslam’a yabancı olanlara hitap etmişlerdir ki bu yabancılar eski Müslümanlar olsalar bile..’’
İstanbul İslamcıları ve Akif, dirilişçidir, ‘’akan kanı durdurmaya, yanlış doktor ve tedavi usulüne başvuran yaralıyı kurtarmaya’’ ve sağlığına kavuşturup canlandırmaya çalışmaktadır. Hint ve Mısır İslamcıları ise, ‘’donmuş kanı harekete geçirmeye, statik duruma geçmiş bir medeniyeti ölü noktadan kurtarmaya çalışıyorlardı’’.
Osmanlı Sosyolojisinden Doğan İslamcılık
Ergün Yıldırım, Osmanlı sosyolojisinden doğan İslamlaşma düşüncesinin, ‘büyük ölçüde bir entelektüel hareket’ olduğunu belirtmektedir:
‘Modernlikle tek yönlü, çatışmacı, dışlayıcı veya taklitçi ilişki kurmuyor. İslam’ı çağdaş dünyanın içinde temsil etmek istiyor. Modernlikle ahlak, sanat ve kültür açsından hesaplaşıyor. Bu hesaplaşmada top yekûn bir reddiye yok. Kimi kez reddiye, kimi kez eleştiri, kimi kez de uzlaşmaya gider. Son tahlilde Tunuslu Hayrettin Paşa, bu gidişata ad koyar: Müslüman kalarak çağdaşlaşmak.’
Ergün Yıldırım da İstanbul İslamcılık düşüncesinin de, ‘yeniden bir İslami canlanma’, dirilişçi olduğunu vurguluyor. İstanbul İslamcılığı, birlik ve düzeni paradigmasıyla, siyaseti akaid meselesi değil, hukuk (fıkıh) meselesi olarak ele alıyor. Dolayısıyla toplumu motive etmek, harekete geçirmek için ‘’toplumu ve politik alanı tekfir ederek bunu yapmıyor. ‘Kafir devlet’, ‘cahiliye toplumu’, ‘hakimiyet Allah’ındır’ sloganıyla yola çıkmıyor. Siyasal sistemi tağut ilan ederek politik bir tevhit çizgisi geliştirmiyor. İslam Nizami diyerek demokrasiye küfür de demiyor. Tekfir, reddiye ve haricilik tutumlarından apayrı bir yöntem keşfediyor.’’
Ergün Yıldırım da, Sezai Karakoç’un anlattığı 20. yüzyılın başında çağdaş İslam düşüncesinde özgün bir tez olan ve Osmanlı sosyolojisinden doğan İstanbul İslamcılığına yoğunlaşıyor: ‘’Meşrutiyet düşüncesi ile büyük bir siyasal yenilik ortaya koyuyor. İstibdat eleştirisi yapıyor, ancak ne devleti ret ediyor ne de devleti mutlaklaştırıyor. Devlete bir ontolojik mesele diye yaklaşmıyor. Siyasal alana küfür ve tevhit diye bakmıyor. Siyaset siyasal katılım, siyasal tecdit ve siyasal değişim açısından değerlendiriyor. Müslüman toplumların uğradığı işgal ve karşı karşıya kaldığı “gerilik sorunu”nu nasıl bir siyasal yöntemle aşılabileceğini tartışıyor. Meşrutiyet teorisi büyük bir çözüm görülüyor. Bu teori, İslam meşveret düşüncesini çağdaş dönemde yeniden üreterek milletin siyasal katılım meselesine bir çözüm olarak sunuyor. tezi Said Halim Paşa hakimiyeti milliye tezini, ‘şeriatla kayıtlı bir millet hakimiyeti’ olarak savunuyor.’’
İstanbul İslamcılığında, değişimi ihya ve tecdit yöntemiyle gerçekleştirmek ‘’ana uzlaşma alanı’’ olduğunu belirten Yıldırım, ‘’Devrimci, ihtilalci ve inkılapçı yaklaşımlara karşı mesafe vardır. Akif’in, Asım’a her çeşit zaptiye ve inkılap tutumlarından uzak durmasını söylemesi bunun göstergesi.’’ diyor.
Osmanlı sosyolojisinden doğan İstanbul İslamcılığı, dirilişçidir; ne devrimci, ne evrimci, ne de muhafazakar.. Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un temsiliyle ile İstanbul İslamcılığının bir asırlık mücadelesi, Hint ve Mısır İslamcılıkları ile etkileşimi ve gerçekleştirdiği gelişimi de yine bir yazda anlatacağım..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.