Mustafa Yürekli: Ağlanacak yazarlar..
Mustafa Yürekli, Nuri Pakdil'in yazarı özün korunmasından, devletin bozulmalarını tespitten ve onarılmasından sorumlu tutuşu çerçevesinde yazar sorumluluğunu irdeliyor. Yabancılaşmanın yazarı niçin ağlanacak duruma düşürdüğünü sorguluyor..
Yazarlığın ağır sorumluluğunu, Nuri Pakdil'in Biat kitabından öğrendiğimi açık yüreklilikle söylemeliyim; bu, hem bir vefa, hem de kadirşinaslık olacak. Edebiyat tarihimizi, milletimizin edebiyat birikimini de onun yazılarıyla kavrayıp özümledim; eserleri, medeniyet haritamızdaki yerine oturttum. Onun duyarlılığı, dikkati ve çizdiği yol, biz edebiyat uğraşısına yeni başlayan gençlere, sorumluluk duygusunu yoğunlaştırırken, uyanıklık ve dirilik de sağlıyordu..
Nuri Pakdil'in 'Yazar, ne zaman yaza yaza savaşır?' sorusu, soyunduğumuz yazarlığın ne kadar çetin bir iş olduğunu, daha ilk adımda bildiriyordu bize.. Kalemle nöbet tutacaktık, yaza yaza savaşacaktık. Savaşabilmek için inancımız sağlam ve güçlü, düşüncemiz parlak ve zengin, duygu yoğunluğumuz patlama noktasında olmalıydı ki sürekli savaşabilelim. Bu soruya üstadın verdiği cevap, eline besmeleyle kalem alan genç yazarın kulağına küpe olacak türdendi: 'Devletin yapısındaki öz, kendi inancındaki özle çelişirse, daha ötede, devletin yapısındaki öz, yazarın inancındaki öze yabancıysa, her yabancıyla savaşmak insanın kaderinde var olduğu için..' Yazara, kendini, toplumu ve devleti kesintisiz yoklama görevi yükleniyordu, bu uzun cümlede. Medeniyetimizin özünü oluşturan tevhit ilkesi, yazarın inancının özü olmakla birlikte, toplumun ve devletin de özü olacaktı.. Devlet, özüyle yabancılaşmışsa, savaşmak alın yazısıydı yazarın.
Hakikate bağlılık, onun sözcüsü olmak ve uğruna savaşmaktı, yazarlığı sahici bir eyleme dönüştüren. Bu savaşımda, yazarı, insanı, toprağı ve medeniyetiyle buluşturan, dolayısıyla yerli kılan bu özdü. Nuri Pakdil, taşları yerine koyan cümleleriyle, edebiyatın metafizik pencerelerini açıyor ve içeri dolan havayla insanı, toplumu ve devleti yeniliyordu. Sürekli yenilenebilmek için tasavvufla uyanık ve diri kalma imkanına işaret ediyordu: "Tasavvuf edebiyatını, bireyin iç dünyasını dile getirmek isteyen, bireyde kimi vakit fizik ötesi bir ayarlama yapan, insanı tam anlamıyla var oluş kıvamında tutan eserler toplamı olarak görüyorum. Tasavvuf edebiyatı, bir bakıma da özeleştiri edebiyatıdır. Tasavvuf şairleri, Devletin uyguladığı ülkünün özüyle bireyin özünü özdeş kılıyorlardı. Mevlana'nın Mesnevisi, İslam devletinin destanıdır. Her çağın yazarına taşınan bir kutlu yük vardır Mesnevi'de."
Yazar, tasavvufla billurlaşan medeniyet değerleri sayesinde, toplumunun özeleştirisini, devletinin özeleştirisini de yapma görevini de üstleniyor. Bu yüzden yazar, özün korunmasından, devletin bozulmalarını tespitten ve onarılmasından sorumlu: 'Halk edebiyatı dediğimiz öbür türdeyse, bireyin çevresiyle ilişkileri anlatılır. Devletin özüyle bireyin iç dünyası arasında görülen pürüzler giderilmek istenir. Köroğlu, devlete değin uzanan bir başkaldırış değil, düzenin özünde var olan buyruğun gereği olarak haksızlığın giderilmesine, onarılmasına düzeltilmesine bir çağrıdır.'
Devletin yabancılaşmasını doğru tespit edememek ve yabancılaşmaya karşı savaşım vermemek, yazarı ağlanacak bir duruma düşürecektir. Yabancılaşma, Tanzimat'tan beri yazarlarımızın yakalarını kurtaramadıkları bir kepazeliktir: "Tanzimatla başlayıp birinci dünya savaşı sonlarına değin süren dönem, devletin uyguladığı ülkünün özünde gide gide oranını arttıran bir değişimin buyruk kesildiği bir dönemdir. Bu dönemin yazarları, gönlünü batıya kaptırmış, ne devletin özündeki ülküden tam kopmuş, ne de batılı olabilmiş kişilerdir. Acınacak yazarlar diyorum bunlara.. Acınacak durumda olmaları, düşüncede olsun, edebiyatta olsun tüm kalemlerini öykünmeye adamalarıdır. Adeta hepsi, öykünmenin mutlak eğemenliği altına girmişlerdir. Kilişiklerini yitirirler..." (Boyutlar )
Nuri Pakdil'e göre, milletimizin bunalımı, bir kimlik bunalımı, bir medeniyet bunalımıdır. Milletlerin alınyazılarında tek bir seçim hakkı vardır; bu da medeniyet seçimidir. Ülkeyi ve milletimizi, bir kâbus gibi saran Batılılaşma dönemiyle birlikte; "Devletin temelindeki yerli düşünce yavaş yavaş oradan alınır. Yerine tabiatçılık diyeceğimiz batıcılık bırakılır. Bir yanda masabaşı Anadoluculuğu yapılmaktadır. Yönetimin kulu, kölesi olan övgü yazarları oluştururlar ikinci kümeyi. Birinci kümenin çoğu yazarları buraya da sokulabilirler."
Devletimizin temelindeki Kur'an-ı Kerim'i, İslam düşüncesini alıp, dünya gücü olmuş Batılı devletlere ve yerli işbirlikçilerine kul köle oldukları için yerine Batı düşüncesini koymaları, vahyi bırakıp aklı temel almaları, Tanrı tanımaz, materyalist akılcı düşünceyi savunmaları, ülkemizdeki pek çok yazarın içine düştüğü acınası bir durumdur.
Milletimiz, medeniyet bunalımından yabancılaşmamış yazarlarla kurtulacaktır. Yazar, kendi medeniyetimizin özünü savunacak, milletimizin özüyle devletimizin özü aynı olana dek savaşacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.