Müslümanlar başsız tavuk gibi
Son devrin büyük İslam âlimlerinden Muhammed Emin Er Hocanın hatıraları 20
Türkler asla sömürgeci olmamıştır. İslam âlemine asırlarca önderlik yapmış, Müslümanlara hizmet etmiştir. Ancak İslam düşmanları; ?Sen Türksün, sen Arapsın, sen busun, sen şusun? diye İslam âlemini parçaladılar, bunun neticesinde bugün Müslümanların başsız tavuk gibi çırpınmaktadırlar. Yahudiler, Sultan Abdülhamit Han?dan Filistin topraklarını istediler, fakat o, ?Bu topraklar şehid kanlarıyla alınmıştır ve parayla satılamaz? demiştir...?
İbrahim Halil ER
Mısır Günleri
29 Zilhicce /23 Ağustos 1987 günü saat 17.15?de Cidde şehrinden hareket ederek, bir saat yirmi dakika sonra Kahire Havaalanına indim. Bekir Öztekin, Recep Akkemik ve Mehmet Akkuş Beyler beni karşıladılar. Oradan Bekir Hoca?nın evine gittik.Akşam Kahire?de bulunan bazı kardeşlerimizle tanışıp, konuştuktan sonra istirahata çekildik.
İlk olarak Kahire?de bulunan mezhep imamlarından (Radiyallahu Anhum Ecmein) İmam-ı Şafi ile aynı yerde bulunan Zekeriya el-Ensari Hazretlerini ve yine aynı yerde bulunan Selahaddin-i Eyyubi?nin kardeşi ve annesinin kabirlerini ziyaret ettik.
İmamı Şafi Hazretlerinin bulunduğu camiye kendi adını vermişler. Bu ziyareti müteakiben de Ezher Camiine giderek öğle namazını orada ifa ettikten sonra, avluda bulunan ve çok kıymetli kitapların, yazma eserlerin yer aldığı kütüphaneye gittik.
Ezher Üniversitesinin değişik fakültelerinde okuyan Türk talebelerinin ikamet ettiği ?Revakül Etrak? denilen talebe yurdunda bir müddet sohbet ettikten sonra, Seyyidina Hüseyin Camiini ve aynı mescidin dâhilinde Hazreti Hüseyin?in mübarek başının bulunduğu rivayet olunan makamı da ziyaret ettik.
Ezher Camii İmamı?nın Evinde
O akşam Ezher Cami İmam ve Hatibi, Maliki mezhebine mensup çok değerli bir âlim olan Şeyh İsmail el-Adevi?nin mutad olduğu veçhile evindeki yatsı namazı sonrası fıkıh dersine katıldık. Bu zatın üç katlı geniş bir evi vardı. Bu evin alt katı mescid şeklinde ve büyük bir cemaati kapsayacak planda, modern seslendirme cihazlarıyla donatılmıştı. İkinci kat hanımlara tahsis edilmiş, üçüncü katta ise kendisi ikamet ediyordu.
Derslerini büyük bir gençlik kesiminin izlediğini memnuniyetle müşahede ettik. Ancak o gün hicri yılbaşı olması sebebiyle İmam, fıkıh dersi yerine hicret ile ilgili uzun bir konuşma yaptı. Amelsiz İslam olmayacağını, ihlâslı olmak gerektiğini, dünyada pek çok medeniyetlerin gelip geçtiğini ve bunların birçoğunun insanlığa pek bir şey getirmediğini, Müslümanların yaptığı keşif ve yeniliklerin insanlığı bu dünyada saadete, Ahiret?te ise cennet?e götürmek gayesini taşıdığını söyledi.
Ezher İmamının konuşmasında yer verdiği şu ifadeler de çok önemliydi:
?Müslümanların dışındaki insanların getirdiği medeniyetler, keşifler ve modern teknoloji insanlığı yok etme, helak etme gayesini taşımaktadır. İnsanların sadece ene?sine (benliğine) hizmet ederek ?ene,ene,ene-ben,ben,ben? dediklerini bilmekteyiz. Firavunların yüz binlerce insana zülüm ederek, hiç kimseye faydası olmayan, medeniyet adına yaptıkları ?Ehram-Piramitleri? zikredebiliriz. Hâlbuki İslam ve medeniyeti ene?yi reddediyor. İslam?da ben?lik yok, biz vardır.?
Bu konuşmadan sonra dinleyicilerin sorularına geçildi. Birisi sordu:
-Mısır?da İslami hükümler uygulanıyor mu? Soruya şu cevabı verdi:
-Arife tarif gerekmez, sen bilmiyor musun? Sonra da devam etti:
-Kital, zina, hırsızlık ve buna benzer ciddi ve temel uygulamanın olmadığını ancak bazı cüz-i konularda, ahvali şahsiye gibi konularda uygulandığını herkes bilmektedir. Ertesi gün öğle namazını ?Medinetün Nasr? denilen mahalledeki Dava Mescidi?nde kıldıktan sonra bu çevrenin sayılı âlimlerinden Abdulmuiz Abdussettar?ı ziyaret ettik.
Abdulmuiz Abdussetar?ı Ziyaret
Bu zat Ezher?in eski hocalarından olup yetmiş yaşlarında idi ve o anda Katar Üniversitesi?nde müsteşardı. Osmanlıları çok seven, Türklerin yıllarca İslam?a bayraktarlık yaptığına gönülden inanan biriydi.
Bize özetle şunları anlattı:
?Türkler asla sömürgeci olmamıştır. İslam âlemine asırlarca önderlik yapmış, Müslümanlara hizmet etmiştir. Ancak İslam düşmanları; ?Sen Türksün, sen Arapsın, sen busun, sen şusun? diye İslam âlemini parçaladılar, bunun neticesinde bugün Müslümanların başsız tavuk gibi çırpınmaktadırlar.
Yahudiler, Sultan Abdülhamit Han?dan Filistin topraklarını istediler, fakat o, ?Bu topraklar şehid kanlarıyla alınmıştır ve parayla satılamaz? demiştir. Bu yüzden de kendisine (Halife?ye) ?Kızıl Sultan? lakabı takılmış olup bunu da başta Türkiye?deki Müslüman neslin çocukları olmak üzere, tüm Müslümanlara, Siyonistler aşılamaktadır.
Yeni nesil Müslümanlar mutlaka gerçek tarihini öğrenerek, dostunu düşmanını iyice tanıyıp, mukaddes değerlerine sahip çıkacak, yeniden bir araya gelerek, İslam?ın bayraktarlığını yapacaktır.
Osmanlılar hiçbir zaman sömürgeci olmamışlardır. Asırlar boyu İslam için kanlarını akıtmışlardır. Hatta Katar?daki ilk, orta ve lise kitaplarında Osmanlıların sömürgeci oldukları genç nesle anlatılıyordu. Allah?ın izni ve yardımı ile bu yanlış ifadeleri tamamen ders kitaplarından çıkarttık. Oradaki yetkililere, Osmanlıların da insan olduğunu, herkes gibi hatalarının olduğunu ama asla emperyalist olmadıklarını özellikle belirttim. Ben çok yerler gezdim, Türklerin özellikle Avrupa?da cemiyetler kurarak İslam?a hizmet ettiklerini gördüm ve çok çok sevindim.? Bu minvaldeki konuşmasından sonra bizleri ısrarla yemeğe alıkoydu. ?Peynir ekmek yeriz? dedi. Sofra meydana geldikten sonra birçok çeşit vardı ama peynir yoktu.
Hemen takıldım:
-Üstad bizi peynirsiz bıraktınız?
Hep beraber gülüştük.
AFGANİSTAN SEYAHATİ (röportaj -2 )
Art niyetinin olmadığına ve hep Afganistan için, Müslümanların menfaati için düşündüğüne kesinlikle kanaat getiriyorum. Şöyle diyor: ?Cenab-ı Hakka bize cihadı sürekli olarak farz kılmadı. Hayatımızda bazen savaş bazen de barış olsun. Biz şimdi sulh olmasını istiyoruz.? Sıbgatullah, sulha davet ayetini yanlış anlıyor. Bir defa Müslümanlar olarak yurtlarından kovulmuşlar ve savaşa devam ediyorlar. Korumak ve kurtarmak sulhtan önce gelir ve sulh ancak mutlak galipken yapılır. Sulhta İslam?ın izzeti, Müslümanların şerefi asıl olmalıdır.
? Hocam Peşaver adeta bir mülteci şehri. 4 milyona yakın Afganlı mülteci var. Neler yapıyorlar?
? Peşaver, devlet içinde bir devlet gibi. Mücahidler sanki orada bir devlet kurmuşlar. İttihadın merkezi, yani meclisleri var. Bütün partilerin liderleri orada partileriyle birlikte, faaliyetlerini ve hizmetlerini yürütüyorlar. Mücahid çocukları için ilk, orta ve lise okulları açılmış. Hastaneler, askeri kışlalar, yetim ve öksüz evleri, medreseler, ticarethaneler? vs. kısaca her şey var Peşaver?de.
Her hizbin ayrı kışlası ve ayrı hastaneleri var. Rabbani?nin harp akademisi, Sayyaf?In üniversitesi, Hikmetyar?ın cihad için savaş kampları dikkat çekici şeyler. Ayrıca el-İhvanül Müslimin ve Cemaat-ı Mevdudi?nin çok modern ve tam teçhizatlı hastaneleri var. Burada her türlü tadavileri Allah rızası için yapılıyor. Türklerden gönüllü olarak buralarda çalışanları görünce çok sevindim. Keşke mücahit kardeşlerimize bir hastane de biz açabilseydik ve imanlı doktor kardeşlerimizden gönderebilseydik.
Yetimhaneye şehid çocuklarını sevmeye gittik. Burhaneddin Rabbani ile. Etrafımızı çocuklar sarmıştı. Şakayla bir şehid yavrusuna dedim ki, ?Ruslar buraya kadar gelse ne yaparsın?? Bana hiç beklemediğim bir cevabı verdi. ?Rusları babalarımızın bombalandığı gibi bombalarız, onlarla harp eder ve onları yeneriz. Bu yolda şehid olursak da seviniriz. Allah?ın huzuruna şehid olarak varacağımız için.?
Küçücük çocuğun verdiği cevap bu. Cihad, çoluk, çocuk, genç-ihtiyar herkesi öyle bir yetiştirmiş ki bir göreceksiniz.
? Hikmetyar, kendisiyle yaptığımız bir görüşmede ?Cihad milletlerin onarımı, lider ve şahsiyetlerin yetişmesi için en güzel medresedir. Milletimiz de, bu kısa zamanda, cihad sayesinde başlayan fikri, akidevi ve siyasi uyanmayı hiçbir yolla elde edemezdik? demişti. Bu gerçeği siz de gözlerinizle gördünüz mü?
& Evet çok dersler aldım. O yüzden herkesin Afganistan?ı görmesini, dünyanın en temiz cihadını orada görmelerini istiyorum. Anladım ki Müslümanların en iyi irşad ve tebliği, cihad siperlerinde gerçekleştiriliyor. Ve anladım ki, hidayet ve nusretin kapıları, cihad ruhundan uzak milletlere kapanıyor. Zaten Peygamber (SAV) efendimiz, ?ömründe bir kez olsun cihadı arzulamayarak ölen kimse münafıklıktan bir şube üzere ölmüş olur? buyurmuyor mu? Allah bizi cihaddan uzak eylemesin.
? Sıcak cihadı da gördünüz. Cephede bulundunuz. Cepheye nasıl gittiniz ve neler hissettiniz?
? Cepheye yeni gidenleri, Pakistan sınırındaki savaş kamplarında, cihad medreseleri denilen yerlerde bir ön eğitimden geçiriyorlar. Ben, Halit b. Velid adı verilen kampa gittim. Orada mücahidlere füze kullanımı, uçaksavar ve roket kullanımı öğretiliyor ve bir de savaşın en zor şartlarına karşı dayanıklılık eğitimi yaptırılıyor. Burada, mücahid savaş için gerekli herşeyi öğrendikten sonra cepheye gönderiliyor. Biz de eğitimden geçmiş bir mücahid grubuyla yola koyulduk. Yüzlerce cephe açılmış Ruslara karşı. En yakını üç günlük yol, en uzağı bir aylık yol mesafesinde. Eğer gözlerimle görmesem inanmazdım. Biz gündüzleri çok zor yürüdüğümüz o yüksek dağlardan ve geçit vermez tepelerden, mücahidler üstelik gece yürüyerek gidiyorlar. Geceleri cepheden cepheye her dağda ve her tepede mücahid akını var. Yaralılar gelip götürülüyor, silah ve teçhizat ulaştırılıyor, yani tam bir hareketlilik. İşte böylesine sarp ve geçit vermez yerlerde Hizb-i İslami mücahidleriyle üçgün yol aldık. Beni çok soğuk ve zor şartlar altında olmamdan dolayı, istediğimiz halde uzak ceplere götürmediler. O dondurucu soğuklarda müchidlerin basit, ince elbiselerle nasıl cephelerde kaldığını fiziken anlatmak mümkün değil. Üstelik o en ağır şartlarda, dondurucu soğuklarda ve doğru dürüst yemeğin olmadığı yerlerde mücahidler oruçlarından ve hatta nafile ibadetlerinden (gece namazları, sabah namazlarından sonra iki saat kadar birlikte Kur?an okumaları ve ders yapmaları) hiç taviz vermiyorlar. Biz kendileriyle cephede oruçlu olarak Ramazan-ı Şerifte tam 16 gün geçirdik. Fıkhen o şartlarda, hem seferi, hem cephe hali ve hem de her an ölüm kalım mücadelesi vermeleri hasebiyle oruç tutmaları zorunlu değilken, ?O da bir cihaddır, nefsimizle cihad ediyoruz? diyerek oruç ve diğer ibadetlerden taviz vermiyorlar. Benim en çok dikkatimi çeken mücahidlerin artık nafile ibadetlerini bile veş vakit namaz kadar bir tabiiliğin içinde yapmış olmaları. Teheccüde kalkıyor, işrak namazı kılıyor ve Kur?an okuyorlar. Bütün bunlar cephede ve cephe gerisinde mücahidlerin tabii yaşantılarından oluşmuş. Başarıları da burada: İman, Cihad ve İhsan. Sapasağlam bir itikat,siyasi yönden devlet olma şuuru ve cihad aşkı ve nihayet bütün bunlar nefsi terbiye ederek, tezkiye-i nefs ederek bütünleştirmek.
Cephemizin adı Kunar cephesi idi. Mücahidler ağır şartlar altında cihad ediyorlar. Ruslar ve Afgan askerleri her türlü silah, top, tank, helikopter, roket ve uçaklarla sahip iken, mücahidler yalnızca el silahlarına sahipler. Füzeler bile katır sırtlarında cepheye taşıyorlar. Zaman oluyor ki, yaraları arkadaşlarını dağ ve bayırlarda saatlerce sırtlarında taşıyorlar. Yaz ? kış basit çadırlarda günlerini geçiriyorlar. Gıdaları gayet az, basit ve sadedir. Cepheye silah götüren müchidlerin yollarda ot, yaprak, hatta toprak yiyerek günlük yaşantılarını devam ettirmeleri ahval-i adiyeden olmuş sanki. Cephede misafir olduğumuzdan bize ikramda bulunmak için çok itina gösterdiler ve önümüze sade bir çorba ile bir dilim kuru soğan koyabildiler. Hep birlikte sofrada önümüze konulanı yedik. Kunar cephesinde mücahidler, -biz oradayken- Ruslardan iki köyü geri aldılar ve Rusları püskürttüler. Bizimkilerin dağdan da aşırtmalı olarak ve tamamen göz hesabına dayalı gözlemlerle attıkları füzeler üst üste Rus tank ve toplarına tam isabet kaydediyordu. Biz bunu gözlerimizle görüyorduk. Onların gelişmiş füze ve bombardıman uçaklarına rağmen doğru dürüst bir mücahid hedefini vurabildilerini görmedim.
DEVAM EDECEK
Milli Gazete
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.