Mevlânâ'ya küfredenler toplum önünde Mevlânâcılık oynuyor
Tasavvufa Giriş adlı kitabını okurlarla buluşturan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, bugün Türkiye'deki İslamcılığın salt bir ideoloji olduğunu savunuyor.
Kılıç, 'Türkiye İslam'ını müdafaa ettiği iddiasında olanların bile 'Anadolu İslamı'nı bilmediklerini ve geleneğimizden bihaber olduklarını düşünüyor. Ona göre; Türkiye İslam'ı Arap dünyasına hâlâ model olamıyor. "Siyasi manada danışmanlıktan öte bir ihtiyaç var oralarda. Bence esas kayıp halka; irfanı ve kuşatıcı bir İslam versiyonu."
Tasavvuf kelimesini son yıllarda daha sık duyar olduk. Ne oldu da bu kelime çok zikredilir oldu?
Yüzyılın başına gelinceye kadar, bütün yeryüzünde özellikle de Osmanlı coğrafyasında 'İslam dini' tasavvuf takısı alma ihtiyacı duymadan, tasavvufi bir İslam'dı zaten. Elimizde tekkeler ve toplumdaki mürit sayılarıyla ilgili veriler var. Siyasi erkin tasavvufla irtibatını biliyoruz. Seyfiyye, kalemiyye kesiminin ve hatta şeriatın, hukukun başında olan insanların tasavvufla irtibatı var. Binaenaleyh geleneksel dönemde "tasavvufi İslam" diye bir tabir kullanma ihtiyacı yoktu. İslam denilince anlaşılan zaten oydu. Lakin günümüzde tradisyonel bu omurga kaydığından bizim üzerimizde bu çalışmaları yapanlar bize 'şöyle inanacaksın' diye bir de model bırakıp gittiler. Günümüz Müslüman'ı kendi geleneğinin ihyasından ziyade salt tepkisel bir tavır içerisine girdi. Bu da bir ihya sürecinden çok salt politik terminolojiye hapsolmuş sığ bir ideoloji yarattı. Bugün maalesef İslamcılık salt bir ideoloji olmuştur. Oysaki din hayatın her alanını kapsayan bir dünya görüşüdür ve bir medeniyet projesidir. Siz eğer bu manada bir vizyon dönüşümü bir ihya istiyorsanız geleneksel İslam'a başvurmak zorundasınız. Başvurduğunuz anda, karşınıza bir modelleme olarak tasavvuf çıkacaktır.
O yüzden mi moda oldu?
Bir bakıma son otuz-kırk yılda tecrübe edilen İslam anlayışları ihtiyaca tam cevap veremedi. Çünkü insan gibi toplumda tekâmül ediyor. Bu süreç içerisinde değişik tecrübeler yaşıyoruz. Örneğin Afganistan'da yeşeren cihat felsefesi çok arkası dolu olmadığı zaman bumerang gibi kendine dönebiliyor. Kâfirlerle mücadele için kuruduğu iddia edilen Taliban karşısında kâfir olmadığı zaman sana dönebiliyor. Veyahut var olması için "kâfir"e ihtiyaç duyduğundan kimseyi bulamazsa seni kâfirleştirerek, tekfir ederek savaşını sürdürüyor. Bu politik İslam özellikle son Arap Baharı dönüşümlerinin ardından bir soruyu gündeme getirdi:
O soru Müslümanların ihtiyacı salt bir politik dönüşüm mü?
Evet, soru bu. İran İslam devriminin oluşum süreci çok önemliydi. Ancak sonrasında bir vizyon daralması oldu ve tıkandı. Orada da nasçılık öne çıktı. Arap İslam'ında ise selefiliğin vurgusu daha çok sünnete olduğundan bu düşünce en fazla kaliteli muhaddisler çıkardı. Oysaki bugün çok güzel bilgisayar için hadis programları var. O zaman eksik olan hadis değil. Yani hadisleri saymak değil.
Ne peki?
İslam dünyasının eksik olan parçası tefekkür, vizyon. Bunun oluşabilmesi sadece hadis nakletmekle olmaz. Selefilikten yorum çıkamaz, her ne dersen hadise gitmek zorundasın. Bir konuda hadis yoksa o konuda yorum yapamazsın. Ben Arap dünyasındaki siyasi dönüşümlere şapka çıkarıyor ve saygı ile karşılıyorum. Ama kaygılıyım. Bunun ardından gelecek İslam anlayışı nasıl olacak? Bu konuda tereddütlerim var. Tasavvuf modellemesinden istifadeye şiddetle kapalı oldukları için bu arkadaşların kapsayıcı, kuşatıcı bir sistem geliştirebilmeleri zor görünüyor. Bu da insanların bireysel hayatlarına fazlasıyla burnunu sokan bir din zulmüne dönüşebilir.
Bu konuda Arap dünyasında Türkiye model olarak gösteriliyor...
Türkiye İslam'ı model olamıyor hâlâ. Çünkü Türkiye İslam'ını müdafaa ettiği iddiasında olan kimseler Anadolu İslam'ını bilmiyorlar. Bizim geleneğimizden bihaberler. Hatta Araplara bir bakıma "ihvan İslam'ını" öğretmeye çalışıyorlar. Sen bana beni anlatıyorsun. Sen bana seni anlat. Sen 600 sene buraları yönetmiş bir İslam versiyonunun çocuğu isen bana o İslam'ı anlat. Oysaki bizim Türkiye İslamcısı o İslam'ın devamı değil. Bunun için söylediği şey bir Mısırlıya bir Tunusluya çok orijinal gelmiyor. Bizim siyasilerimiz hâlâ bizim İslam'ımız arkasında tasavvufi İslam var, diyemiyor. Önüne gelen Mevlânâ'ya sığınıyor ama derunundakine kimse yanaşmıyor. Kendi aralarında Hz. Mevlânâ'ya "sin kaf" çekiyorlar ama toplum önünde Mevlânâcılık oynuyorlar. Açık ve net soyluyorum Körfez ülkeleri Arap Baharı'nı yaşayan ülkelerde Selefi-Vehhabi İslam çizgisinde kalmaları için büyük destek veriyorlar. Bazı Şii mihraklar da Şia İslam'ının bu dönüşümden pay çıkarması için ellerinden geleni yapıyorlar. Peki, bin küsur yıllık medeniyet çizgimizi oluşturan "ana cadde" İslam'ının son halkası olan Anadolu İslam'ının temsilcileri neden bir İslam modeli sunamıyor? Siyasi manada danışmanlıktan öte bir ihtiyaç var oralarda. İrfanı ve kuşatıcı bir İslam versiyonu bence; esas kayıp halka bu...
Ancak son zamanlarda "moda" olan tasavvufta manipüle ediliyor. Bir din algısından ziyade bir meditasyon biçimi gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu çalışmalar bu İslam versiyonunun model olmasını engellemek için mi yapılıyor?
Tarih boyunca birtakım mihraklar bu türden toplum mühendisliği yapmışlardır. Dinler için, peygamberler için bile yapılmıştır. Efendimiz yaşarken yalancı peygamberler türemiştir. Bir yerde kalite varsa sahtesi de vardır. Tasavvufu manipüle etmek niyetiyle bazı art niyetli kişiler çalışmalar yapacaktır. Örneğin günümüzde "radikal İslam'dan siyasi manada bizarız. Bu tasavvufi İslam çok güzel ve herkese gülücük dağıtan bir İslam bu bizim işimize gelir" diyerek buna yatırım yapan devletler varlığını biliyoruz. Tabii ki herkesin bir hesabı var.
Bu manada size sıkça yöneltilen 'Tasavvuf şirk midir?' şeklindeki soruyu kasıtlı buluyor musunuz?
Dünyada ve ülkemizde dindar olmayan çevreler bile tasavvufa ilgi duyarken bizim hacı hoca dediğimiz Müslümanların, bazı ilahiyatçıların kalkıp hâlâ bu soruyu sorması bana çok düşündürücü geliyor. Türkiye'de dindar kesim irfanı gelenekten uzaklaştırılmış ve selefileştirilmiştir. O açıdan politik bir ideoloji haline gelmişlerdir. Böyle olunca da politika dışına hakim olamamaktadırlar. Türkiye'deki İslamcıların hâlâ kültür dünyasında bir varlıkları yoktur. İyi belediye başkanları, müteahhit vs. ürettiler ama iyi düşünür, filozof, evrensel çapta âlim üretemediler.
Gençliğimde öğrendiklerimi harcıyorum
Biraz da sizden bahsedelim... Mahmud Erol Kılıç kendini nasıl yetiştirdi?
Uzun bir hikâye... Fakat diyebilirim ki ilmî, siyasî ve içtimaî anlamda çok dolu bir gençlik geçirdim. Şu anki bütün bilgi ve müktesebatım o yıllarda öğrendiğim esaslara ve tecrübelere dayanıyor. Hâlâ onları harcıyorum. Yeri geldiğinde tek tek ne okudum, kimden okudum hepsini anlatırım. Ama ben kendimi hâlâ yetişmiş saymıyorum.
Tasavvufa ilgi nereden geliyor?
Yapısal yani varoluşsal... Lise ve üniversitede okumak kişiye varlık mertebelerinde ne işi olduğunu öğretmez. Bunların hiçbiri bana kimlik vermedi. Fakülte mezunu olmak bende bir ontolojik kimlik değil. Tasavvuf ise ben kendimi bildim bileli benim dinim imanım. Esas ontolojik kimliğim bu. Bunun haricinde kullandığım bütün kimlikler benim günlük anlamda vazifem icabı kullandığım ikincil kimliklerdir. Profesör olmam, 51 ülkenin üye olduğu uluslararası bir teşkilatın genel sekreteri olmam vs. benim için ikincil sırada şeylerdir. Benim için tek bir gaye var o da Allah'ı tanımadan yeryüzünden gitmemek. Bana bunu öğretecek ilmi her şeyin üstünde tutarım, bunu bana öğretecek kişinin de kulu kölesi olurum.
Göreviniz gereği çok sık seyahat ettiğinizi biliyoruz. Çok yorucu olmuyor mu?
Yapısal olarak seyahatten kaçan biri değilim. Çok genç yaşlardan itibaren sırtına çantayı vurmuş ve oralarda buralarda dolaşmış birisiyim. Değişik kültürleri tanımayı severim. Ancak şu anki seyahatlerim keyfî değil vazife gereği. Seyahatin bir de metafizik yönü vardır. Tasavvufta da önemli bir ameliyedir sefere çıkmak. Tavsiye edilir, yetişmekte faydası olan bir şeydir. Çünkü tasavvuf da bir nevi enfüsi seyahattir, dikey bir yolculuktur.
İdeal eğitim modeli 7x7
Kitabınızda modern eğitimin varlık sorununun çözümünü çözmede yeterli olmadığını söylüyorsunuz. Şu sıralar ülkemizde yeni bir eğitim modeli tartışılıyor. Bu manada sizin bir eğitim modeli öneriniz var mı?
Geleneksel eğitim anlayışı 7 ve katları olarak giden eğitim anlayışıdır. Yani 7 x 7 = 49 sene devam eden bir eğitim var. 1 -7 yaş arası, 7 -14 yaş arası ila ahir. Her bir 7 senede insan değişir ve dönüşür. 49 ise kemal yaşıdır. Türkiye'de bugün tartışılan eğitim sistemi formel yani resmi eğitim içindir. Benim kastettiğim eğitim anlayışı ise bir hayat programıdır ve beşikten mezara kadar izlenecek bir süreçtir. Liselerde ve üniversitelerde alınan eğitim bunun ancak bir tarafını teşkil eder. Eğitim bir bütündür. Bugün biz herkesi üniversite mezunu yapmak gayretindeyiz. Çünkü Avrupa Birliği öyle istiyor. Ama hayat karşısında çok cahil üniversite mezunlarımız olabilmekte. Yaygın eğitimi önemsememiz gerekiyor. Hayatın bütününü bir eğitim olarak kuşatmak gerekiyor. Bu meyanda mesela sadece liselerde din dersini mecbur tutarak dindar bir nesil yetişeceğini de zannetmiyorum. Dini sadece mecburi din dersinde anlatılan şeklî şeylerle sınırlamak yanlıştır. İleri toplumlarda fizik, kimya, edebiyat, felsefe vs. hepsi metafizik ile irtibatlı olarak anlatılır.
Modern insanın kendini yitirmiş bir insan olduğunu söylüyorsunuz. Yitirilenlerin yeniden kazanılması için neler yapılmalı?
İnsanın yitirdiği en büyük şey esasta sahip olduğu en yüce değer yani ilahi tarafı. İnsan ilahi aslını unuttu. Ona bunun hatırlatılması gerekiyor. Zira bir şey köklerde varsa o şey ancak hatırlatılır.
Peki, modern insan bu ilahi tarafını kazanırsa bahsettiğiniz gibi kâmil insan olup sömürüye karşı çıkabilecek mi? Bunun için başka neler yapmalı?
Biz insana dair bütün tanımlarımızı iyi bir yurttaş tanımı ile özdeşleştiriyoruz. Oysa kâmil insanı tanımlamalı ve bir hedef model olarak ortaya koymalıyız. Kâmil insan yetiştirilmesi için gerekli şartların sağlanması gerekir. Günümüz Müslüman'ının maalesef böyle bir metafizik hedefi yok. Sırf başkasına laf yetiştirmekle meşguller. Bu da tepkisel bir hareket oluyor. Yani sana saldırırlarsa konuşuyorsun ama eğer saldırı olmazsa söyleyecek bir şeyin olmuyor. Ne kadar sığ bir anlayış. Oysa sen kendi vizyonunu ortaya koymalısın. İnsanlar senden bunu bekliyor. Sen kendi görüşünü anlat.
Modern insanın yitirdiğini geri kazanması ve Anadolu'nun ruhunun yeniden gelişmesi için günümüzde tasavvuf nasıl bir yol gösterici olabilir?
Bahsettiğim geleneksel İslam anlayışıdır. Bu anlayış herhangi bir takı almadan kendini ifade eden bir İslam idi. Omurgasında oynama yapılmamış otantik bir İslam'dı. Günümüzde o hiyerarşi yıkıldığı için geleneksel İslam rengi nerelerde kalmış diye baktığımızda hatası ile sevabı ile bunun tasavvuf doktrininde kaldığını gördüğümüz için bugün İslam'ın önünde tasavvuf diye bir ek ilave etmek zorunda kalıyoruz. Aslında işler aslına rücu ettiğinde bu ilavelere ihtiyaç kalmaz. Tasavvuf kelimesi de uluorta kullanılarak tüketiliyor. Eğer İslam medeniyeti ihya süreci olacaksa bu süreçte tasavvufi İslam'ın imkânlarının diğer İslam yorumlarından çok daha ileri olduğu kanaatindeyim. Yani tasavvufsuz bir ihya düşünemiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.