Mehmed Âkif’i 150. yaşında Bakü’de yâd etmek…

Mehmed Âkif’i 150. yaşında Bakü’de yâd etmek…
TYB Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi Başkan D. Mehmet Doğan’ın Bakü’de icra edilen Mehmed Âkif Bilgi Şöleni açış konferansı

Mehmed Âkif’i Buhara’dan sonra Bakü’de anmak, esasen çeşitli sebeplerle silinmiş olan asırlık hafızayı tazeleme teşebbüsüdür.

Mehmed Âkif’in Safahat isimli şiir külliyatında Buhara birçok yerde zikredilen bir isimdir. Ve biz Mehmed Âkif’i Buhara’da 150. yaşında yâd ettik.

Âkif’in babası buradan binlerce kilometre batıda, Kosova’dan. Annesi Emine Şerif’e Hanım, ise binlerce kilometre doğuda Buhara’dan Türkiye’ye göçüp Tokat vilayetine yerleşmiş bir aileden.

Mehmet Âkif hayatı boyunca bu geniş coğrafyaların ıztırabını çekmiştir.

Daha önce büyük Âkif’i baba yurdu Kosova’da İpek’de çeşitli vesilelerle anmıştık. Böylece batıdan doğuya 4 bin kilometrelik bir yol katederek Buhara’da büyük şairimize vefamızı gösterdik. Şimdi Bakü’deyiz. Onun Azerbaycan ilgisi, Azerbaycanlı şair ve yazarlarla genişlemiştir.

Burada, Azerbaycan milli marşının şairi şehid Ahmed Cevad’ı hatırlamamız gerekiyor. O Türkiye ile Azerbaycan’ı tek hisiyatta birleştiren “Çırpınırdın Karadeniz” şiirini yazmıştır. Azerbaycan’ın milli marşı İstiklal Marşından neredeyse 1 yıl önce yazılmıştır. Mehmed Âkif bu marşı o yılların şartlarında okuyabilmiş miydi? Bunu bilmiyoruz. Fakat Ahmed Cevad’ın eseriyle Âkif’in marşının ruh beraberliği şüphesizdir.

Ahmed Cevad Azerbaycan Milli Marşı’nı yazdı, fakat bu marşın milli marş olarak icrasını göremedi, 1937’de katledildi. Bu yüzden Türk dünyasında fiiliyata geçen ilk milli marş İstiklâl Marşı’dır.

Bir asır önce, 1910’lu-20’li yıllarda Türkiye, Azerbaycan ve Türkistan edebî ve fikrî ilişkileri, diyebiliriz ki, bugünden daha geniş ve gelişkindi.

19. asrın sonunda Gaspıralı İsmail’in Tercüman gazetesi bu geniş coğrafyaları uyandıran bir tesir meydana getirmişti. “Dilde, fikirde, işde birlik” şiarının bu geniş coğrafyalarda yankılanmasından sonra bilhassa Azerbaycan ve Türkiye’de yayınlanan iki gazete-dergi bu tesiri devam ettirmiştir. Molla Nasreddin ve Sebilürreşad bu mazlum dünyanın müşterek sesi olmuşlardı.

Mehmed Âkif’in başyazarı olduğu Sebilürreşad İstanbul’da 1908’de önce Sıratımüstakim adıyla yayınlandı. Daha ilk yıllarda dahi bütün Türk coğrafyalarının hatta bütün Müslüman coğrafyalarının haline tercüman oldu.

Bu geniş ufuklara bakan dergide Ahmet Agayef (Ağaoğlu), Akçuraoğlu Yusuf, Kazanlı Ayaz (Muhammed Ayaz İshakî İdilli), Halim Sabit, Abdürreşid İbrahim, Türkistanlı Hoca Mahmud Behbudî gibi Türk aleminin ünlü isimleri de yazıyordu.

Sıratımüstekim/Sebilürreşard’ın birleştirici tesiri, çarlık idaresinin derginin Rusya’ya girişini zorlaştırıcı tedbirler almasına yol açtı. İstanbul’da derginin idarehanesi, Türk dünyasının şair, yazar ve münevverlerinin buluşma mekânı olmuştu. Bu zeminde Türk Derneği kurudu. Derneğin tüzüğü dergide yayınlandı.

Safahat’ı Özbek dilinde yayınlayan Özbekistanlı yazar Miraziz Azam, "Mehmed Âkif Ersoy'un ceditci Özbek yazar Abdurrauf Fıtrat'a tesirleri hakkında" başlıklı yazısında, 20. Yüzyılın başında Türkistan-Türkiye edebî-fikrî ilişkileri hakkında hayli bilgi veriliyor.

Sıratımüstakim’in tesiri hakkında Gucduvan’lı Sadrettin Ayni’nin hatıralarında da bazı bilgiler bulmak mümkündür. “Türkiye’de inkilaptan sonra neşredilen “Sırat-ı Müstakim” mecellesini mütalaa etmeye muvaffak olduk. İşbu yayın dini, ilmi, ictimai, siyasi ve edebi bir yayın olup, merkez hilafetinin en büyük ve ulu kişilerinin iştirakıyla çıkardı. Bu yayında siyasi ve ictimai inkilaplar ayet ve hadislerle tatbik edilerek yazıldığından, bizim fikrimizde de esas değişimler yaşandı.”

Bir asır önce bütün Türk dünyasının aydınları Türkiye-Azerbaycan-Kazan-Kırım-Türkistan’da birbirlerinin edebiyatlarını takip ediyorlardı. Türkiye’den dönemin ünlü şairleri Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp ve Mehmet Âkif bütün Türk dünyasında okunuyordu, ilgi görüyordu.

Sebilürreşad’ın başyazarının Mehmed Âkif olduğunu bir daha hatırlatalım. Bu gazetede Azerbaycan ahvaline de geniş yer veriliyordu. Derginin 3 ekim 1918 tarihli nüshasının ilk sayfasında Mehmed Âkif’in şu mısralarla başlıyan şiiri vardır:

Cihan altüst olurken seyre baktın durdun da,

Bugün bir serserisin, bir derbedersin kendi yurdunda

Daha sonraki sayfalarda “Mustahberatı mahsusa” (hususi istihbaratımız) notuyla “Bakü’nün zabtı, ehemmiyeti ve netayici” başlıklı yazıya yer verilmişti.

Mayıs ayında Bakü’nün işgali, ardından Ermenilerin katliamları ve Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’yü istihlası, kurtarması emperyalistlerin bütün hesaplarını bozmuştu.

Bakü’nün kurtuluşu, 15 eylül 1918’dir. Osmanlının en zor zamanı… Savaş talihi ters dönmüş, mütareke bekleniyor. Mütareke 30 ekim 1918’de imzalanacak ve Türkiye’nin Milli Mücadelesi başlayacaktır.

İşte bu zor zamanda Türkiye’nin kaderi 1918’de Azerbaycanla birleşti, Azerbaycan devletinin temeli atıldı. Azerbaycan Sovyet yönetimi altında büyük sıkıntılar yaşadı. 1991’de istiklalini ilan ettiğinde ilk tanıyan Türkiye oldu. Ve nihayet 2020’de Karabağ’ın kurtarılması yüz yıllık yakınlaşmaları pekiştirdi. Adeta Türkiye Azerbaycan, Azerbaycan Türkiye oldu. Bu sağlam zeminde gidildiği müddetçe Azerbaycan ve Türkiye dünyaya örnek teşkil edecek bir kardeşlik nümunesi olmaya devam edecektir.

Elbette bu münasebetlerin siyasi yüzüdür. Bunun güçlü bir edebi ve kültürel zemini vardır.

Bu zemin Mehmed Âkif’den söz etmeksizin tam anlaşılamaz. Bu zeminde Azerbaycan’dan bazı sembol şahsiyetlerden bahsedebiliriz. İlk zikredilmesi gereken Hüseyin Cavit’tir. Hüseyin Cavit İstanbul Darülfünunun’da Mehmed Âkif’in talebesi olmuştur. Sıratımüstekim’de şiirleri yayınlanmıştır. 1909’da Sıratımüstakim’in 38. sayında yayınlanan “Son baharda” şiiri şöyle başlar:

Evet güzel meleğim! her safa elemle biter

Bu bir latifeyi kudret! bu bir hakikattir!

Âkif bu şiir için bir not yazmış: “Bu bir neşide-i giryandır” yani gözyaşı şarkısıdır!

Âkif’in yolunu takip eden iki ünlü şairi de burada zikretmek istiyorum: Bahtiyar Vahapzade ve Halil Rıza Ulutürk. Bilhassa Bahtiyar Vahabzade’nin Türkiye’de Âkif ilgisi çok bilinir.

Bütün Türklerin ve Müslümanların dertlerini ve ıztıraplarını boynunda hisseden İslâm Şairi Mehmed Âkif, bundan 110 yıl önce Fatih Kürsüsünde şiirinde şöyle söylemişti:

Nasıl tahammül eder hür olan esâretine?

Kör olsun ağlamayan, ey vatan, felâketine

Neredeyse 20 yıl sonra, vatan cüda bir şair olarak şöyle konuşur:

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince

Günler şu heyulayı da er geç silecektir

Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma

Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir!

Âkif, sessiz yaşamıştı, tevazu sahibiydi. Fakat fırtınalar koparmıştı. Elbette milleti onu unutmayacaktı. Nitekim unutmadı. Onun için yakın bir arkadaşı Mithat Cemal, bir devirde onunla yakın olmanın güçlüklerinden bahseder. Âkif’i sevmenin, hatırlamanın zor olduğu zamanlarda dahi milletimizin onu unutmadı. Vefatından sonra dahi milletimize güç veren bir büyük şahsiyet olarak hafızamızda yerini korudu.

Türkiye’de hiçbir şair veya yazar hakkında onun kadar kitap yazılmamıştır. Mehmet Âkif’le ilgili kitaplar neredeyse küçük bir kütüphane teşkil eder. Safahat isimli şiir külliyatı Türk edebiyatında en çok baskı sayısına ulaşan bir eserdir. Türkiye’de evlerimizde Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok bulunan kitap Safahat’tır.

Âkif’i büyük yapan, untulmaz yapan büyük şiiri yanında, fikireleri ve mücadelesidir. 20. asrın başında sömürgeciliğin zirveye ulaşan yıkıcı tesirleri karşısında Türk ve İslâm dünyasının modernlik adına her yönüyle onlara benzeyerek sömürgeci güçlere teslim olmasını çıkar yol olarak görenlere karşı, kendi kökleri, maneviyatı üzerinde yükselerek yenileşmek tezini en güçlü şekilde savunması onun değerini artırıyor. Mehmed Âkif, Müslüman kalarak yenileşmek fikrinin bayrakdarı olarak milletimizin önünde yürümüştür.

Burada konuşmamın son kısmında, asırlık Türkiye-Azerbaycan-Türkistan edebî alakaları ile ilgili birkaç söz etmekten geçemeyeceğim. Bir asır önce Türkiye-Azerbaycan-Türkistan edebî ilişkileri bugünle kıyaslanamayacak genişlikte idi. Devrin şair ve yazarları karşılıklı olarak birbirini tanıyor ve birbirlerinin eserlerini okuyordu. Araya Sovyet rejimi girdi. Türkler-Türkiler onlar için büyük bir korku kaynağı idi. Bu yüzden Azerbaycan’ın Türkiye’den haberdar olmaması için elifba değişikliği başta olmak üzere her yola başvurdular. Türkiye’nin müsbet imajını sarsacak, kendi ideolojik dairelerinden şair ve yazarlardan başka şahsiyetlerin tanınmamasını sağladılar. Aradan otuz küsur yıl geçti. Durum pek değişmiş sayılmaz. Türkiye’de bütün Türk cumhuriyetlerinden çok sayıda şair ve yazarın eserleri yayınlandı. Bunların ilgi görenleri, defalarca basılanları oldu. Buna karşılık Türkiye’den bu coğrafyalarda eseri yayınlanan yazar parmakla sayılacak kadar azdır. Türkiye’nin en büyük şairlerinden, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif’in şiir külliyatı, ancak çok yakın zamanda sadece Özbek dilinde yayınlanabildi. Bunun için büyük emek sarfeden Miraziz Azam’ı burada şükranla anıyorum.

Eğer biz birbirimizi tanıma ve değer verme hususunda gereken iradeyi göstermezsek, bizi tanımaları konusunda başkalarından himmet beklemeye devam ederiz.

Buhara’da ve Bakü’de icra edilen 150. yaşında Mehmed Âkif Bilgi Şölenleri bu itibarla güzel bir başlangıç olarak görülmeli. İnşallah arkası gelir ve kardeşler arasında edebi köprüler kurulur, yollar ve hatta otoyollar açılır!

Mehmed Âkif gibi büyük şahsiyetleri yaşatmak, kendi varlığımızı sürekli hale getirmek için gereklidir.

www.tyb.org.tr/yazının devamı...

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.