Kurgu ile gerçeklik arasında Pakistan’ın İsrail’i tanıması için baskı iddiaları

Kurgu ile gerçeklik arasında Pakistan’ın İsrail’i tanıması için baskı iddiaları
Pakistan’ın dış politikada ciddi anlamda sıkışmış durumda olduğu algısı yanlış değil. Hindistan-İsrail-BAE/Suud ekseni Pakistan’ın karşısına yerleşmiş durumda.

İstanbul

Pakistan Başbakanı İmran Han yerel medyaya verdiği bir mülakatta, Donald Trump yönetimi döneminde bazı Körfez ülkelerinin kendisine İsrail’i tanıması için yoğun baskı uyguladığını dile getirdi. Doğal olarak herkesin aklına hemen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geldi. Ancak Han, mülakatında dile getirdiği iddianın uluslararası medyada da yer bulmasının ardından baskı iddialarını hemen geri çekti ve Türkiye, İran, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerle iyi ilişkilerinin olduğunu, ortada herhangi bir baskının olmadığını söyledi. Pakistan’ın İsrail’le diplomatik ilişki kurabileceği iddiası 2019 yılında da dile getirilmiş, İmran Han aynı yıl ABD ziyaretinde yaptığı bir konuşmada “Pakistan’ın İsrail’i tanıması için önce Filistinlilerin kendi yurtlarına kavuşması şarttır. Pakistan’ın bu politikası Muhammed Ali Cinnah döneminden beri değişmemiştir” demişti. Pakistan’ın İsrail’i tanıması için Körfez’den baskı gördüğü iddiaları üç şekilde yorumlanabilir.

Baskı bir kurgu mu?

İlk olarak ne Suudi Arabistan’ın ne de BAE’nin Pakistan’ın İsrail’i tanıması için baskı uyguladığını düşünelim. Bu durumda İmran Han, kendilerine baskı uygulandığını, Suudi Arabistan-BAE statüko ekseniyle Pakistan arasında son dönemde iyice gerginleşen ilişkiler bağlamında söylemiş olabilir. Hatırlatmak gerekirse, İmran Han hükümetinin ilk yılları Suudi Arabistan ve BAE ile sıcak ilişkilere sahne olmuştu. İmran Han Emirliklerde başbakanlık görevi öncesine dayanan bir tanınırlığa sahipti. Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman ise 2019 yılında yaptığı ziyarette ekonomik yatırım ve yardım sözü verirken, İmran Han Suudi Arabistan’da yaşayan Pakistanlı göçmen işçilerin insanca muamele görmesi ve Suud hapishanelerindeki Pakistanlıların salıverilmesi gibi konuları gündeme getirerek yurtdışındaki Pakistanlıların hadimi görüntüsü vermişti. Bu balayı dönemi uzun sürmedi.

Pakistan Suudi Arabistan’ın baskısı üzerine İran, Türkiye ve Malezya’nın katılımıyla 2019 yılı sonunda Malezya’da düzenlenen İslam Zirvesi’ne katılmaktan son anda vazgeçerken, Hindistan’ın Cammu Keşmir’i Hindistan toprağı yapmak gibi adımlarının ardından Körfezdeki bu eksenden hiç destek görmedi.

Suudi Arabistan ve BAE, geçmiş politikalarının aksine, Keşmir’i ne kendi bireysel gündemlerine ne de İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) gündemine aldıkları gibi, Hindistan’la olan ikili işbirliklerini “siyasal İslam” karşıtlığına dayanarak istihbarat işbirliğini de içerecek kadar genişlettiler. Bunun üzerine Pakistan Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi birkaç ay önce yaptığı bir açıklamasında, Suudi Arabistan’ın Keşmir’i İİT gündemine alarak önderlik etmesini beklediklerini, aksi takdirde sabırlarının tükendiğini ve İslam ülkeleriyle İİT dışında bir oturum düzenleyerek Keşmir’i konuşacaklarını söylemişti. Körfezdeki bu eksenin 2019’da Hindistan-Pakistan sınır savaşında Pakistan’a destek vermemesi de Pakistan’ı büyük hayal kırıklığına uğrattı. Pakistan Suudi Arabistan’ın baskısı üzerine İran, Türkiye ve Malezya’nın katılımıyla 2019 yılı sonunda Malezya’da düzenlenen İslam Zirvesi’ne katılmaktan son anda vazgeçerken, Hindistan’ın Cammu Keşmir’i Hindistan toprağı yapmak gibi adımlarının ardından Körfezdeki bu eksenden hiç destek görmedi. Körfezden bu adımların Hindistan’ın içişleri olduğunu açıklamaları gelmişti. Son olarak BAE’nin Türkiye ve Pakistan’ın da bulunduğu çoğunluğu Müslüman on üç ülkeye vize yasağı getirdiği haberi 25 Kasım’da medyaya yansıdı. Önce vize yasağının yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında yeni dalga korkusu nedeniyle, yalnızca turistik ve ziyaret amaçlı seyahatler için olduğu düşünülürken, Pakistan için göçmen vizelerinin de yasaklandığı Pakistan medyasında dile getirildi ve Pakistan’dan çok daha yüksek Kovid-19 vakasına sahip Hindistan’ın neden bu yasak dışında bırakıldığı sorgulandı. Bir gün sonra ise Suudi Arabistan’ın Keşmir’i İİT 27-28 Kasım Dışişleri Bakanları toplantısı gündemine yine almadığı öğrenildi. Kısacası Pakistan, Körfez’deki bu eksenle yaşadığı gerginlikte bir koz olarak kullanmak üzere, İsrail’i tanıma baskısı iddiasını ortaya atmış olabilir.

Baskı gerçek mi?

Suudi Arabistan ve BAE Pakistan’a İsrail’le diplomatik ilişkiler kurması için gerçekten baskı uyguluyor olabilir. Suudi Arabistan, BAE ve (Kuveyt ve Katar dışında) diğer Körfez ülkeleri, İsrail’le normalleşme sürecinde, daha önce Mısır’ın İsrail ile imzaladığı Camp David anlaşması sonrasında uğradığı Arap kamuoyu tepkisinde olduğu gibi, devlet-dışı aktörlerin tepkisinden çekiniyor olabilirler. Nihayetinde Batı Şeria’yı ilhak eden Ürdün Kralı I. Abdullah 1951 yılında, İsrail’i 1979 yılında tanıyan, “diğer Arap krallarının aksine” Mısır’da ve gittiği her yerde arabasına binip sokaklarda rahatça tur atabilen tek Arap lider olduğunu iddia edecek kadar kendine güvenen Mısır lideri Enver Sedat ise 1981 yılında suikasta uğramıştı. Dolayısıyla Körfez ekseninin İsrail’le normalleşmenin şatafatsız geçmesini temin ettiğini tam olarak söylemek zor olsa da, konunun çok-uluslu Arap veya çoğunluğu Müslüman ülkeler tarafından tartışılmasını mümkün olduğunca istemediklerini söyleyebiliriz. Örneğin Arap Birliği'nin geçtiğimiz Eylül ayındaki toplantısında Filistin tarafının BAE’nin İsrail’le normalleşme adımının kınanması için verdiği önerge reddedildiği gibi, Mahmud Abbas Filistinlilere BAE’ye yönelik eleştirilerin durdurulması çağrısında bulunmak durumunda kalmıştı.

Pakistan ve Körfez ekseni arasında, Pakistan Suudi Arabistan’ın Yemen’deki askeri operasyonuna askeri destek vermeyi reddettiğinde de gerginlik yaşanmıştı. Bilindiği üzere, çok sayıda muvazzaf Pakistanlı subay halen Körfez ülkeleri ordularında görev yapıyor, emekli generaller de Körfez’de dolgun maaşlı pozisyonlarda çalışıyorlar.

1979 Mısır-İsrail normalleşmesi örneğine dönersek; Mısır’ın Arap Birliği üyeliğinin dondurulduğu, İİT üyeliğinden de atıldığı süreçte, Mısır Dışişleri Bakanı Butros Butros Gali ABD’li muhataplarına, özellikle İsrail ve Mısır arasında karşılıklı elçilerin atanması döneminde gerginliği azaltmak ve “dikkatleri başka yöne çekmek için başka bir yerde mini bir kriz çıkarılmasını” bile önermişti. Aşırı anlam yüklemek için erken de olsa, BAE’nin son vize yasağı da bununla alakalı olabilir mi? İsrail’le normalleşme adımları atan BAE, Bahreyn, Umman gibi ülkeler Pakistanlı göçmen işçileri olası “iç güvenlik tehdidi” olarak mı görmeye başladılar? Nihayetinde Körfez’in göçmen işçi seçimlerinde siyasi dinamikleri gözettiğini biliyoruz. Cemal Abdünnasır dönemi Mısır-Suud soğuk savaşında Mısırlı öğretmenlerin siyasi söylem ve eylemleri Körfez’in Mısırlıları kabul etmemesine yol açmıştı. Mısırlı işçiler Körfez’e ancak önce Enver Sedat’ın sonra, Hüsnü Mübarek’in Mısırlı göçmen işçileri denetleme, siyasetten uzak tutma sözleri üzerine dönebilmişlerdi. 1979 Mısır-İsrail normalleşmesinin Körfez’in rüyalarını kaçırmasının bir başka nedeni, Körfez ülkelerinde yaşayan çok sayıda Filistinlinin olası istikrarsızlık unsuru olmasıydı. Yine Ürdün ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) I. Körfez savaşı sırasında Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklemesi üzerine Ürdün ve Filistinliler Körfez’den kovulmuşlardı. Körfez’deki göçmen işçi bileşimi bu nedenle 1990’ların başından itibaren Araplardan Güney Asyalılara doğru kaydı.

Pakistan’la bu Körfez ekseni arasında yaşanan gerginlik büyürse, Pakistan ordusunun dahi Körfez’de, Umman’dan BAE’ye kadar yetmiş yıla dayanan rolü sorgulamaya açılabilir, Pakistan ordusunun Körfez’deki askeri ve teknik danışmanlık, bakım onarım rolünü de belki Hindistan devralabilir. Pakistan ve bahsettiğimiz Körfez ekseni arasında, Pakistan Suudi Arabistan’ın Yemen’deki askeri operasyonuna askeri destek vermeyi reddettiğinde de gerginlik yaşanmıştı. Bilindiği üzere, çok sayıda muvazzaf Pakistanlı subay halen Körfez ülkeleri ordularında görev yapıyor, emekli generaller de Körfez’de dolgun maaşlı pozisyonlarda çalışıyorlar. Bu askeri bağlantının kopması da Pakistan ordusu açısından sorun olacaktır. Kısacası, İmran Han’ın bahsettiği baskı, bu dinamikleri göz önüne alarak Pakistan’ı da yanına almak isteyen Körfez tarafından gerçekten uygulanmış olabilir.

Baskı bahane mi?

Pakistan Suud-BAE baskısı iddiasını kullanarak Orta Doğu ve Güney Asya eksenindeki değişime ayak uydurmak için düşünce egzersizi de yapıyor olabilir. Birçok Arap ülkesinin İsrail’i tanıdığı veya tanımaya hazırlandığı ve buna Arap dünyasından da ciddi bir itirazın gelmediği bir süreçte, hele de Filistin otoritesi dahi bir şekilde İsrail’le ilişki kurmuşken, Pakistan’da bazı aktörler “Papa’dan daha Katolik olmaya gerek yok” diye düşünüyor olabilir. “Araplardan daha Arap”, “Filistin siyasi otoritesinden daha Filistinli” davranmanın yersiz olduğunu düşünüp, Pakistan’ın yeni ortaya çıkan duruma sessiz sedasız uyum sağlaması gerektiğini düşünüyor olabilirler. Son bir yıl içinde Pakistan ordusuna da yakın olduğu dile getirilen Pakistan medyasından bazı isimler açıkça Pakistan’ın İsrail’i tanıması gerektiğini, yeni şartların bunu gerektirdiğini dile getirdiler. Pakistan Dışişleri Bakanı Kureyşi de bir açıklamasında Pakistan’ın Orta Doğu’da birçok dostu olduğunu, Filistinlilerin beklediği şartlar yerine gelirse, İsrail’i bu dostları arasında görmekten memnuniyet duyacaklarını belirtmişti.

Pakistan’ın Türkiye’yle birlikte tek istikrarlı müttefiki Çin ise Pakistan’ın durumundan bağımsız olarak hem Körfez ülkeleri hem de İsrail ile bir hayli ileri düzeyde ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilere sahip. Pakistan’ın Çin’le ilişkileri ise küresel boyut kazanan ABD-Çin rekabeti nedeniyle, Trump yönetimi döneminde ABD-Pakistan ilişkilerine yansımaya başlamıştı.

Pakistan’ın dış politikada ciddi anlamda sıkışmış durumda olduğu algısı da yanlış değil. Hindistan-İsrail-BAE/Suud ekseni Pakistan’ın karşısına yerleşmiş durumda. Bu eksenin Washington’daki lobi gücü Joe Biden yönetiminde de Pakistan’ın elini muhakkak çok zorlayacaktır. Hindistan ve ABD arasındaki siyasi, ekonomik ve özellikle askeri ilişkiler, ortak hissettikleri Çin tehdidinden ötürü müthiş ilerleme kaydetti. Bu durumun —Hindistan’ın Cammu Keşmir’deki saldırgan tutumu, Modi döneminde otoriterleşen yönetim ve ülkedeki Müslümanlara yönelik geniş insan hakları ihlallerine rağmen— Biden yönetimi döneminde de değişmesi beklenmiyor. Afganistan’da siyasi çözüme ulaşılır ve ABD Afganistan’daki varlığını azaltırsa, ABD ile Pakistan’ı birbirine bağlayan pek az şey kalmış olacak. Hatırlanacağı üzere, Pakistan-ABD ilişkileri Trump döneminde askeri ilişkiler açısından epey gergin seyretti. ABD ordusunun 2018 yılında durdurduğu askeri eğitim programı ancak 2019 yılı sonunda yeniden başlatıldı. Pakistan’ın Türkiye’yle birlikte tek istikrarlı müttefiki Çin ise Pakistan’ın durumundan bağımsız olarak hem Körfez ülkeleri hem de İsrail ile bir hayli ileri düzeyde ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilere sahip. Pakistan’ın Çin’le ilişkileri ise küresel boyut kazanan ABD-Çin rekabeti nedeniyle, Trump yönetimi döneminde ABD-Pakistan ilişkilerine yansımaya başlamıştı. Bu durum da Biden yönetiminde devam etmesi muhtemel.

Tüm bu gelişmeler olurken, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Suud-Çin yardımlarıyla ekonomik olarak ayakta duran Pakistan’ı bir de Kovid-19 salgını vurdu. Körfez ülkeleriyle yaşanan bu sorunla birlikte Kovid-19’un ekonomilerde yol açtığı yavaşlama, Körfez’deki göçmen işçi kompozisyonunda daha “gözden çıkarılabilir” duran Pakistanlı işçilerin ülkelerine gönderilmesine yol açabilir. Bu senaryo Pakistan ekonomisini birçok açıdan vurur. Bilindiği gibi, bu işçiler yurtdışına çıkarak ülkedeki işsizlik oranlarını doğrudan azaltırken, bir yandan da birikimlerinden ailelerine gönderdikleri nakit hem ülkeye yabancı döviz girdisi sağlıyor hem de ülkedeki yoksulluğu idare edilebilir kılıyor.

Bu nedenle, Pakistan’da yönetici elit içindeki bir kanat bu gelişmeleri bir “kuşatma” olarak okuyup, Suud baskısını da bahane edip İsrail açılımıyla rahatlamak istiyor ve bunun yolunu yapıyor olabilir.

Pakistan-İsrail ilişkilerine gelince; Pakistan-İsrail Soğuk Savaş döneminde veya sonrasında doğrudan askeri olarak karşı karşıya gelmediler. Ancak 1970’lerde Pakistan-Libya askeri (ve ekonomik) ilişkileri, Pakistan’ın FKÖ savaşçılarını eğitmesi ve en önemlisi 1980’lerde ilerleyen nükleer programı iki ülkeyi karşı kutuplara yerleştirdi. Cüheyman el-Uteybi ve arkadaşlarının 1979 Mescid-i Haram baskınının arkasında Siyonistleri ve ABD ittifakının olduğu iddiaları üzerine, ABD’nin İslamabad elçilik binası ateşe verilmişti.

Pakistan Afgan cihadı döneminde ise Afgan mücahitleri tarafından kullanıldıklarında ortada Batı desteğine dair kanıt bırakmayacakları için, eski Sovyet silahlarının temini konusunda Mısır’dan özellikle faydalanmıştı.

Diğer yandan, Pakistan Filistin devletini desteklemeye ve İsrail’i işgal ettiği topraklardan ve inşa ettiği yasadışı yerleşimlerden çekilmeye rutin şekilde çağırsa da İsrail-Filistin sahasındaki gelişmelerin çok ateşli bir tarafı da olmadı. Örneğin Pakistan’ın Camp David anlaşmasına sessiz sedasız destek verdiğini görüyoruz. Pakistan medyası ve kamuoyu bu anlaşmayı çok sesli şekilde sorgulasa da Ziya’ül Hak yönetimi anlaşmanın Filistin’de olumlu gelişmelere yol açmasını umduğunu, Mısır’la ilişkileri kesmek gibi bir düşüncelerinin olmadığını, o dönem Arap ülkelerinin planladığı üzere Mısır’a yaptırımlar uygulamanın faydası olmayacağını belirtti, Arap Birliği'nin İsrail’le ticaret yapan Mısırlı şirketlere boykot uygulama kararına da uymadı. Pakistan Afgan cihadı döneminde ise Afgan mücahitleri tarafından kullanıldıklarında ortada Batı desteğine dair kanıt bırakmayacakları için, eski Sovyet silahlarının temini konusunda Mısır’dan özellikle faydalanmıştı. 2005 yılında Pakistan Dışişleri Bakanı Hurşit Mahmut Kasuri Türkiye’nin arabuluculuğunda İsrailli muhatabıyla İstanbul’da buluşmuştu. O dönem Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in İsrail’le yakınlaşmayı savunduğu da biliniyordu ama süreç ilerlememişti.

Gözler Suudi Arabistan ve BAE’de olsa da, İran da ne Keşmir ne de Pakistan-Hindistan çatışmasında Pakistan’dan yana taraf oldu. Körfez baskısı söylemleri Pakistan’ın sıkışmışlığını göstermesi bakımından önemli.

Pakistan’ın İsrail’i tanımasının ve belki tedricen normalleşme adımları atmasının önündeki en büyük engel halktan ve özellikle İslami cemaatlerden gelecek tepki olur. Bu hususta da bu cemaatlerden bazıları üzerinde dini söylem ve para ile satın alma şeklinde etki gösterebilecek Suudi Arabistan’ın atacağı adımlar Pakistan’ın işini kolaylaştırabilir. Muhalefet partilerinden gelecek tepkinin idare edilmesi de önemli; örneğin Pakistan Müslüman Ligi-Navaz’ın daha sessiz kalması için Navaz Şerif’le yakın ilişkileri olan Suudi Arabistan’ın sürece dahil olması önemli olur.

Kısacası, İmran Han’ın önce ortaya atıp daha sonra geri çektiği “İsrail’in tanınması için Körfez’den baskı geldiği” iddialarına dair bu üç senaryo ortaya atılabilir. Baskının gerçek mi kurgu mu olduğu bir yana, Pakistan Çin ve Türkiye’nin desteğiyle mevcut sıkışmışlık halini idare edebilir mi? Trump döneminde ağırlaştırılan yaptırımlar ve salgınla ekonomisi büyük darbe alan İran, Biden döneminde yeniden bir nükleer anlaşmaya kavuşup bir nefes alsa bile, Pakistan’a ne kadar yardımcı olabilir? Nihayetinde gözler Suudi Arabistan ve BAE’de olsa da, İran da ne Keşmir ne de Pakistan-Hindistan çatışmasında Pakistan’dan yana taraf oldu. Körfez baskısı söylemleri Pakistan’ın sıkışmışlığını göstermesi bakımından önemli.

[Dr. Ömer Aslan Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır]

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.