kent dindarlığı
Uzun yıllardır kent dindarları kavramını gündeme getiren Mehmet Altan, nihayet görüşlerini bir kitapta topladı. Altan dinin derinliğine inen felsefesini anlayan gerçek dindarlara duyulan ihtiyaca dikkat çekiyor
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ
HATİCE SAKA
Gazeteci-yazar Mehmet Altan, kent dindarlığı kavramını gündeme taşıyor. "Gerçek dindarlığın, siyasal İslam'ın dışında dinin kendisiyle ve dinin üstünden insanın kendisiyle ilişki kurması olduğunu anlatmaya çalışıyorum" diyen Altan, gerçek anlamda bir kent dindarlığı anlayışının inşa edileceğinden umutlu olduğunu söylüyor.
Sizi kent dindarlığı üzerinde düşünmeye ne sevk etti?
Çocukluğumda etrafımda gördüğüm dindarlarla, bugün kendilerini dindar olarak ifade edenler arasındaki farkı gördükçe, bu farkın nerden kaynaklandığını sorgulamaya başladım. Çünkü gençliğimde aynı ortamları paylaştığımız dindarların kent üsluplarıyla bugünkiler arasında çok ciddi farklar olduğunu gördüm. Zihnimi kurcalayan bu sorular kent dindarlığı adı altında bir kitaba dönüştü.
Kent dindarı nasıl bir kişi?
Kent dindarı yasak koymaz, benzeşmeyi esas almaz, çoğulcuğudur. Kent dindarı kendi inançlarını, kent gibi çok farklı yaşamların, düşüncelerin, biçimlerin, üslupların olduğu bir yerde başkasına yasak getirmeden yaşayan kişidir. Daha ziyade içe yolculuk yapan, arınma sürecini, var oluşunu sorgulayan ve diğerlerine yasak getirip, sosyal bir yetmezliğin eksik bıraktığı unsurları dini bahane ederek giderme peşinde olmayan kişidir.
Peki günümüzde kent dindarları nasıl bir profil çiziyor?
Rejimin dışladığı, yoksul bıraktığı, yok saydığı, kimliklerine, inançlarına varlıklarına özen göstermediği hatta yadsıdığı kitleler çareyi din üstünden arıyor. Siz, kırsal kesimde ezilmişseniz, horlanmışsanız, yoksulsanız, hayat size rejim nedeniyle kötü davranıyorsa şehre geldiğinizde bir şekilde sisteme eklemlenmek istersiniz.Din, sisteme entegre olmak için kullanılınca felsefesi ortadan kalkar. Dinin de kendi içindeki derinliği vardır ve kültürümüzün temel taşlarından biridir.Toplumun tümünü ilgilendiren bir husustur. Türkiye'de zenginler değil de yoksullar daha çok dinle ilgili gibi görünüyorsa orada sosyal bir sorun vardır. Din çaresizliğin, hayatla ilişkilerdeki zorluğun bir aracı gibi algılanıyor, hâlbuki din bu değil.
Bugünkü tablonun oluşmasını tekke ve zaviyelerin kapatılmasına bağlıyorsunuz. Türkiye'deki ilahiyat eğitiminin yetersiz olduğuna da dikkat çekiyorsunuz. Dinin bir kurum tarafından kontrol altına alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde din devleti olmayalım derken devlet dini yaratılmış. İnanç meseleleri topluma bırakılmayıp, devletin yedeğine alınmış. Bu durum da dinin doğallaşmasını, toplum tarafından içselleştirmesini, derinleştirilmesini engellenmiş. Biz sosyolojik olarak dinle ilgilenmemişiz. Kültür olarak dinin ne olduğunu tartışmamışız. Rejim bunu siyasi bir alternatif olarak görmüş ve kendi tekeline alıp daraltmış.
Sosyal yaşam piramidi yükseldikçe din algısı ve yorumunun derinleştiğini, tersinde ise çaresizlikle doğru orantılı bir şekilde hırçınlığın artığını söylüyorsunuz. Kent dindarlığı bu iki yaklaşımın neresinde duruyor ?
İnsanların sosyal durumları düzeldiği, eğitimleri yükseldiği vakit dini kendi felsefi derinliğiyle algılıyorlar. Refah seviyesi düştükçe ise din bir kurtuluş reçetesi olarak görülüyor. Böylece din olması gereken daha aydınlık ufkundan yoksun bırakılıyor. Oysa ki o, bir yaşamın kendi içindeki zorlukların giderilmesinin aracı, bir siyasal simge olarak algılanamaz. Bu yaklaşım onun estetiğini, şiirini, mitolojisini kendi içinde yıllar boyu süren o muazzam aydınlık yaratıcılığını yok sayar, engeller, dışlar. Gerçek dindarlığın, siyasal İslam'ın dışında dinin kendisiyle ve dinin üstünden insanın kendisiyle ilişki kurması olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Cumhuriyetin ilanından bu yana din üzerinden sürdürülen siyasallaşmayla laiklik-şeriatçılık, Atatürkçülük-dincilik gibi farklı maskeler altında bir iktidar kavgası doğdu, sizce sadece kentteki değil kırsal kesimdeki Müslümanları da etkilemedi mi?
Bu çatışmaların üstündeki yaldızları dökünce şu gerçekle karşılaşıyoruz. Kentte yaşayan refah seviyesi yüksek kesim, cumhuriyetin yok saydığı yoksul kitlelerin kentlerde yaşamasını istemiyor. O zaman büyük bir kavga çıkıyor ama bu kavga din kavgası ya da laik-şeriatçı kavgası değil. Kışladan yana olanların eğitimli kentliler, camiye tutanların yoksullar olduğunu görüyoruz. Halbuki din tüm topuma ait sosyolojik bir hadise. Sosyal meselelerimizi dini daraltarak çözemeyiz.
"Dinin müsamahakâr olması, onu tahrip edecek fikirlerin ortaya çıkmasına yol açmaz. Kent dindarlığının yumuşak yüzü, dindarlığın yumuşak karnı olmaz." derken tam olarak neyi anlattınız?
En eğitimsiz ve en yoksul bir insanın haykırışına, dinin özü ve ruhu diye bakamazsınız. Bu dinin gerçek bir ifadesi mutlak özü olamaz. Müslümanlık Allah ile birey arasındaki ilişkidir. Bir başkasının dikte ettirdiği bir yorum değildir. Çoğulcu bir toplum içindeki bilinçli dindarın yaklaşımları, din dışı gösterilemez. Bir başkası norm, kural, ilke koyamaz. Fanatizm dinin aslı değildir. Kentteki dindar adamın hoşgörüsünü koruması, onun dinden uzaklaştığı iddiasını doğuramaz.
Anadolu topraklarında yaşayan ve ortak özellikleri Müslümanlık olan etnik grupların tümü "Türk" diye adlandırıldı. Türk'ün Müslüman kimliğinden ayrı olamayacağı düşüncesine katılıyor musunuz?
Osmanlı dağıldığında on altı tane ülke bağımsızlığını ilan etti. Bir kesim ise Anadolu'da kaldı. Atatürk bu toplulukların hepsini Türk diye adlandırdı. Ancak bu insanlar Türk değil Müslüman. Kurtuluş savaşı dahil Cumhuriyet'e kadar buranın ortak kimliğini Müslümanlık oluşturuyor. Türk milleti dediğimiz şey aslında Müslüman ümmeti . Geçerli yaklaşım Müslüman ümmeti iken, biz daha sonra bir ulus-devlet yapmaya yöneldik. Bir Tük kimliği inşa edildi. O zaman birçok problem ortaya çıktı. Yıllar boyu Müslümanlık üstünden bir yurtseverlik yürüttük. Müslümanlığın yerine Türk kimliğini koyunca Kürt problemi başta olmak üzere pek çok sorun ortaya çıktı.
Muhafazakar kesimin refah seviyesi artıkça bir kent dindarlığı sınıfı yükselecek sanırım.
Kesinlikle. Şeyh Galip'e geri döneceğiz. Oraya doğru gidiyor ben umutluyum. Bir de şunu belirtmek istiyorum. Kimse yanlış anlamasın ben dinle uğraşmıyorum. Yalnızca din istismarının yanlış bir şey olduğunun söylüyorum. Tam tersine dinin yüceliğinin algılanmasına dikkat çekiyorum.
Kent Dindarlığı - Mehmet Altan - Timaş Yayınları - 207 sayfa
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.